- 2767 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KÜÇÜK ÇOCUĞUN BÜYÜK HAYALİ
1969 yılı... Aylardan ağustos... Kavurucu bir Adana sıcağı... Adana-Karataş yolu üzerindeki Gökçeli köyünde, Fikret Gökçeli’ye ait ve içinde insanın kaybolduğu yüzlerce dönümlük tarlalarından birinde pamuk toplayan bir amele...
Bu aylarda gün doğmadan oluşan ve "pamuk ayazı" dedikleri bir ayazı var ki Adana’nın, bilen bilir; ellerini dondurur, kırar parmak uçlarını insanın o.
Alacakaranlıkta bir otlağa salınmış sürü gibi daldık pamuk tarlasına yine. Kozalar keskin bir bıçak gibi çiziveriyor elini insanın. Bir yandan ayaza, bir yandan kozanın acımasız tavrına direniyoruz. Sabahın sekizine kadar sürer bu boğuşma her gün.
Saat dokuz olmuştu ki ameleden sızlanmalar başladı bugün. Nereden doldurulduğu belli olmayan su varili her zaman erken saatte amelenin arkasında bulunurken bugün gelmemişti.
Dokuzdan akşamın altısına kadar öyle bir sıcak bastırır ki bu dönemde, tarlada çalışan için bir bulut kümesi hayat olur. Bir bardak su, bazen iksirdir, bir ağaç gölgesi hele tarifi mümkün olamayan bir mutluluk.
Amelenin sızlanmaları dayanılmaz boyutlara ulaşınca çavuş, ırgatbaşıya dönüp birkaç çocuğun çiftlikten su getirmesini rica etti. Bu kadar sızlanma karşısında ırgatbaşı da çaresiz teklifi kabul etti. Çavuş, amelede iki çocuğa su getirme görevini verdi. Biri benim, öbürü yaşıtım olan kuzenim. Ama bir şartı var: "Çiftliğe koşa koşa gidilip gelinecek."
Bu görevin size verilmesi ne demektir bilir misiniz o an? Düşünsenize yüreğiniz cayır cayır yanarken susuzluktan ilk suyu siz içeceksiniz, her gün gözlerinizi yoran pamuk beyazından gözlerinizi kaldırıp belki bir yeşil ot, ağaç görebilecek, belki de birkaç saniye kaytarıp ağaç gölgesinde dinlenme fırsatı bulacaksınız. Yani Allah’ın sevdiği kulu olmaktır bu.
Biz de bu şansı kullanacak olmanın heyecanıyla çiftliğe yöneldik.
Çiftliğe girer girmez önce içimizdeki yangını söndürürcesine ağzımızı tulumbaya dayadık. Sanki hiç bitmeyecek olan bir su özlemine kaptırdık kendimizi. Karnımız şişene kadar su içtik. Çiftlik suyu, varilden içtiğimiz sudan her zaman temiz ve her zaman daha tatlıdır.Serin bir yer aradık kendimize sonra.
On dakika oyalandıktan sonra suyumuzu doldurup çiftlikten çıktık. Bir yanda o yangın yerinde bıraktığımız annelerimiz, kardeşlerimiz; öbür yanda o cehenneme tekrar yollanan bedenlerimiz... İki ayrı dramdır bu. Ne yaman çelişkidir!
Fikret Gökçeli’nin çiftliği yol kenarındadır. Adana-Karataş yolu üzerindedir. Çiftlikten çıkar çıkmaz önce sağa-Adana tarafına- baktım, araba yok; sola-Karataş tarafına- baktım, sarı bir araba... Nazlı bir kuğu gibi, seraplar içinde süzülüyor sanki. Durduk. Arabayı hayranlıkla izledik gelene kadar. Dikkat ettim, içinde yalnızca sürücü var. Sağ koluyla direksiyonu tutuyor, sol elinde bir sigara... Sol ön camı sonuna kadar açmış, sol kolunu kapıya dayamış, büyük bir keyifle dumanı içine çekip savuruyor. Adamın üzerinde efil efil savrulan bembeyaz bir gömlek. Ne güzel bir görüntü! Bunca esintisizlik içinde ne güzellikti öyle o! İmrenmemek olanaksız adama. "Allahım ben olsaydım bu adamın yerinde keşke!" deyiverdim içimden o an.
*
* *
Yıllar sonra, 1990’da gelip iş gereği Adana’ya yerleşince dalıverdim iş hayatına.
Beş yıl sonra, yani 1995 Haziran’ında yılın yorgunluğunu atmak için balık tutmaya karar verdim. Arabamı çalıştırıp deniz hayaliyle yola koyuldum. Bir yere geldim ki çok eskilerden bir ses geldi kulağıma. "Beni de beraberinde al, denize götür!" diye bağıran bir çocuk sesi. Arabayı durdurup geri döndüm. Ne çocuk ne ses... Bir serap gibi her şey. Tüylerim diken diken... Çiftliğin önündeydim. Yok, o çocuk yok artık. Sadece hayali, sadece umutları, sadece saflığı kalmıştı bende. Kim bilir kimler göçüp gitmişti bu zamanda. Irgatbaşı, çavuş,amele,ağa... Ya o gömleği efil efil savrulan şoför? O sigara dumanları keyif veren? Ama hala aynı sıcak var Adana’da. Ve hala benim gibi yalınayak çadırlarda yaşayan, pamuk tarlalarında pamuk toplayan çocuklar. Ve hala benim gibi hayaller kuran ...
Çiftliğin kuzeyinde, ilk siyah-beyaz televizyonu izleyip hayretler içinde kaldığımız bir kahvemiz vardı. Oraya gittim. Yabancı bir arabanın geldiğini gören, kahvede oturan kasketli, şalvarlı köylüler dönüp arabaya baktılar. Allah’ım zaman ancak bu kadar donabilir bir yerde. Aynı insanlar... Güneşten kararan yüzler, çelimsiz suratlar ve bu suratlarda hiç eksilmeyen o sıcacık gülümseme... Oradan dönüp 1969’da çalıştığımız tarlayı aradım karşı tarafta. Tahmini olarak bir tarlada durup dikildim o sıcakta 15 dakika. Bu kez keyifle durdum, güneş başımı yaksa da. Çünkü geçici olduğunu biliyordum bu yakışın. Ama tarlalar başka insanların canını yakmaya gebeydi o an. Kozalar dolu doluydu ve açmaya yakındı. Kim bilir kaç çocuk daha benim hayalimle büyüyecek bu tarlalarda?
Nuri SAĞALTICI
Yazar Eposta : nurisagaltici@
YORUMLAR
Yaşamış biri olarak çok içten ve doğal anlatmışsınız,sanki ben de oradayım.
Tarlalarda ve sıcak altında çalışmak ,muhakkak çok zordur,İstanbul'da doğmuş büyümüş biri olarak,kendim çalışmamış olsam da ,saygılar.
nurisagaltici
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim. İstanbulda ya da başka yerde yaşamış olmak fark etmiyor bazı ortak yaşantıların paylaşımı için görüyorsunuz. Sonuçta hepimiz insanız. Saygı ve sevgiler...
Sevgili dostum, yaşadıklarını bizzat yaşamış birisi olarak diyorum ki"Sıcağın yaktığı geçer ama yüreğin yangını geçmez . umarım yüreğin hiç yanmaz". Yazına gelince...öyle samimi öyle yaşamışçasına ki... Kalemin iz bırakıyor. Sanki kaleminle değil de yüreğinle yazıyorsun. Onu kalem yapmışsın. varol...
nurisagaltici
Güzel ve samimi düşüncelerine çok teşekkürler dostum. Üslubum konusundaki düşüncelerin çok hoş. Sağol dost.
Sayfanızla ilk kez tanıştım. Vakit darlığından her sayfaya uğrayamıyorum. Hikayeniz beni oldukça etkiledi. Hatta alıp o pamuk tarlalarına beni de götürdü. Hangimizin aklından çıkıyor ki, çocukluğumuzda belleğimize yerleşenler.
Ne bembeyaz pamuk tarlalarını unutuyoruz, ne de kapkara patlıcanları sallanan dallları.
Güzel bir anlatımdı. Aynı zamanda hafızanıza yer eden bir anıydı. Belki başkaları için bir önemi olmayabilir; fakat aklınızdan çıkmadığı kesin. Kutlarım... sevgilerimle...
nurisagaltici
Yazımla ilgili düşünceleriniz için yürekten teşekkürler... Öğrencilerime derste zaman zaman anlattığım anılarımdandır. Bizim gibi yoksulluk içinde okumaya çalışan pek çok genç var biliyorum. Belki bunlardan birine ışık tutar diye düşündüm, paylaştım. Benzer şeyleri yaşayan sizin gibi dostlarımız da anılarını tazlemiş oluyorlar sanırım. Çok teşekkür ediyorum bu güzel yorumunuz için.
Emine UYSAL (EMİNE45)
güclü bir kalem harika bir anlatım samimi sıcak yüreginize saglık kaleminiz daim olsun...