Seviye
Küçük dağlar yapım aşamasındayken, eteklerinde zilleri çalanlar vardı.
Dağlar yerinde kaldı. Dağılanları da toplamak bize düştü.
- Gün geçtikçe düşüyor. Dediler.
- Haklısın. Fazla önemsemene gerek yok. Diye karşılık aldılar.
Dokunulmadan açılıp kapanan kapının iki kanadı gibiydiler. Her önüne gelenle
temasa girmeyi istemediler. Ayrıcalıklı olmanın keyfini çıkardılar. Birbirlerinden
hariç, canları ne zaman isterlerse uzaklaşıp yakınlaştılar. Camdan vücutlarında
parmak izleri kalmasına dayanamazdılar. Telle bağlı olan bahçe kapılarını hor
gördüler. Ayakta durabilmeleri için, tele bağlanıp az da olsa açık kalmalarını çok
bulup anlayamadılar. Açıldıklarında kendi güçleriyle kapanamayan kapıların, o
hallerine gülüp durdular. Onları açan ama kapatmayanların, kapısız evlerde
oturmadıklarını, akıllarına bile getirmediler. Arada sırada açık kalıp, bir süre öyle
kalsalar bile dokunulmazdılar.
- Takınır mısın? Diye sordular.
Yalan söyleyen aynalarını çok sevdiler. Bu nedenle de her gün onların karşısına
çıktılar. Burnu uzamayan aynalarının, burunlarını uzatmaya çalıştılar. Cıvıl cıvıl
elbiselerine, uyum sağlayan gereçlerini takındılar. Takıntılarını da bir anlığına da
olsa unuttular. Boyunlarına küçük gelenleri, beğendikleri halde takamadıkları
için, sinir krizlerine girdiler. Sinirlendiklerindeyse takındıkları gereçlerin saklı
tutulduğu, kutuların içine giriverdiler. Değerlerine değer kattılar. Sade ama emek
verilip yapılmış olan güzel şeyleri, kaldırımüstün de gördüklerinden gözlerinin
ucuyla bakıp geçtiler.
- Farkı göremiyor musun? Diye yine soruverdiler.
Sağlıklı görüşe sahip olmanın, göz doktorundan geçeceğini savundular. Görüş
bildirdiler. Görüşlerini açıklarken, görüşleri olanları umursamadılar. Dinlemeye
sabredemediler. Kendi bildiklerini çalıp oynamasını sevdiler. Farkındalık içinde
olmayı çok istediler. Farkında olmadıkları konular olduğunu anlasalar da çoğu
zaman anlamamazlıktan geldiler. Farkındalığı renklere, kartvizitlere, kaliteli olan
kumaşlara, teneke yığınlarına, herşey dahillere, sekizincisi olmayan yıldızlara,
taklitlerinden sakınılması gerekenlere bağladılar. Gemici düğümü atmakta çok
zorlanmadılar.
Yorum yaptıklarının, eleştirdiklerinin, sorular sorduklarının Mars’ta yaşamayan
canlılar olduklarını öğrenemediler. Her gün karşı karşıya geldiklerini, ortamları
zorunluda olsa paylaştıklarını unutuverdiler.
Oysa sorulara maruz kalanlar, sadece;
- Merhaba. Demişlerdi. İçten, pazarlıksız ve gülümseyerek.
Bir fark vardı. Gökdelenin ellinci katında açılan pencereden aşağıya bakıldığın
da merhaba minnacık göründü.
Yokuştaki merdivenin tam ortasındaki basamağıyım. Bir nefeste çıkacağını
söyleyenleri dinlemiş görünüp, kulağında kulaklıkla müzik dinleyenlerdenim.