- 636 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GÖBEKLİ'YE SEVGİYLE
14/1/2009
" Seni düşünürken aklıma
Düğünlerde çalan davulun, zurnanın
Sesi gelir
Halaydaki kıvraklığın
Adam gibi adamlığın gelir
Boğazına düşkünlüğün yüzünden yaşadıklarımızı
Anlatırım buluştukça çocuklarına
Ve de koca göbeğini "
Her insan gibi seveni de sevmeyeni de vardı. Genç sayılabilecek bir yaşta göçtü bu dünyadan. Benim ayrı bir sevgim, saygım vardı ona. Bunun için de anlatmak istedim yaşadıklarımızı. Şu gelip geçici dünyada sevgiden yüce duygu var mıdır ki? O zaman sevgiyle analım göçüp gidenlerimizi. Birkaç anımla yad etmek istedim Bayram ağabeyimi.
Benim özel bir işim için geldiğimiz Ankara’dan Mucur’a dönüyoruz. Otobüsün ön taraflarında yer bulamadık, arka koltuklardayız. Ramazan ayındayız, otobüstekilerin çoğu oruç, yiyen çok az. Bayram ağabey şeker hastası olduğu için oruç tutmuyor, tutmuyor; ama on beş dakika geçmeden muavinden su istiyor. Bitirilen şişelerin sayısı arttıkça muavinin de suratı asılıyor. Akşam yaklaşıyor. İftar vakti gelince otobüs en yakın lokantada duracak. Duracak ama iftarı açmak isteyen yolcular su isteyecek. Sonunda yalvarıyor muavin: "Ağabey, ne olur, birkaç şişe su kaldı. Yolcular isteyince ben ne diyeceğim?"
.............
Mucur’da çalışırken ara sıra İlicek’e giderdik arkadaşlarla. Aşağı yukarı her gidişimizde orada olurdu bizim Göbekli. Yine böyle bir günde Haşim’in Yeri’nde bir tavuk yiyelim dedik. Lokantaya girip masaya oturduk. Yiyeceklerimizi söyledik. Haşim, tavuğu fırına verdi. Bu arada kocaman bir tepsi ile çoban salatasını da getirdi. "Aman ağabey, dur!" dedik ya tavuk gelinceye kadar salata da ekmek de bitmişti.
Köye gittiğim zamanlar onu evinde ziyaret ederdim. Köyde az sayıda bulunan ağaçlardan bir ikisi de onun evinin önündeydi. O söğüdün altına oturur, ayranını içerdik.
1957-58 yıllarında köyümüzde öğretmenlik yapan Balıkesirli İzzet Ernur, babamı ziyaret için Mucur’a gelmişti. Okuldan izin aldım ve bu saygıdeğer, köyümde okumayı başlatan idealist öğretmeni iki gün gezdirdim. Yağışlı, soğuk bir günde çamur içindeki köye vardık. Köy kahvesi ağzına kadar dolu. İzzet Hoca’yı tanıttım. Beklenen ilgiyi görmemek hocayı da üzdü sanıyorum. Çünkü birkaç kişi oturdukları okey masasından lütfen hoş geldiniz dedi. İçlerinde iyi ki Bayram ağabey vardı. Sevgili hocamızı kucakladı, bizi evine götürdü. Hocanın burukluğu da azaldı. Kayseri’de eski öğrencilerinden gördüğü ilgiyle daha da neşelendi.
Mucur’dan köye gidiyorum. Köylümüzün eski söyleyişiyle "Bekleme"de indik, yanımda eşim de var. Otobüsten iner inmez Bayram ağabey, bir avuç anahtarı kucağıma attı, bizim indiğimiz otobüse binerek Kayseri’ye gitti. Ne yapacaktım bu anahtarları? Belli ki araba anahtarı bunlar. O sıra Dacıa marka bir araba vardı altında. Ona binip köye gitmemiz için bırakmıştı anahtarları. Ben de ehliyeti yeni almıştım; ama şoförlüğüm yok. Her neyse bindik arabaya. Araba çalıştı; ama hareket etmiyor. Sağa sola bakarken dışarıdan bir genç "Ağabey, el frenini indir!" dedi. Gülüşerek yola çıktık. Köye doğru ikinci vitesle yol alırken eşim "Bak, traktörle bir köylün geliyor, selam ver." dedi. Ben arabanın kornasını bulup "biip" sesini çıkarıncaya kadar traktör çoktan uzaklaşmıştı.
...................
Köyümüzün yolunda, suyunda, mezarlığında emeği olan sevgili Bayram ağabey, göbeğin kadar gönlün de genişti senin. Evime her gelişinde oturduğun o nazik sandalyeler kırılırdı; ama sen bizi hiç kırmadın. Toprağın bol olsun, nur içinde yat.
Numan Kurt
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.