- 1555 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İSTANBUL’UN HAL EKLERİ-1-
Ağustos sıcak nefesiyle ensesindeydi insanların.Yaz rehaveti yakalarını bırakmıyor,serin hülyalar kurarak çalışıyorlardı .Köyde tarlası olanlar ekinlerini kaldırmış,çoktan zahirecilere satmışlardı.Kadınlar harıl harıl kış hazırlıkları yapıyorlar,çocuklar bağıra çağıra sokaklarda koşturuyorlardı.Geç kalmış bir hazan beklentisindeydi herkes.Herkes biraz tedirgindi aslında.Kasabanın gençliği bir türküdür tutturmuştu.Gündüz imeceyle kasabalının işlerini görüp, el ayak çekilince duvarlara anlamını bilmedikleri ülkeyi kurtarmak adına kulaklarına fısıldanmış sözcüklerden cümleler çiziktiriyorlardı.Anneler korku, babalar öfke içindeydi.Kasaba sessiz bir bekleyiş…
Acı bir sesle irkildi mahalleli.Bu ses gamlı bir havayla doldurdu iki katlı evin, bahçesinde sıcak yaz akşamları gölgesinde serinledikleri servi ağacının yapraklarını , avluyu,geniş sundurmayı.Evin büyüğü Hatice hanım feracesini çekiştirerek ve “la havle”ler sıralayarak çıktı avludan..”Musa Kazım’ı vurmuş!”okulun arkasındaki yeşil ,bahçesinde kızılcık ağacı olan iki göz evde yaşlı nenesiyle oturan Muş’luların Yavuz’du kara haberi mahallede dolaştıran.Henüz dört yaşındayken Yavuz’la babasını bırakıp ,arabacı Yakup’la kaçmıştı anası.Zülfinaz’ın yaptığını içine sindirememiş çekip vurmuştu Celal ikisini de.Babası mapusta anası mezarda kendini nenesiyle şu yeşil gecekonduda yaşarken buluvermişti Yavuz beş yaşına basmadan daha.
”Dur hele deyyus” diye kıvırdı Yavuz’un kolunu Hatice kadın.Gözünden yaş geldi Yavuz’un.”anlat!”diye gürledi küçücük cüssesiyle yaşlı kadın.Yavuz ağlamaklı anlatmaya koyuldu duyduklarını bir bir.
Bulgur kaynatmış nenesi, konu komşudan canı çeken olur diye birer çanak dağıttırırken görmüş Yavuz, Musa’nın mavzerini çekip Kazım’ı mahallenin ortasında, şahitlerin önünde nasıl da acımadan vurduğunu.Kazım’ın kanlar içinde”Yandım anam!”diye haykırışını,çocukların dehşetle yerdeki kanlara bakışlarını,kadınların çocuklarını damların ,saçakların altlarına nasıl kaçırdıklarını anlattı tek tek Yavuz
Musa’nın kör bir kardeşi vardı.Murat.Çocuklar Molla Ahmet’in gıcır gıcır römorkunda oynuyormuş,Kör Murat da onlarla oynamak istemiş,çocuklar kör diye dalga geçmiş,Kazım’ın oğlu da dalga geçenlerdenmiş.Kazım oğluyla bir olup Murat’ı kolundan tutup römorktan itesiymiş.Musa bunu göresiymiş…
Bıraktı Hatice Yavuz’u.Musa’yı aramaya koyuldu hemen.İnanılası güç değildi bu hikaye.Musa’ydı ne de olsa bahsi geçen, deli kanını zabtedemez damarında ,oldum olası.Ama Musa’nın, tüfekle fişeği nerden aldığını bilemedi biçare.İvediyle eve döndü.Gelini kış için ipe fasulye diziyordu.Tarhana damda kurumuş,salçalıklar güğümlere doldurulmuştu.bulgur kazanlarını kalaylatıp, ertesi seneye hazırlatmışlardı..Herkes buradaydı. Musa hariç.
Mahalle çoktan karışmıştı.Polis her tarafta Musa’yı arıyor,cankurtaran kanlar içinde kalan Kazım’ı hastaneye yetiştirmeye çalışıyordu.Molla Ahmet’in oğulları bahçedeki çeşmeye taktıkları hortumla römorktaki kanı yıkıyorlardı.Kadınlar , korkudan bayılanların bileklerini limonlu kolonyalarla ovuyorlardı.Bir rüzgar esiyor, bir uğultu kopuyordu.Ağıtlar, tehditler birbirini kovalıyordu.
Musa ne yaptığının farkına varamadan kaçmış, sarı bakkalın kömürlüğüne sinmiş,ortalığın durulmasını beklemişti.Nice sonra sirenler dinmiş polis aramalarını başka yerlere çevirince Musa babasından para alıp vedalaşmak için eve gelmişti.
İki çocuğu vardı Musa’nın.Üçüncüye gebeydi Neslihan.Evleneli gün yüzü göstermemişti Musa karısına.Bir İstanbul sevdasıdır tutturmuştu .Sıkıntıya düştükçe İstanbul’a kaçardı.İstanbul’da bitirimhanelerde ,Tophane’de Karaköy’de tanımadığı ev , bilmediği pavyon yoktu.Çingenelerle bir olup esrar içmişliği bile vardı.Ali Rıza beyin oğlunu bir tavına getirip Neslihan ile evlendirmesi de yetmedi Musa’nın durulmasına;çocuk sahibi olması da…
Varını yoğunu oğluna harcardı babası.Çarşıda bir nalbur dükkanı açmış ,iyi kötü bir şeyler kazanıyorlardı.Asıl gelirleri köydeki tarlalardan gelen zahireydi.Eker, biçer, satar,çiftçiliğin külfetiyle uğraştırmazdı çocuklarını.Varlıklı bir ailedendi Ali Rıza.Dedelerinin çoğu alimdi.Şimdi bu çocukla Allah onu imtihana çekmişti.İşin kötü tarafı Ali Rıza bu imtihanda zorlanacağa benziyordu.Teslim olmasını teklif etti oğluna.Kabul görmedi bu istek de diğer bütün istekleri gibi Musa tarafından.
İstanbul’a tren bileti alıp oğluna verdi.Anası Hatice hanım Musa’nın cebine biraz para sıkıştırdı.Evlendiği günden beri cefadan başka şey görmeyen Neslihan, biri bir,diğeri iki yaşındaki çocuklarını kucağına basıp, ütülü gömleğini ,pantolonunu ,temiz çamaşır ,fanila ve çoraplarını,babasının Isparta’dan ivediyle sipariş ettiği siyah peruğu özenle yerleştirdi bavulun içine . Tandırda pişirip hazırladığı ve gazetenin arasına sardığı katmerlerle bükmeleri de koyarak kocasına yazdığı son mektubun ağzını mühürler gibi kapattı tahta bavulun kapağını.Katmerlerin sarılı olduğu gazetenin sayfasında 1 Eylül 1980 yazılıydı.Kocasının eline son kez dokunduğu günün tarihi…Ağır bir uğurlayışla vedalaştı Musa bunca insanla aynı anda.Hep kaçarak gitmişti İstanbul’a.Yine kaçıyordu .Bu kez Polis vardı peşinde.İşi zordu.
Yollar tenhaydı. Babası dikkat çekmesin diye Kütahya’ya kadar arabayla götürdü oğlunu.Trene Kütahya’dan binecekti Musa.Sıcak bir yaz akşamı Kütahya’dan İstanbul’a böyle bir hikayeyle başlamıştı Musa’nın yolculuğu.Ağustos böcekleri şahitti sadece bu zavallı adamın yalnız ,çaresiz,korku ve esaret dolu rüyalarına.Ve tren arkasında hayaletler bırakarak ağır ve emin adımlarla götürüyordu, Musa’yı, karanlık kaderine, durmaksızın.
Her durakta polisler gelip arama yapıyorlardı. Ellerinde kalabalık listeler,yolcuların yorgun yüzlerine vuran fenerlerinin şavkıyla, uykusuz gözlerde arıyorlardı kaçakları.Her arama biraz daha korku bırakıyordu Musa’nın yüreğine.Ve her durakta polislerce kelepçelenerek trenden indirilen onlarca kişi Musa’nın yerine yanlışlıkla tutuklandığı hissini bırakarak indiler vagonlardan aşağı.
Akşam yemeği niyetine açılmış fukara sofraları,domates, soğan,taze fesleğen kokusu,öldürülenlerin,tutuklananların,yasa dışı ve yasa içi nedir kavramlarının ve memleketin gittiği kavşağın renginin yutkunulduğu yerler oldu.Sustu herkes.Kendinden korkuyordu çünkü insanlar.Musa kendinden korkuyordu.İlk kez titredi eli.Sigarasında duman titredi üflerken.Şimdi ne olacaktı?Bu hengameye Musa kaç gün dayanacaktı?Kaçmak ve kovalanmakla geçti bütün yolculuk.Musa ve Polis..Kaçan ve kovalayan…
Ve Bindokuzyüzseksenin oniki Eylül’üne doğru koparılıyordu takvim yaprakları başka bir yerde…
YORUMLAR
Insana hayatin ne verecegini kimse bilmiyor ya hani o yüzdendir bu derece sersemlestigimiz karsisinda.
Bu yasam örnegi analtim okunmali,
devaminida okuyacagim...
Sevgimle