Meçhule Yazılmış Mektuplar - 28
Bir sabah serinliğinde, içimi hasretiyle tutuşturan periye…
Ne zamandır yoksun ya! Bu kentin ışıkları ,senle yanıp senle söner hayallerimde, ey muhayyel peri!
Unutma ! gözlerimin feri olduğunu, nefes nefes ciğerlerime dolduğunu… Her zaman dile getirdiğim gibi,gittiğin günden beri Ankara bir ölüler şehri hüviyetine büründü! şevksiz, heyecansız, soluksuz…
Sensiz çay içmeyi bile eskisi kadar canım çekmiyor. Sadece bardağın buğusunda nemli gözlerini düşünüyor, ışık saçan tebessümünü hayal ediyorum.
Gönlümün kırıklarına, bergüzârın olan, tek tebessümünü merhem edip teselli oluyorum. Yâdımda en ince, en zarif hâlinle canlanıyorsun. Elimde olsa (haşa)zamanı durdururdum. Bilsen ne hâldeyim, hasretinin ayazında buyuyorum.
Sen benim buzul çağında ateşimdin, sonbaharımda nisan bulutum. Varlığım, yokluğum; çarem ,çaresizliğim. Dermanım olmanı bekliyordum. Derdim oldun… Öyle bir dert ki vazgeçemediğim. “El çek tabîb, el çek yaram çok derin.”nevinden. Nice abatlıklara değişmeyeceğim bir dert.
İşte muhayyel peri, sen hasretimin dibacesi ve nihayetisin. Buruk sevincim, mahzunluğumsun. Yokluğun kör kuyularında meçhul ve muhayyel ikliminden bir ışık bekliyorum. Bir ışık ki sevgiyle ümitle senle karışık…
Bil ki, senin boşluğun hiçbir şekilde dolmuyor. Hayal hayal hep karşımda duruyorsun. Çayımda buğu, hayalimde kuğusun. Sen kendini biliyorsun. Fazla söze hacet yok. Tüm bunları itiyadım olduğu için yazıyorum. Sözlerimi hasret yüklü selâmımla noktalıyorum. Şimdilik...
Ankara,25.03.2010 İ.K