- 1022 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Cam kırıkları
Şehrin bunaltıcı bir yılıydı ve mevsim yazdı... Sesimde özlem vardı... Kısık kısık çıkıyordu sesim ve uzaklaşmalıydım bu şehirde... Sesimin kısıldığı anlarda, özlem derin uçurumlar yaratırdı içimde... Yemeden içmeden kesilirdim nedense... Yüreğim, bedenimin dışında atardı... Doğduğum yere; köyüme atmalıydım kendimi... Bir gece kaçtım sessizce...
Seviyordum yıldızları... Gökyüzünün geceye dost olduğu anlarda, yorganım yıldızlar olurdu... Cırcır böceğinin ötüşlerini dinlerdim bir süre... Kurumaya yüz tutmuş otları toplar, sererdim altıma... Döşek yapardım otlardan, hem de en lüksünde... Köpeğin uzaktan havlamalarını dinler, güvende hissederdim kendimi... Akşam keyifle pişirilen çoban yemeğinin üzerine; közde pişen çayı zevkle yudumlarken, yakılan sigaranın damarlarımdaki yolculuğunu hissederdim... Büyük mutluluktu benim için... Yolculuk, sessizlik ve özlemdi beni köye çeken işte...
O gün ben otlatacaktım sürüyü... Yalnız kalmalıydım... Dağda ıssız bir yerde, köyden uzakta bir yerde kalacaktım... Gece yüzünü bana dönmeliydi....Yalnızca bana bakmalıydı yıldızlar...Kutup yıldızına bakan başka bir göz istemiyordum...Herkesten uzak ve her şeye yakın olacaktım böylece... Dudaklarımda bir türkü, önümde de sürüm... Tabiî ki eşeğim, ve de köpeğim...
Uzaklaştım köyden... Hayvanlar zevkle otluyordu önümde... Kurumaya yüz tutmuştu otlar, ama yer yer de yeşillikler vardı etrafta... Nasılda arayıp buluyorlar, nasılda zevkle saldırıyorlardı otlara... Açlık böyle bir şeydi işte...
Dışarısı da iyice sıcamış, köyden de epey uzaklaşmıştım... Karnı doyan hayvanlar, gölge bir yerde yatıp, öğleden sonraki güne hazırlanırken, sindirirken yediklerini, ben de yemeliydim bir şeyler... Hatta bir süre uzanıp dinlenmeliydim de...
Eşeğin üzerindeki heybeden indirdim malzemeleri... Terlemiş sırtını okşadım eşeğin; içtenlikle... Bir babanın evladını sever gibi okşadım başını... Bir çoban için çok şeydi eşeği işte...
Hemen çalı çırpı topladım... Bir yığın oluşturdum... Bulduğum taşlardan bir ocak yaptım sevinçle... Tenceremi, yağımı, bulgurumu çıkardım heybeden özenle... Özlemiştim pilavı... Ellerimi cebime götürdüm usulca... O da ne... Yoktu kibritim... Bir telaşla karıştırdım her yerimi... Yoktu işte ateşin kaynağı; yoktu... Düşürmüş olmalıydım bir yerlere... Köye uzaktım ve yakınlarda benden başka bir sürü de yoktu... Özellikle seçmiştim yalnızlığı... Yalnızlık ateşten uzak kalabilmekti belki de...
Oysa ateşe ihtiyacım vardı benim... Hadi; karnımı doyurabilirdim ateş olmadan ama... Damarlarımdaki nikotin ihtiyacına ne yapmalıydım... Ateş bulmalıydım önce...
Bilgi varsa kullanılmalıydı elbet... Bilgi, en büyük silahtı... Teori, pratiğe dönmeliydi... Ve en büyük sorunumuz, bilginin kullanılmamasıydı belki de... Teori pratikle vardı; ikisinin yoldaşlığı yol açardı bize... Bilgi yığınları ile doluyorduk; ama o bilgiyi kullanamıyorduk hayatta... Eğitimimizin en büyük sorunuydu bu işte...
Gözlerim hızla taradı etrafı... Avına hazırlanan bir şahinin yükseklerdeki gözleri olmuştu gözlerim... Burnum; en ince kokuları alıyor gibiydi... Kulaklarım, yerin en diplerindeki titreşimleri duyuyordu... Sanki ilk defa tekerleği icat eden kişinin elleri gibi heyecanlıydı ellerim... Titriyordum... Taşa şekil veren bir heykeltıraştım belki de...
Bilimin öncüsü ellerdi işte... Ateşi neden bulmuştu ki insanlık... Kimlerin emekleri vardı her bir ışıkta... İhtiyaçlar mıydı bilimin anası; yoksa bilim mi doğurmuştu ihtiyaçları... Sorular düşmüştü peş peşe... Felsefeydi bunun adı işte...
Cam kırıkları vardı etrafta... Sanki ilk defa ateşi bulacak olmanın heyecanıyla camları koydum üst üste... Mercek yapmalıydım... Güneş ışınlarını bir noktada toplamayı başarırsam, kurumuş ot parçalarını da tutuşturabilecektim böylece... Basit bir bilgiydi belki de... Ateşe ihtiyacım vardı ve hazır olanlara geliyordu ATEŞ de...
Ve bir süre sonra kıvılcımın otları tutuşturduğuna tanık olacaktım... Özlemle beklediğim yemeğimi yapacak, közde çayımı demleyecek, sigaramı bir başka keyifle içecektim... Bilime teşekkür ettiğimi hatırlıyorum... Ellerime, ellerime de...
Liderler; merceğidir toplumların... Halkın içinden çıkarlar elbette... Kendi kişiliğinde, halkın zekâsını, gücünü toplarlar ve milyonlarca insanın ruhlarını tutuştururlar... Şimşektir; liderler belki de... Eğer gökyüzü kapalıysa, görünürde yoksa güneş ve cam kırıkları da yoksa etrafta; ateş nasıl yakılır ki... Bulutlar su damlaları ile yoğunlaşmaz ise; yağmur nasıl yağar ki yeryüzüne...
Halk balçık yığını, yakılacak kuru otlar ya da toprağa karışmaya hazır gübre ise... Şimşeği yaratacak bulutlara ihtiyacımız vardır elbet... Bulut, elektrik yüklüyse ancak çakar şimşek... Bulut sadece su buharlarının yoğunlaşmış hali olarak kalırsa... Soğuk ve rutubetli bir buhar yığını ise halk... Hiç bir güç ondan bir şimşek çıkaramaz ki... Şimşek; yağmurun habercisidir elbet...
Halk kitleleri bir balçık yığını mıdır ve bir heykeltıraş olmadan öyle mi kalırlar... Rüzgar olmadan gemi; gemi olmadan rüzgar neye yarar... Denizlerin güzelliği değil midir her şeyi anlamlandıran... Milletlerin tarihlerini kimler yazar... Liderler midir topluma yön veren, tarih yazanlar nasıl tarih yazar... Yoksa tüm bireylerin ortak hedefleri, ruhlarının birleşmesi midir öncül olan...
Şimdi sorumluluk zamanı değil mi... Martılar nasıl uçacak maviliklerde... Gemileri nasıl demirleyeceğiz limanlara güvenle...Çocuklarımız nasıl koşacak el ele kardeşçe; ve de özgürce... Kuru bir ot gibi yok olmak istemiyorsak, bir kıvılcımın içimizdeki ateşi çıkarmasını istiyorsak, bulut olup yağmura döneceksek, tutuşabilmeye hazır olmalıyız...İçimizde,geçmişimizde yok mudur sizce...
Hadi cam parçaları... Gelin üst üste... Mercek olmalıyız bu günlerde... Bir hedefi aydınlatacaksak, amaç daha güçlü, daha yaşanır bir Türkiye ise... Hadi verelim el ele... Ayrık otları temizlenmeden güzelleşmeyecek insanlık... Kim bilir AÇILIMIN öyküsü budur belki de...
Hiç doğum yapmadım... Ama dokuz doğurdum bu günlerde... Zihnimin boşalması için teptim yolları... Böyle bir yazı kaldı geriye... Akıllı hep mi söyletecek deliye...’Hayattaki düzensizliğin sebebi, herkesin iyi bir ‘düzene’ sahip olmak istemesidir; ama kimse hayatı ‘düzenlemek’ istemiyor.’’ Nedense...
Zaman türkülerimizi derleme zamanı... Hadi ne duruyorsunuz öyle... Türküler bizimdir; vermeyiz kimselere... Saygılarımla...
YORUMLAR
o çoban yaktımı cam kırıklarıla ateşi.Merak etmedim desem yalan olur.Öyle sade bir girişle nasıl böyle toplumsal bir çözümlemeyi işlediniz.Biraz şaşırdım yine de güzel bir anlatım tarzı.Değişik bir taz görünse de sanırım sizi esir etmiş kaleminiz..köyde koyunu başkaları da güder demiş herhalde.