- 1437 Okunma
- 14 Yorum
- 0 Beğeni
BAŞBAKAN'A
Ülkesini seven sıradan bir Türk vatandaşıydı. Yıllarca hiç ara vermeden çalışmış, çabalamış ama kıt kanaat hayatını idameden başka bir başarı ya da birikimi olmamıştı. Sigorta primlerini bile yatıramamıştı kibir açığı kapatır bu zor günleri atlatırım diye. O vakitte çalışmamış görünüyor ve emekli aylığına hiçbir vakit kavuşamıyordu. Doğru dürüst iş yapmayan küçük bir dükkânı vardı. Dürüst çalışıyor ama işleri rast gitmiyordu.
Ne bilecekti zor günlerin hiç gitmeyeceğini. Ülkesinin yöneticileri basiretsiz çıkmıştı. Her gelen iktidar kazığı daha ileri sokmuştu. Asgari ücretler açlık sınırının altına inmişti. Ve ülkenin dörtte biri işsizdi. Sıkı para politikaları, partizanlıklar ve hırsızlıklar ve daha yüzlerce hata ve suiistimaller birleşip her Türk vatandaşı gibi onu da vuruyordu. Der ayı başka bir cambazlıkla tamamlıyordu. Hiçbir şeyi layığı ile yapamamanın ezikliğini yüreğimde hissediyordu. Araba ve ev anahtarı vadeden siyasetçilere evinin anahtarını da kaptırmıştı. Kötü yönetimler; Mutluluğunu, umutlarını, emeklerini ve gençliğini çalmıştı. Halen daha da çalmaktaydılar.
Cuma namazından çıkmıştı. Dükkânında Irak’ın ABD tarafından işgalini televizyondan izliyordu. “ Deccal Amerika, Yalanlarla istila ettin. Güya demokrasi getireceksin. Nereye götürdün ki! Sen ancak kan, zülüm ve sömürü götürürsün. Melek maskesinin altındaki şeytan yüzünü herkes gördü artık. Silah satmak için ayrılık, kin tohumu ekip iç savaş çıkarırsın. Bağımsızlık der bütünü lokma yaparsın. Sen niye eyaletleri ayırmıyorsun? Halkın gibi sen de obezsin. İnsanlara çip takma ve dünya hakimiyeti, gizli planlarını biliyoruz. En mutlu günüm; parçalanıp, yaptıklarınızın başınıza geldiği gün olacaktır. Dilerim bütün zalim ve sömürgeci ülkeler tarihten silinir” Diye ekrandan ABD’ye mesaj ve küfürler gönderiyordu.
Televizyonda, Cami ve Türbelere yapılan saldırı ve tacizleri gördükçe hiddetinden rengi kararıyor kalbi sıkışıyordu. En zoruna gideni de Iraklı bacılarının dolar karşılığı ABD askerleri ile yatma pazarlığı görüntüleriydi. “ah gizli güçlerim olsa da şu an orada canlı bomba olarak patlasam” diye içinden bütün samimiyeti ile arzuluyordu. Demek ki canlı bombalar böyle umutsuzluklar içinden bir gül gibi bitiyordu.
Bir süre sonra kendi acı gerçeklerine döndü. Yapmak istemiyordu ama bütçesi kaldırmıyordu artık. Cambazlık da yetmiyordu geçinebilmesine. Peş peşe ekranda açıklanan zam haberleri, derin düşünce ve kararsızlığına son verdi.
Üzüle üzüle eli telefona gitti. Yine düşündü. Elini geri çekti. İntihara teşebbüs edip de beceremeyen insan gibiydi. Nihayetlerden sonra ahizeyi kaldırıp ezberden bir numara çevirdi.
- Muratçığım, akşam gel elektriği dümenle. Evi de dümenleyeceksin bu gün.
Hoca Efendinin Cuma Namazında verdiği vaaz aklına geldi. Belki de eşeğin aklına samanı o vaaz düşürmüştü:
- Ne şekil ve sebep de olursa olsun, çalmak haramdır. Vergi kaçırmayın, Elektrik ve suyu çalmayın. Saatlere ve tartılara hile yapmayın. Düzgün ölçüm yapın ve yaptırın. Ülke ekonomisi darda. Meslek ve işlerinizde harama yönelmeyin. Çalmayın, çalmayın, çalmayın.
Diyordu Hoca Efendi.
Haksızlığa köpüren yapısı ile birden celallendi:
- Üç asgari ücretli maaşı alırsın. Lojmanda oturursun, kira, elektrik, su, yakıt ödemezsin. Cami ve kiliseler de öyle. Devlet kadın satsın, beni siksin ödesin paraları senin için fark eder mi? Tuzunuz kuru. Zekât, fitre, sadaka veremiyorum. Bütün vergilerim cezalı hatta haciz aşamasında. Hiç kurban kesemedim. Eve et kurbandan kurbana girer. Şimdilerde o da kemik geliyor. Hiçbir zaman doğru dürüst giymedik, yemedik, gezmedik. İlaç param yok diye antibiyotik alamadım ve şişen bademciklerde suyu zor yutuyorum. Çalmasam suyum da elektriğim de kesilecek. Eski makbuzlar dururken yeni zamlar geldi. Yıkanamayacak, su içemeyecek, karanlıkta kalacağız. Geridekiler dert olmasa hapis bu hayattan iyi. Para mı basacağım, gasp mı yapacağım, cinayet mi işleyeceğim çalmayıp da? Açım aç. Açın onuru da namusu da olmaz. Sizin Allah’ınız yok mu? Adamı dinden imandan etmeyin. İnsan olun da vatandaşı çalmaya mecbur etmeyin.
Kafasındaki isyan kanı dağılınca Rabbi’ne el kaldırdı:
- Affet Allah’ım. Şikâyetim sana, isyanım düzenedir. Kötü doğmadım sonradan oldum. Bir şeyleri yapıyorsam ağır tahrik değil hayati mecburiyet var Allah’ım. Yahudi’den mi, Japon’dan mı, Cani’den mi, Alman’dan mı, kimden daha az çalıştım? Kimde emeklerim? Suçum Anadolu da doğup Türk olmak mı? Artık yapılacak bir şey yoktu. Ya devlet kendine gelecek ya toplum bozulmaya ve isyana yönelecekti. Siftahsız geçen günde tek karı akşam kaçağa bağlattığı elektrik ve suları olmuştu.
Ama o, kaçaktaki enerjileri bile parasını ödüyor gibi kısıtlı kullanıyordu.
Çünkü o namuslu bir hırsızdı. İnsanlar avlanırken bile katliam yapıyordu oysa hayvanlar tok olunca avlanmıyordu. İnsan tok da olsa çalabilirdi.
O tür insanlar geldi aklına ve ürperdi “Devletim beni sömürmesin, sömürtmesin ve doyursun; gene çalarsam İdam etsin” dedi içinden.
Aspiratör, ütü, elektrikli ısıtıcı ve tost makinesi gibi zaruri olmayan aletleri kullanmıyordu. Televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi ve floransan lambaları kullanıyordu. İçine haram giren ürünlerle nasılda huzurlu oruç tutacak, çalıntı suyla abdest alıp namaz kılacaktı nasıl?
Yıllarca devletten bir şey almamış hep vermişti. Ya dükkân da kapanırsa kırk yaşından sonra nasıl iş bulacaktı bu ülkede. Zamanın başbakanı Bülent Ecevit’in önüne yazarkasasını fırlatan esnaf gibi ses getiren bir eylem ya da daha fazlasını yapacaktı her halde. Umudun bittiği yere gelmemek için dua ediyordu ama her şey içini acıtıyordu. Sorunlarına bulduğu çözümler onu mutlu etmiyordu. O artık refah ve huzur istiyordu.
Doğru dürüst uyumuyordu. Uyusa da fukaranın rüyası da fakir oluyordu. Her gün bir soru sorma hakkı olsa başbakana “ Aç insan özgür ve mutlu olabilir mi ve mezarda mı rahat yüzü göreceğiz?” diye sormak isterdi her gün. Bir soru da ben soruyorum Şu anki Başbakan’a:
Sayın Başbakanım; Emekçi ve halk aç ve perişan yatarken ve yaşarken, Siz bu durumu değiştirmek için daha ne kadar sene koltuğu işgal edeceksiniz? Ve neden hiç kimse başaramıyor diye araştırdınız mı?
BİNLERCE YILIN FAKİRLİĞİ SİZİNLE DE Mİ BİTMEYECEK?
Biter İnşallah.
YORUMLAR
Uzun bir yazı olduğu için günün geç saatinde bu kadar okunacağını dahi tahmim etmemiştim. Herkese teşekkür ederim.
Onlar nobel'li Türke küfür ve iftira edene verirler. Başlarında paralansın Nobel'leri.
Ben sizlerin tececcühünü tercih ederim.
Fikret kardeşim; Rütüklük cümleyi aslında zorlanarak yazdım. Fakat gerçek hayatta olanı fotoğraf gibi çekip yansıtmak isteğinden sansürlemedim.
Yoksa gerçek hayatta benim ağzımdan küfür değil ağır hakarat bile duyan yoktur. Ailemde de olamaz. Çevrede genç kızların dahi su gibi konuştuğuna şahit oluyorum müstehçen kelimaleri. Belki kendimize ayna tutmuş olurum.
Ben başbakana samimiyetle seslendim. Muhaliflik adına hasmahane çamur atmadım. Bunların sorumlusu sensin diyerek iftira edene kadar, hükümetsin düzelt artık dedim. Onlar başaramadıysa sen başar dedim ve diyorum.
Yani yapıcı eleştiri yapıyorum. Yapıcı eleştiri de gayet sert olabiliyormuş değilmi?
Bu gün kü yazında da aynı şey. Kardeşim; eleştiri müsbet olarak da yapılmalı. Sadece menfi yapılan eleştiri eksik ve değersiz olur.
Muhalif yazılarını bırakıp bırakmaman senin bileceğin bir şey. Bence bırakmak yerine gözlüğünü çıkar, hakkını vererek bak.
Özür dilerim. Nasıl bakarsan bak. Zenginlik adlederim. Sen kardeşimsin.
Herkese saygı ve selamlar.
Engin Bey ; ben kendimi en sivri dilli zannedip, utanmaya başlamıştım. Hatta muhalif yazılarımı bitirip yeniden hayatımı yazmaya devam etmeyi düşünüyordum. Fakat sizin bu yazınızda, hele ki bazı cümleler beni şok etti. ( Biraz da ayıp olmuş galiba )
''Devlet kadın satsın, beni siksin ödesin paraları senin için fark eder mi? ''
Aloo ! RTÜK uyuyor mu ? diyesi geliyor insanın...
Fikret TEZAL tarafından 3/25/2010 8:51:48 AM zamanında düzenlenmiştir.
Ağyar
Bu harekete yalnız uzakdoğu sporlarında değil her yerde "belden aşağı vurmak" denir. Yani "faul"
Muhalif olan diğer partiler sadece başa nasıl geçerimin hesabını değil de, gerçekten bu millete nasıl fayda sağlarımın hesabını tutsalar, bu millet hak ettiği yerde olur.
cok da dogru ve güzel bir sey demissiniz sevgili elemm.
Basa geceni kötülemekten baska bir caba göstermiyor ne halk ne de diger partiler.
güzel bir yaziydi.
yüreginize saglik.
saygilarimla
Bu partinin başa gelmesi için oy kullanmış bir fert olarak...
Ve bu gün yine şeçimlerde; oy kullanacağım tek parti alternatifim olsa da, eksikleri'nin bir hayli çok olması dolayısı ile haklılık payınız sonsuz...Sayın Başbakan mı duyar bakanları mı yakınları mı bilmem ...lakin duysun...Seçim propagandası için dağıtılan kömüre erzağa ihtiyacı yok bu Milletin....
Yine bu Millet,parti iç tüzüğünde örtüye karşı çıkıp, sokaklar da,örtü dağıtmasını, adet haline getirmiş sahtekar insanların da farkın da....
Keşke bir partiyle kalmasak demekten de kendimi alamıyor değilim...Muhalif olan diğer partiler sadece başa nasıl geçerimin hesabını değil de, gerçekten bu millete nasıl fayda sağlarımın hesabını tutsalar, bu millet hak ettiği yerde olur.
''Kendisi için istediğini kardeşi için istemedikçe gerçekten iman etmiş olmaz''(Hadis-i Şerif)...O zaman nedir bu Dünya, makam, mevki düşkünlüğü.... ÖLMEYECEKMİSİN?
Sevgili Engin, yazını dinlene dinlene okudum. Birkaç kez okuyup içime sindirdim. Hırsızın namuslusu aynen sizin dediğiniz gibi oluyor. Ben ona namuslu demeyeceğim de, çaresiz desem daha iyi olacak galiba.
İktidar olarak kim geldi ise hep aynı oldu. İnşallah başbakanımız bu yazıyı okuma şansına nail olur da, sana bizim nobel ödülünü verir:)) Hak etmişsin.
Şu Amerika'ya gelince, bizim pkk nın bitmesini istediğini hiç sanmıyorum. Amerika sizin de dediğiniz gibi, silah satarak geçimini sağlıyor. Biryandan pkk ya satacak, diğer yandan pkk ile savaşmamız için bize satacak. Yoksa neyle geçinecek terör biterse demi ya...
Güzel bir yazı idi, bence güne gelmeli ve herkes okuyabilmeli. Bazı yazılar çok kaliteli olsa bile, kaçırabiliyoruz.
Sevgilerimle...
GÜZEL KALEM.....GÜZEL USLUP..... NE DEDİĞİNİ BİLİYORDA BAZI KELİMELERDE edebül haya......yazmasada okuyan anlıyor SEVGİLİ AĞYARIN YAZDIKLARINA KATILIYORUM..... bib..yap yazmasanda biliriz..... bazı yorumları torunlar yazıyor... kurgu güzelde.... yarınki yazında göklere çıkarmıyasın..... HEM NALINA HEM MIHINA MİSALİ..... saygılar.....
Üstü küllenmiş duyguların,çilenin,gözyaşının ve küfürlerin bir üflemeyle nasıl yanmaya başladığı yazınızı okuyunca daha iyi anlaşılıyor.Ağyar dostun devekuşu hatırlatması tam yerine oturuyor.Bize küçüklükten beri hep başını kuma gömme öğretildi.Yoksa başın belaya girer denildi.Güçlü ve farklı birkalemden yeni bir yazı daha okumanın tadına vardık satırlarınızda.Tebrik ediyor,saygılar sunuyorum.
bitecek inş...eminimki bitecek bir gün....bir düşünür derki "gerçekleşmeyceğini bilseniz dahi,hayal kurun mutlaka"...hayallerimiz olmalı...iyiye dönük olarak umut etmeliyizki hayallerimiz gerçekleşsin...çünkü hayalin bir diğer adıda umuttur aslında. zaten bütün başarıların temelinde insanların hayalleri vardır....
bende dilerdim sayın Başbakanımz okusaymış bu satırları(: onun yorumu ne olurmuş acaba....sanırım hoşuna giderdi ve o tatlı tebessümünü bırakırdı bu sayfaya...
kutladım çoook...duamla.....
Herhangi bir sohbette lafın gereği siyaset kelimesi kullanıldığında daha “asil” manada kullanılırken politika ile ise bir nevi “pespaye” lik kast edilir. Bunun için çoğu aydın yazarlar “Siyaset meydanı” diyerek siyasete bir asil mana yüklerken, “politika kazanı” diyerek politika kelimesini cadı kazanı gibi çirkeflik girdabına sokar.
Sevgili Engin yazını okuyunca hem nalına hem mıhına vurlarak "siyaset" nasıl yapılırmış o duruşun izlerini gördüm. Hele, hele burada sağolsun memleket kurtarmayı kendisine görev addetmiş bazı dostları, özellikle bir tanesinin siyaset yapıyorum adına hemen, hemen her gün ısrarla ve partizanca "politika kazanında" bazen sırt üstü, bazen tosbağalama geneldede serbest stil yüzdüğünü görünce Sezarın hakkıda Engin'e gitsin diyesim geldi.
Sevgili dostum "Devekuşu" bilirmisin, niyemi sordum, öylesine işte. Anladun oni :)
Selamlar