Puslu Maviler
PUSLU MAVİLER
Omzumdan aşağı süzülüyor yalnızlığım. Sensizliğim prangalarım olmuş. Suskunluğum deşildikçe kanamaya devam ediyor. “Susma” diyorsun, gözlerimde kaybolmuşken. Konuşacak dermanım yok, dermanlarım tutuklu kalmış, ezberlerim birer yalanmış...
Bilmiyorsun; o kadar yarılmış ki yüreğim, içindekiler kurtlanmış, üzerlerini bar bağlamış. Bilmiyorsun; uyandığımda huysuzlanırım ben. Neredeyim bilemem, kiminleyim kestiremem bir türlü. Alır giderim başımı sonsuzluğa. Başım ağrılarıyla hem olmuş, sarmaş dolaşızdır ... Yine bırakmamıştır beni kuytularım, çıkıp gelmiştir kollarıma.
Bilmezsin sen; nasıldır ruhumdaki yemişler, nasıldır dallarında dururken ve düştüğünde güne inat, hayata inat doğumunu müjdeleyen yatağına. Nasıldır bilemezsin içimdeki çocuğun ağlamaklı yüzü. Korkularından geriye kalandır sevda dediği, sevmek için canını verdiği...
Bilmezsin, nasıldır kendinden korkmak ve durmak yüzüne bakarken öylece hiç hareketsiz. Sanki sen yokmuş gibi, gömülmek kalabalıklardaki yalnızlığına. Nasıldır bilemezsin; diline söz geçirmek, ama söylenmek hiç durmaksızın. Tek tek çözmek yüreğinin düğümlerini...
Vazgeçmemektir elinden gelen, dahası için söz veremediğin ama dahası için ümit ettiğin . “Gecenin bir yarısı başlarsa çığlıklarım duyman için değil, gelmen için hiç değil... görmeden seviyorsa bu yürek, duymadan da sevmesini bilir.” İşte böyle anlattın bana sevgi ne demek!.
Bana anlattıkların benim anlatamadıklarım olmuş. Sessizlikte çoğalan yanlarım sana doğru akarken, sana gelmiyormuş gibi yapmak nasıl tüketir insanı. Ama inatla tükenmemek için sıkarsın dişini. Gelmeden de sevmek sevmektir dersin, söylemeden de, duymadan da.. Saçlarıma dokunduğunda, okşadığında başımı, sana yaslanmış hatta sende kaybolmuş bir ruhun sana dokunmaması canını yakmamalı, o her haliyle sende erimiştir zaten.
Bildiklerini boş ver şimdi, ya da bilmediklerin için hayıflanma. Aktığını düşündüğün zaman seni ele geçirmeden sen yapış yakasına. Eğer ki hayat, kendi yolunu bulmaya çalışan bir nehirse; er geç senin yatağını bulup kendi iç sesini duyuracaktır dünyaya. Orada işte tam o an, gözlerinden akan yaşlar seni aciz kılmayacaktır. Aciz olduğunda yaşıyorsundur aslında. Altında ezildiklerin seni yorsa da, kemiklerinin çatırdadığını duymak duyumsayabilmek nefes alıp vermekten daha kıymetlidir benim gözümde.
Ellerin kalbin gibi örselenmiş duruyor. Dağılmaktan memnun değilim hele gördüklerin var ya, hiç görme istemiştim. Madem şahit oldun nasıl dağıldığıma ve eksildiğime, artık beni daha çok sevebilirsin. Saklayacak pek bir şey kalmamış gibi. Her iki yüzümle de sana bakıyorum. Siyahlarımı beyaza çeviriyorsun, mavilerim puslanıyor bazen, grilerim sarıya dönük... Ruhum gök kuşağını anımsatıyor. Her yağmur yağdığında teninden aşağı süzülüyorum. Bazen çenendeyim, bazen, alnında, bazen tam kalbinin üzerinde...
Ama hayat, boğazımı sıkarken bile, senden bana hızla akıp geçiyor. Delik deşik olmuşluğum hiç acıtmıyor şimdi. Artık kevgire döndüğümde ve dünya kanadığımı görmezden geldiğinde eskisi kadar çığırından çıkmıyorum. Biliyorum ki, ben pek çok kez sevildim, pek çok kez sevdim. Yürekler dolusu ben biriktirdim. Hepsini öylece sarıp sarmaladım, kendimden kaçtıklarımda oldu, kendimi kaçırdıklarımda... Ama sevgiyle açılan yaralarımı, yine kendim sardım. Saramadıklarım için sığınacak tek liman vardı, oda sen.
Talan Ayşe Kanca