- 667 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MODA/SIZ/MIŞSA...
“Her şey bir özentiyle başladı” derken bile moda tarihini ilgiyle takip ettiğimi düşünebilirsiniz. Aslında modası geçmeyen şeyleri özlüyorum… Bu sadece bir akım ama, geleneklerine sıkı sıkıya bağlı insanlar bile bir yerlerinden tutundu bu akıma… Hiç kimse sormadı “bu elbise üstüme oluyor mu diye. Eğri bir duruş sergilemeyi bile göze alıp, üstelik bunu farklılık olarak görenlerin yaptığı işler şimdilerde çok revaçta. Farkında olmadan bize benimsetilenler acaba bizi bizden uzaklaştırıyor mu?
“Moda bir sanat eseri ortaya çıkarmaktır” lafına katılıyorum. Evrenselleşebildiği ölçüde bunu kanıtlayan büyük bir akımdır hatta… İnsanlar ve özellikle onu ilgiyle takip edenler kişiliğini en güzel şekilde ifade edebilmek için bir araç olarak kullanırlar bunu… Konu ne olursa olsun anahtar sözcük budur aslında. Evet, başlarda amaç insanların iç dünyasını dışa vurabilmesiydi ancak herkes böyle düşünmedi. Özendirilmeye çalıştırıldıkları şeylerle kendilerini evlerini donatmakla kalmadılar fark etmeden düşünceleri de bu yöne kaymaya başladı. Tamamen değişmeye başladıklarını hissettiklerinde ise olay içinden çıkılamaz bir duruma gelmişti. Kültürel değerlerine yozlaşan ve aslında kendilerini anlamaya yetmeyen bir inanışın tam ortasında kimliksiz insanlar türedi… Bu aralarda “eskiye rağbet olsa bitpazarına nur yağardı” sözü sık sık tekrarlanır oldu. Şimdi amaç neydi, bindiğimiz gemi bizi istediğimiz yere götürecek miydi bu bir meçhul… Zaten amaçsız başladığımız bir işte kimliğimizi kaybetmemiz de kaçınılmazdı. Ancak ulaşmak istediğimiz bir yer varsa ve biz sürekli gelişen akımları bunun için bir araç haline getirmeyi başarabiliyorsak bu güzel. Bu sayede bizim kendi öz değerlerimize yabancılaşmamız imkânsızlaşacak. Tıpkı balığın içinde yaşadığı denizi tanıyor olması gibi. Balık hayata gelişiyle başlayan yaşam serüveninde ancak ihtiyaçları dâhilinde bir alanı kullanır. Ve hayata bu şekilde uyum sağlar… Amacı doğrultusunda açılır uçsuz maviliklere… İnsanlar da böyledir. Doğumumuzla birlikte anne babamızın bize öğrettiği felsefelerle yaşarız. Yemek yeme ve su içme adabını, haksızlıklar ve yanlışlıklar karşısında kendimizi ifade edebilme yetisini, düştüğümüzde en azından yerden kalkmaya yetebilecek özgüveni daha çocuk yaşlarda öğretirler bize. Ve böyle başlarız… Kâh uygulamalı olarak, birazını da deneme yanılma yoluyla. Yaşantımıza girmesini istediğimiz yenilikleri bu temeller üzerine kurduğumuzda modayı psikolojik tatmin vasıtası olarak görmekten uzaklaşacağız. Doğruluğuna inandığımız, bizi yansıtan gelenek ve görenekler doğrultusunda.
Düşünüyorum da şimdilerde evimizden kıyafetlerimize, yaşam şeklimizden ideallerimize, konuşmalarımızdan dinlediğimiz müziğe kadar çok şeyi değiştirmekle, zamana uymakla meşgulken daha üstün bir şeyleri yitirme olasılığımız yüzde kaçlarda? Hiç düşündünüz mü? Eskiyi boşu boşuna özlemez hiçbir insan. Ve ben de bir çok insan gibi çocukluğumdaki komşularımızı özlerim. Hele Ümit teyzenin kardeşim ve benim için hazırladığı o muhteşem yemekleri. Beraberce çıktığımız akşam yürüyüşlerini. Eskilerin sıcak samimi sohbetlerini, tatlı çekişmelerini… Sadece bir kanaldan izlediğimiz türkü programlarının tadını. Her zaman sürme çikolata alamadığımız için, annemin yaptığı ev sarellesinin vazgeçilmez lezzetini. Dalından yediğimiz kiraz, şeftali ve kayısıları… Ninemin anlattığı masallar… Ah eski insanlar, saf doğal, farklılıktan aykırılıktan, sahtelikten uzak. Bir bakışına bir ömür feda edilen sevgililer ve şimdilerde anlamı yalnızca isminde gizlenen “aşk”. Onlar bu yüzden eski toprak. Evet artık moda “uzak yaşam modası”… Ama özledikçe bir şeyleri yakalayacağımıza inanıyorum…
Gayrı ne yokluklarda var edilen ömürlük sevdalar,
Ne gaz lambasının ışığında bile
Huzurlu yaşanan zamanlar kalmamış ama;
Belki bir gün takvimler en başından başlar,
Otobüs ilk durağa geldiğinde yolcular
Sevdaları hakkını vererek yaşar…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.