Yitirmediğim Değer, Çocukluğum
Çocukluğum,
Köhnemiş, biraz da içine kapanık bir muhitin orta yerinde, hayata gözlerimi açtığımı anlatır annem. Çocukluk işte nasıl bilir ki yoksulluğu, nasıl bilebilir ki metruk bir yaşamı. Varsa yoksa en büyük eğlencem, sokaklarda bir oradan bir buraya akranlarımla koşuşturmaktı. Soluk soluğa kalmak, sonra birbirimizin yüzlerine bakıp kahkahalar atmak en büyük eğlencemizdi. Çocuktuk işte, hem de en masumundan. Ekmek parası kazanmak gibi bir derdim yoktu, izinde vermezdi zaten Peder Bey, ya temizlik, o da ne ki! Temizlikten anladığım benim kirlettiğim elbiselerimin annem tarafından yıkanmasıydı, her seferinde bir azar ile. Çocuktum işte, şanslıydım. Neden mi? Tek çocuktum da ondan. Komşularımızın bize geldiğinde konuşmalarına kulak şahidi oluyordum, isteyerek. Çocuğum ya, merak işte ne olacak başka. Ayla teyze vardı, annemin en yakın arkadaşıydı. Ondan öğrenmiştim tek çocuk olunca kıymetli olunduğunu. Ara ara hep söylerdi anneme, “yapsanıza bir tane daha, bak bu çocuk yalnız kalıyor Şadan ”. Annemin yüzü kızarır ne diyeceğini bilemezdi. Ayla teyze nereden bilebilecekti ki annemin başka çocuğu olamayacağını, ben de koca adam olduktan sonra öğrendim bu gerçeği. Kıymetliydim işte, biriciktim. Kardeşimin olmaması ilk başlarda beni rahatsız etmiyordu; lakin sonraları arkadaşlarımın her an yanımda olmamasıyla bir şeylerin eksik olduğunu hisseder olmuştum. Oyun istiyordu canım, arkadaş istiyordu, hangi çocuk oynamaktan bıkardı ki?
Günler günleri kovalardı, bir bakmışım ki aylardan sonra yıllar geçmiş olurdu. Hala çocuktum, birazcık büyüğünden. Artık anlıyordum köhnenin ne olduğunu ve biliyordum metruk bir yaşamın hayatımıza olan yansımasını. İstanbul’un gece konduları diye tabir edilen mekânlarını kendimize mesken edinmiştik. Ev içinde bahçelerimiz, tatlı tatlı meyve ağaçlarımız vardı. Bir at arabasının geçebileceği kadar, yağmurlarda çamurlaşan sokaklarımız vardı. Bunlar eskiden de vardı; ama o günlerde farklı gözlerle bakıyordum hayata. Şimdi de çocuktum, dediğim gibi biraz büyüğünden.
Okulda olduğum günlerde içinde bulunduğum ortamı daha kolay unutuyordum. Bu durum iyi miydi yoksa kötü mü aslında pekte kestiremiyordum. Bir sürü yeni arkadaş ve yeni bir mekân, evden ayrı, çamursuz ve yalnız olunmayan. Hiç tatmadığım bir heyecandı bu doğrusu, gerçi nasıl olmasın ki böyle bir heyecan, ilk kez okula gidiyordum çünkü. Siyah önlükler içinde yüzlerce çocuk arasında ben de vardım artık. Zil sesi ile başlayan bağrışmalara ben de ortak oluyordum, ben de yaşıyordum çocukluğumu sindire sindire. Okul bitip eve döndüğümde yine çamurlu yollar, bana hoş geldin diyordu. Söyleniyordum içimden “Ah yaz bir gelse”, gerçi yaz gelince de çamurlu yollar yerini tozlu yollara bırakıyordu. Hayat böyleydi işte, daha doğrusu benim hayatım. Ne kadar sıkıntım olsa da bir oyunun içine dalsam, bir uğraşım olsa, sıkıntılarımdan sıyrılıp, hayatın içinde hepsini unutuveriyordum. Çocuktum işte ve çocuklar kadar şendim.
Şimdi büyüdüm, yıllar yılları kovaladı bu sefer, rakamlar çiftleşti hayatımda. Çift rakamlı yaşamının tek biletli yolcusuyum şimdi. Çocukluğumun başlangıcındayım gibi, yalnızım ve bir oyun arıyorum. İnsan ne olursa olsun çocukluğuna geri dönüyor, aslında bitiş, yaşlılık halin de bile çocukluğa dönüş olarak tamamlanıyor. Bugün çamurlu sokaklarım yok, tozlu da değil. At arabası geçen sokaklarımın yerinde bugün dört şeritli caddeler var. Mekân farklı evlerim tek kat yerine çok katlı gökdelenlere gebe. Her şey farklılaşmış etrafımda; lakin ben hala kendi topumu oynuyorum, çocuk olmuşçasına.
Fatih Mehmet Mirza
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.