- 657 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Âmin Alayı
(Lütfen bu yazıyı dikkâtlice okuyunuz ve okutunuz)
Ben bu yazımı önemine binâen SUR Dergisi’nde yayınlanan bir makâleye tahsis ettim. Umarım beğenmeyen olmaz. Buyurun hep birlikte okuyalım.
“Artısıyla eksisiyle bir döneme damgasını vuran devlet adamlarımızdan merhum Turgut Özal, millî değerlerine sıkı sıkıya bağlı olan Japonların Batı’ya meydan okuyan ilerleyişi karşısında, 1980’li yıllarda Japon eğitim sistemine ilgi duyar. Bu sebeple inceleme ve araştırma yapmak üzere bir Japon Pedagog heyetini Türkiye’ye dâvet eder. Alanında uzman olan bu Japon heyeti, Ülkemizin çok değişik yerlerinde inceleme ve araştırmalar yapar. Görüşme ve temaslarda bulunur. Sonra da bütün bu faaliyetlerin sonuçlarını takdim etmek üzere, zamanın Millî Eğitim Bakanı Vehbi Dinçerler’le birlikte Başbakan Turgut Özal’ın huzuruna çıkarlar. Eğitim alanında uzman olan Japon heyetinin kararı kısa ve kesindir. Derler ki:
“Sizin gençlerinizde millî ve mânevi şuur yok.”
Bu karar; Başbakanlıkta bulunan Türk yetkilileri üzerinde bomba tesiri meydana getirir ve büyük bir şok yaşatır. Biraz şaşkınlık, biraz da hayret içinde:
“Nasıl yâni...? diyerek şu soru sorulur;
“Peki siz Japonlar, gençlerinize milli şuur verme adına ne yapıyorsunuz? Hangi programı, nasıl uygularsınız? ”
Bunun üzerine Japonlar ilginç, ilginç olduğu kadar da bizim açımızdan acı acı düşündürücü olan şu cevabı verirler:
“Biz sizden aldığımız -ÂMİN ALAYI- (Osmanlılarda çocuğun yaşı 4 yıl, 4 ay ve 4 gün olunca Âmin Alayı denen bir törenle eğitime başlatılırdı. Anlaşılan Japonlar bunu alarak kendilerine uygulamışlar) ile eğitime giriş yaparız. Ve ilk eğitime şok testler uygulayarak başlarız. Bu çocukları uçak kadar hızlı trenlere bindirir ve çok katlı yollardan geçiririz. En üstün teknolojiyle ve robotlarla çalışan dev fabrikaları gezdiririz. Bu baş döndürücü teknoloji karşısında sarsılan ve şok olan çocuklara deriz ki:
“Gördüğünüz bu hızlı trenleri ve üstün teknolojiyi size atalarınız yaptı. Eğer siz de daha çok çalışırsanız, daha hızlı giden ulaşım araçları yapar, daha üstün teknoloji meydana getirir, daha gelişmiş ve modern fabrikalar kurarsınız.” Daha sonra bu çocukları Hiroşima ve Nagazaki’ye götürüp gezdiririz.
“II. Dünya savaşında atom bombasıyla yerle bir edilen bu bölgeleri biz, gelecek nesillere ibret olsun diye aynen koruruz. Buraları çeşitli bilgiler vererek onlara gezdirir ve gösteririz. Atom bombasıyla hiçbir canlının ve bitkinin yaşayamaz hâle geldiğini bu yerleri çocuklarımız büyük bir dikkâtle ve hayretle seyrederler. Bu gördüklere şeyler onların tâze hâfızalarında hiçbir zaman silinemeyecek derin izler bırakır. Ve yine deriz ki:
“Eğer siz çok çalışmazsanız, vatanınızı korumaz, milletinizi sevmezseniz, birlik ve dirlik içinde olmazsanız; işte düşmanlar sizin ülkenizi bombalar, yakar, yıkar ve yaşanmaz hâle getirirler. Ama çalışırsanız, güçlü olursanız düşmanlar size saldırmaya cesaret edemezler. Vatanınız yücelir, milletiniz yükselir. Dünyadaki bütün insanlar size saygı duyarlar. Artık çalışmak ve çalışmamak konusunda kararı siz verin...”
“Bu ikinci şokla çocuklarımız kendilerine gelerek iyi ve çalışkan bir Japon olmaya doğru ilk adımı atmış olurlar. Böylece de MİLLÎ ŞUUR KAZANIRLAR.”
Tam bu sırada orada bulunan Türk yetkililerden biri:
“İyi de bizim Hiroşima, Nagazaki’miz yok ki” der.
Bunun üzerine Japon heyeti der ki:
“Sizin binlerce Hiroşima ve Nagazaki gibi değerleriniz var. Bizimkilerden daha çok etkili ve tesirli tarihî belgeleriniz var. I. Dünya savaşı içinde meydana gelen ve bir metre kareye altı bin merminin düştüğü –mermilerin havada çarpıştığı- Çanakkale zâferinin kazanıldığı bu bölge; çocuklarınız ve gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile...
Dünyanın en gelişmiş ve en güçlü ordularına karşı ve üstün teknolojiye rağmen Türkler olmazları olduruyor ve bütün dünyayı hayretler içinde bırakan bir zâfer kazanıyorlar. İmânın, azmin ve irâdenin tekniği yendiğini ispatlıyorlar. Bütün dünyaya meydan okuyorlar.
İşte sadece bu olay, bu bölge ve bu zâfer dâhi gençleriniz millî şuur kazanmalarına yetecek mahiyettedir. Bu sebeple gençlerinizi gruplar hâlinde Çanakkale’ye götürüp gezdirmelisiniz. Her Türk genci Çanakkale Savaşlarının olduğu bölgeyi mutlaka gezerek görmeli ve öğrenmelidir. Daha sonra onlara demelisiniz ki:
Sizler birlik ve beraberlik içinde çalışmazsanız, güçlü ve kuvvetli olmazsanız, düşmanlar yine Çanakkale’ye gelirler, ülkenizi işgal eder ve öz yurdunuzda hür yaşamayı size çok görürler. Ama çok çalışırsanız, birlik ve dirlik içinde olursanız, teknolojiyi yakalarsınız. Ülkenizi kalkındırır ve müreffeh bir hâle getirirsiniz.
Gençlerinize bunları telkin ettikten sonra, bu zâferin destanını en iyi şekilde ifâde eden Mehmet Âkif ERSOY’u ve onun SAFAHATI’nı okutmalısınız...”
Bu söz üzerine benim söz söylemeye kalkışmam, baklava üzerine salata yemeye benzer ki, ben bunu yapmayacağım.
Hepimize ibret ve ders olması amacıyla...
Hoşça ve dostça kalınız...
Hanifi KARA
YORUMLAR
Allah razı olsun sizden...
İşte bizim zayıf noktamız 23 Mart 2010 tarihinde yayınlanmış bu yazınız okuma sayısı ise 94 çok üzücü bir durum düşünülmesi gereken
Bu kıymetli yazı olması gereken yerde değil (Günün yazısı seçilebilirdi)
1.Anne ve baba olarak çocuklarımıza MİLLÎ ve MANEVİ ŞUUR'ları öğretsek Türkiye bu kadar bölünmezdi...
2.Gençlerimizde yeterince okuma alışkanlığı yok,okuma alışkanlığı olsaydı batıya bu kadar özenmezdi...
3.Suçlu kimler diye etrafımızda arayacak olursak yanılıyoruz suçlu bizleriz...
Selam ve dua ile