Koç'um Benim -2-
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ocaktı, Şubattı derken Mart ayını da ufak, ufak yolcu ediyoruz. Herhalde birçoğumuz ağır, ağır montlarını, kabanlarını, kazaklarını gardolaplarına kaldırıp daha hafif ceket, hırka türü şeyler giymeye başladık. Kendimden biliyorum, çok sevdiğim bir balıksırtı desenli ceketim vardır, genellikle Mart ayının son haftasında gardolabımdan çıkartır Nisan ayına onunla girerim. Hava güneşli olduğunda fazla bunaltmaz, kapalı serin olduğunda da sıcak tutar. Nisan ayı her ne kadar Mart ayı ile beraber baharın başı olarak sayılsa da kış mevsiminin giderayak soğuk şakalarına karşı teyakkuzu elden bırakmamak gerek, neme lazım.
“Hazan”ı çok sevmeme rağmen, “Bahar” ında hakkını yememem lazım. Baharın gelmesi ile tıpkı tabiattaki bütün canlılar gibi, insanlarda kendilerinde gözle görülür, hissedilir bir canlanma, kımıldanma hissederler. Kış mevsiminin haşin, hoyrat güzelliğinin yanında, insan üzerinde bıraktığı bedensel ve ruhsal kasavetin izleri silinmeye başlar baharla birlikte. Ve hemen yaklaşmakta olan tatilin programları yapılmaya başlanır. Şayet olağanüstü bir durum yoksa kimimiz memleketine gitmenin, kimimiz yazlığına kaçmanın, kimimiz de güney ve Ege sahillerinde bir tatilin maliyetinin hesabını yapar, herkes bütçesine göre.
Tatil deyince benimde herkes gibi bir sürü anım vardır. En son 2008 yılının yaz mevsiminde iki buçuk aylık ilginç bir “devre mülk” tatilim olmuştu. Her ne kadar deniz kenarında olmayan bir tatili tatilden saymasam da tatil işte. O kadar ilginç ve önemli bir tatildi ki, bu süreçte özel, tüzel bir sürü sosyal olaydan zorunlu olarak feragat etmem gerekmişti.
Şöyle bir geriye baktığımda o iki buçuk aylık “devre mülk” teki tatil sürecinde bir şekilde içinde olmam gereken bir tane nikâh töreni, iki tane düğün (birisi öz dayımın kızının), iki tane sünnet düğünü (birisi kız kardeşimin çocuklarının yani öz yeğenlerimin), iki tane davetli olduğum organizasyon-piknik-buluşma, bir Avrupa Futbol Şampiyonası, üç adet Kandil,(Regaip, Miraç ve Berat), bir Olimpiyat, bir tane Trabzonspor un maçı ve birde cenazeyi (öz amcamın hanımı sevgili Nermin yengem. Allah rahmet eylesin) pas geçmek zorunda kalmışım. Olsun ne gam, devre mülkte tatildeyiz ya.
Yalnız bu devre mülkün bazı ilginç özellikleri vardı, şöyle ki; bir kere zaman aralıkları belli değil, ne zaman devir alacağın ne zaman devir edeceğin belli değil. Öyle bir devre mülk ki ikamet edenlerin yaşı önemli değil, cinsiyeti önemli değil. Ortada herhangi bir sözleşme, senet, protokol, rezervasyon yok. Kur’a ile herkese çıkabiliyor, günün birinde ansızın size bile çıkabilir. Bize bir kere çıktı ama bir daha çıkmayacağı anlamına gelmiyor. Sanki piyango-bilmece karışımı gibi bir şey değil mi?
Evet devre mülkümüzün adı “İstanbul 70.yıl Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi” Yaklaşık 30 yıl önce, Londra asfaltı üzerinde Bakırköy’ den Ş irinevler ’e doğru giderken hemen sağda yamaçta, bedensel engellilere bir umut kapısı olarak kurulmuş. Adından da anlaşıldığı gibi fiziksel(doğuştan veya sonradan) engellilerin ruhsal ve bedensel olarak tedavi ve rehabilite edildiği bir merkez. Amaç her ne kadar tedavi etmekse de, tedavisi mümkün olmayanların bundan sonraki yaşamlarında engelleri ile beraber yaşamalarının yolunu yordamını öğretmek, teknik ve ruhsal olarak buna hazırlamak. Bizde babamızın felç geçirmesi münasebetiyle "o yaz" dönemini orada geçirmek zorunda kalmıştık.
Kısmet işte; normal ve sağlıklı her insanın ömrünün muhtelif zaman dilimlerine serpiştirilmiş yukarıda saydığım düğün-dernek-cenaze vs gibi olay halkaları, benim kum saatimin gamla yasla geçen o iki buçuk aylık hüzün bataklığında, hepsi birden tahterevalli ye binmeye kalktı şansımıza. Gizli bir “hisseli harikalar kumpanyası” sanki yalnız komedi değil dram ağırlıklı.
Dışarıda bütün bunlar olurken ben, adına “devre mülk” dediğim bu çalkantılar panayırındaki diğer komşularımızın hep beraber ama içlerinden söylediği “çile bülbülüm çile” türküsüne vokalistlik yapıyor, konser sonunda ise içimde kalan ukdelerle ya penaltı atışıyor ya da papatya falları açıyordum. Geride kalan met-cezir tufanında nihavent tebessümler, hicaz hıçkırıklara dönüşürken, Çağan Irmak’a inat “Babam ve oğlum” filmini değişik bir senaryoyla yeniden çekiyorduk canım babamla, mütevazı devre mülkümüzde. Bizimle beraber komşularımızdan kimileri “Oğlum ve babam”, “Kızım ve annem”, ,”Sevgili kocam”,”Canım arkadaşım”, “Biricik kızım”, “Abisinin kuzusu” adlı filmlerde kâh başrol, kâh yardımcı kadın veya erkek oyuncu olarak rol alıyorlardı. İşin en ilginç tarafı ortada senaryo yok, kamera yok, yönetmen yok, kameraman yok, figüran yok, dublör yok hiç kimse yok. En önemlisi prova da yok, direk doğaçlama. Sanki devre mülk değil “Hollywood” platoları. Yalnız başroller ve yardımcı karakterler var, yani “engelli hasta ve refakatçisi”
Burada, bırak yedi yaşını, yedi aylıktan yetmiş yedi yaşına kadar insanlarda felcin binbir türlüsüne şahit oldu bu gözler. Doğuştan, trafik kazaları sonucu, silahla yaralanma sonucu, yüksek bir yerden düşme sonucu, damar tıkanıklığından, beyin kanamasından, kalp krizinden, şekerden, tansiyondan, çeşitli eklem ve kas rahatsızlıklarından, ihtiyarlıktan, gençlikten, yolda yürürken (evet yanlış okumadınız yolda yürürken), işinde çalışırken bir şekilde fiziksel engelli olmuş insancıklar. İbretlik hikâyelerinin, daha “önsöz” lerinde öyle ağır romanlar saklı ki. Sanki mayın tarlalarında kimi horon tepmiş, kimisi halay çekmiş. Kimi misket oynamış, kimisi maraton koşmuş.
Nasrettin Hoca bir sonbahar günü kışa hazırlık için çatıdaki kiremitleri tamir ederken birden damdan düşüvermiş, hanımı yetişmiş komşuları koşuşmuşlar; hocam bir yerin ağrıyor mu, iyi misin, hekim çağıralım mı? Hoca, feryat figan; bırakın hekimi falan, bana çabuk damdan düşen birini bulun benim halimden anlasa, anlasa ancak o anlar demiş. Aslını sorarsanız hepsi “damdan düşmüş” , birbirlerini o kadar iyi anlıyor, rehabilite ediyorlar ki.
Adı nede olsa hastane fakat hiç o insanın içini ürküten, kasan, irkilten ilaç-serum karışımı kimyasal koku yok. Çünkü ortada hasta yok, hiç birisi hasta değil, sadece engelliler. Hasta ve refakatçilerin istirahat zamanlarında gruplar halinde, bilhassa akşamları bahçede Marmara’dan esen tatlı rüzgârların eşliğinde yapılan güncel, siyasi, sportif, bazen de yarı müstehcen hafif meşrep konulu sohbetler damakta o kadar kaymaklı şöbiyet tadı bırakıyordu ki, plastik bardaklarda içtiğimiz sallama çaylara şeker atma ihtiyacı hissetmiyorduk. İşte devre mülk deyişim bu yüzden zaten .
Bir "Cemal amca" vardı, sadece gözleriyle konuşabilen. Durumu ağır ümitsiz, taburcu edilmesine karar verildi. Soruyorum şakalaşıyorum kendisiyle “Cemal amca çıkalım mı, çıkmayalım mı, eğer çıkmayalım diyorsan gözlerini kırp, ben anlarım bizden bıktın mı bıkmadın mı” ? Hayda! Cemal amca başladı ağlamaya. Zaten kısa bir süre sonra da rahmetli oldu.
Ellerine, ayaklarına söz geçiremeyen beyinlerle, beynine söz geçiremeyen dillerin, yemek borularının, nefes borularının birbirleriyle olan ölüm kalım müsabakaları, kütükleşmiş ruhumu iki buçuk ay boyunca tesviye etti durdu. İşte bu ortamda bende felçli babama hasbelkader “KOÇ” luk yapmaya çalıştım hayata tutunma maçlarında refakatçi olarak.
Şimdi anlıyorum zamanında babamın beni niçin "Koçum benim " diye nazlattığını
O yüzden her yaz yaklaştığında o günler, oradakiler aklıma gelir, içim bir garip, bir hoş olur.
Başlık belki dikkatinizi çekmiştir, niye -2- diye, kısmet olursa bir günde -1- incisini anlatırım.
İsmet BABAOĞLU
YORUMLAR
Benim Henüz bu Edebiyat sitesi ile tanışmadığım zamanlarda yazılmış harika bir yazı.
Damdan düşen demiştin değil mi? İşte o damdan düşen hem kilometrelerce uzak hem de bir tuş mesafesi kadar yakın sana. Şu anda yazına yorum yazıyor o damdan düşen ve seni çok iyi anlıyor.
Bu damdan düşen senden çok daha yüksek bir damdan düşmüş hem de. Sen hiç olmazsa kendin sağlamsın ( Sanırım ! ) Oysa ben kendim de engelliyim ve senelerce zihinsel ve bedensel engelli bir çocuğa baktım.
Babama da aynen senin gibi...Ama babam konusu uzun sürmedi. Beni çok uğraştırmadı. İki ay içerisinde ayrılduı bu fani hayattan. Oğluma ise boşandığım annesi bakıyor artık.
Kurtuldum yani çilşe çekmekten ama bu sefer de hasret denen bir yılan geldi çöktü ki sineme o çileye binlerce şükür diyeceğim biri tekrar hayata dönse, ötekisi yanımda olsa.
İşte böyle İsmet Kardeşim.
Allah yar ve yardımcın olsun.
Yazındaki edebi üsluba ve anlatım mükemmelliğine hayran olmamak mümkünn değil.
Selam sevgi ve dualarımla.
Ağyar
Eyvallah
Selamlar, saygılar
Ben sizi nasıl kaçırdım...
Gecikmiş tebriğimi kabul edin.
Hastahaneler hep içimi burkmuştur. Hele yaşlı ve çocukları biçare yatarken görmek. İşim dolayısıyla o kadar engelliyle iç içeyim ki, yazınız hiç yabancı gelmedi bana. Babacığınız iyidir inşallah...Rabbim tüm biçare hastalara acil şifalar versin.
Çok ince düşünülmüş, yaşanmış, orjinal bir anı yazısı...Hep diyorum, lütfen iyiler daha sık yazsın, meydan fikir hırsızlarına kalmasın...Sevgi ve selam ile...
Ağyar
Dediğiniz gibi mevlam hepsine şifa versin, bizede imtihanı geçmeyi nasip etsin. Zira bütün bunları birer imtihan olarak görüyorum. Sınıfta kalmayalımda yeter, varsın notumuz "pekiyi" olmasın da "geçer" olsun.
Saygılar, selamlar
Hayirli bir evlat yetistirebilmek bu dünyada biraktigimiz en büyük hazinedir..
Allah sabir versin, baba/siz'lik kötüdür elbet ama ne mutlu ki sizin gibi bir evlat tarafindan son nefesine kadar hosnut tutulmus.
Allah bizlerinde ve sizlerinde hayirlisini versin hakkinda.
Saygilarimla,kutluyorum vefali yüreginizi.
Ağyar
Değerli yorumunuz ve alakanız için çok teşekkür ediyorum
Saygı bizden, selamlar
FARKLI BİR ÜSLUP...İNSANINN BEYNİNİ OKŞAYAN MİZAHİ BİR TARZ...
GÜNE GELEN YAZI VE YAZARINI KUTLARIM...
SELAM VE SAYGILAR DOST KALEM...
Ağyar
henüz tanışmasakta bir göz aşinalığımız var sanırım ;)
gösterdiğin ilgi ve tebriğin için çok teşekkür ediyorum, sağolasın
Saygı bizden, selamlar
Ağyar
Çok teşekkür ediyorum efendim, sağolun
Saygı bizden, selamlar
İçinde insanı çok derin yakalayan fakat yaşamdan hoş bir gülümseme gibi sunan kaleminizi tebrik ediyorum.
Saygılarımla...
Ağyar
Çok teşekkür ediyorum, ilgin ve tebriğin için
Saygı bizden, selamlar
Çok güzeldi Ağyar okutmuşsunuz kaleminiz
tebrikler yakıştığı yerde
........selamlarımla
Ağyar
Çok teşekkür ederim "yakıştığı yerde" diyorsun, sağolsun dostların gösterdiği muhabbet sayesinde.
Saygılar, selamlar
Ne kadar ince dokunuşlar var, yüreğin dile gelişi bu kadar mı güzel olur......:Hayran kaldım samimiyetinize...
Ağyar
Değerli yorumunuz ve iltifatlarınız için teşekkür ediyorum, Saygılar, selamlar
Ağyar
Gösterdiğin alaka ve beğenilerin için çok teşekkür ediyorum, Şileye selamlar ;)
Davidoff
Yerinde duran sadece pijamalı deniz feneri,kimbilir birgün yaşlandı diye onu da söküp atarlar.
Yorumlardaki kalem kullanma ustalığınız bu yazıda da çok şık düşmüş satırlara. Gözleminiz, bu gözlemi anlatış şekliniz taktire şayan. Her ne kadar olayın içeriği hüzün hamuruna bulanmışsa da, sizin kendinize haz mizahi anlatımınla yüzümde tebessüler eksik olmadı. Bu arada Nermin teyzenize rahmet ve babanıza da acil şifalar dilerim.
Güne düşen bu güzel yazınızı ve siz değerli dostu gönülden tebrik ederim.
Ağyar
Bende yeni çıkardığın kitabın için seni tebrik ediyorum, başarılarının devamlı ve kalıcı olmasını temenni ediyorum.
Selamlar
Mustafa Sakarya
ismet bey,hicivle bir gerçeği buluşturmuşsunuz,toplumumuzda varlıkları kayda alınmayan engelli insanlarımızın hayata tutunmak adına verdikleri mücadeleleleri kaç kişi biliyor çok merak ediyorum.Konuya değinmeniz bile başlı başına bir duyarlılık.
Ağyar
Gösterdiğiniz alaka ve değerli yorumunuz için çok teşekkür ediyorum
Saygılar, selamlar
Çok haklısınız,bugün şükür iyiyiz ama yarın ne olacağımızı kimse bilemez...Dediğiniz gibi yolda yürürken,oturuken,uyurken...Yine de hepimizi Allah korusun...Allah'tan gelene de maalesef birşey diyemiyoruz...Çok zor 2.5 ay geçirmişsiniz.İnsanın o tür yerlerde hastanelerde bir kere oturup,bin kere şükredesi geliyor...Ve ne kadar ufak konuları dert ettiğimizi daha net görebiliyoruz...
Çok sürükleyici bir anlatımla aktardıklarınız tam bir ibretlik öykü niteliğinde...Babacığınıza acil şifalar diliyorum...Bütün engellilerin ve hastaların Allah yardımcıları olsun...Yüreğinize sağlık...
Ayrıca günün yazısı olacak nitelikteymiş ve hakkını bulmuş...Sevgi ve saygılarımla
Ağyar
İlginize ve temennilerinize çok teşekkür ediyorum. Dediğiniz gibi bırakın yarını bir saniye sonramız için garantimiz yok. Fakat tüm olanlara rağmen şükredecek çok şey var, bu yüzden hayat devam etmeli.
Sevgi saygı bizden, selamlar
Ağyar
Saygı bizden, selamlar
İsmet kardeşim, yazının yanına _2 yazmanız bana birincisini epey arattı vallahi.
Sayfanın altına baktım, üstüne baktım, neredeyse gidip şiir bölümüne bakacaktım ki, dur şu yazıyı bir okuyayım da, ondan sonra birincisini bulurum dedim. Keşki birinciyi arayana kadar yazıyı okusaydım.
Çok güzel bir yazı. İnce bir yürek, yumuşak bir kalem, akıcı bir üslup ve 10 numaralık bir yazı.
Madde 1- babanın hayırlı evladısın.
Madde 2- çok güzel yazmışsın.
Ee bu kadar maddeli bir yazıyı kutlamak gerek. Kutlarım...
Sevgi ve saygılarımla...
Ağyar
Sevgili Emine Hanım desenize sizi de yorduk bazı arkadaşlar gibi, hakkınız helal edin.
Aslında kafamda yazıyı kurguladığımda çok daha uzundu, biliyorsunuz bizim buralarda fazla uzun yazı arada resim olmayınca hiç çekilmez :). Mecburen zihnimde bölmek zorunda kaldım, dedim daha sonrada vakit bulursam başını da yazarım. Bu yüzden geriye dönük olarak kapıyı aralık bırakmak manasında yazılmış bir nottu işte, kafanızı karıştırdığım için özür dilerim.
Değerlendirmenizde sıraladığınız sitem, iltifat, tebrik ve temennileriniz için ayrı, ayrı teşekkür ediyorum. Çok sağolun.
Sevgi saygı bizden, selamlar
yıl 1997 Beş buçuk aylık bir hastane serüveninden gözü yaşlı, bedeni bitmiş, hayata tutunmak için çıkar yol arayan bir beyin ile çıkmış evime gelmiştim. Eve geleli henüz iki gün olmuştu. Bir telefon. Eşimin amcasının oğlu trafik kazası geçirmiş, hayatından umut kesilmiş Ankara'da Trafşk hastanesinde yatıyormuş. Haber gece yirmi üğç sıralarında geldi ve biz yarım ssatlik bir hazırlıktan sonra, özel oto ile sekiz saatlik yola çıktık Sinop'tan, Ankaraya. Tam yirmi iki gün, Trabzon kopmu, Trafik hastanesinin önü almıyor kalabalığı. Sonunda amcmıızn oğlu hayata tutundu ve biz bir ay gibi bişr süreden sonra evimize geldik. Artık biraz dinleneiriz diye düşünüyoruz. Kayın pederim fındık toplamak için Ankara'dan Trabzona yola çıkıyor ve Çoruma bir kaç kilo metre kala kalp krizi geçiiryor ve Corum devlat hatsanesine kaldıırlıyor. Döer gün önce gelmiştik ankara'dan ve yine bu kötü haberi gece alıyorduk. Tekrar yola çıktık Çoruma gitmek için. Kendim hastayım ama eşimi de yalnız bırakamam. Oğlum henüz on yaşında. Çorum devlet hastanesine vardığımızda, yine trabzon'dan duyan hastane bahçesini dolduurmuş. Tam onbeş gün, kalacak yer yok, her yer dolu, babamızı göremiyoruz. Başka bir ile gitmesi imknasız. Doktorlar izin vermiyor. Ve biz parklarda, sandalye üstlerinde sabahlıyoruz. On beş gün sonra doktorlar Ankara Yüksek İhtisas hastanesine sevk ediyorlar ve orada tedavisi devam edecek. Oraya geldiğimizde amliyata alınıyor ve uzun süre yine nöbet devam ediyor.
Yazınız beni o günlere götürdü. Tabi bundan sonra olan olayları yazmak bile istemiyorum. Çünkü aynı yıl içinde iki dayım kalp krizi geçiriyor biri hayata devam ediyor birini ise kaybediyorum. Öyle büyük acılar yaşanıyor ki insan bqazen o acıları beyninden silip atmak istiyor ama olmuyor küçük bir kelimede her şey yeniden hafızalara gelip yerleşiveriyor.
Çok güzeld ama aynı zamanda ok da hüzünlüydü yazınız. Saygılar yüreğinize
Y
Ağyar
Bu gibi durumlarda hep şu sözle teselli bulurum “Beterin beteri var, haline şükret İsmet” , Allah beterin den korusun, yoksa bu yaşananlar da hayatın olmazsa olmaz bir başka yüzü.
Değerli yorumunuz için teşekkürler, saygı bizden, enişte beye selamlar
***
"Başlık belki dikkatinizi çekmiştir, niye -2- diye, kısmet olursa bir günde -1- incisini anlatırım."
***
Gerçekten de Trabzon'luymuşsunuz.Saflıkla yazılarınız arasında 1. sini aradım.2. sini okurken fransız kalmayayım diye.
Ama inanın içimden "Ula habu Laz şakasu olmasun" da geçti.Sonuçta yedim mi yedim.
Neyse ,aklıma bir radyo programında dinlediğim taklitli,esprili bir aktarım geldi.
Otobüs muavini,eline mikrofonu almış(nereden gelip,nereye gidiyor,demeyeceğum)konuşuyor:
-Sayın yolcularumuz,Terme Toğanay tesuslerine gelmiş bulunmaktayız...Aha da geçtuk orayı!
Biz de geçmişiz birincisini...
Yazınızı severek okudum.Her şey insan için derler ya şaşırmamak lazım.Yaşantımızdan enstanteneler.Güzellik o ki,herkez "kendi" gözünden gördüğünü anlatıyor.
Varolun hep.Selam,saygı.
Ağyar
Saygı bizden, selamlar
Pardon bir şey sorayım. Pendikte Boşnak mahallesinden” Veysel Albayrak” diye birisini tanır mısın, onlarda Boşnak muhaciri, kendisi yukarıda adı geçen rahmetli Nermin yengemin damadı olur, yani eniştemiz. Sizinde orada oturduğunuzu okumuştum, öylesine sorayım dedim. Tekrar selamlar.
Ağyar
Saygılar, selamlar
hayat nasıl doğaçlamaysa / ansızın gelen ve bizi sarmalayan anılar bütünlüğü / yazınız da öyle doğaçlamaydı içten samimice..
Ağyar
Sevgili Aysu hemşerim, alakana ve değerli yorumun için çok teşekkürler. Yazı içeriği ile yorumunuz takdirinizdir karışmam, lakin şu “samimice” şeklindeki değerlendirmenizde kendime kefil olabilirim ;).
Eyvallah, saygılar, selamlar
lacivertiğnedenlik
İsmet bey,yazınız,anlatımınız harika ,içerik hüzünlü.Babanız inşallah tamamen iyileşmiştir.Daha sık yazarsanız,bu nüktedan kalemden yararlanmış oluruz,saygılar.
Ağyar
Alakanız için ayrı teşekkür ediyorum benim saygıdeğer Paşa'lı hemşehrim.
Saygı bizden, selamlar
Tek kelime ile
KUSURSUZ.
Bence
GÜNÜN YAZISI.
Nedeni:
Yazıda merhametle titreyen bir YÜREK unutmuşsun İsmet kardeşim.
Olsa yuznumara verecektim ama yok. 10 Numara. Valla 10 Numara.
Sevgi ve selamlar.
Ağyar
“ula beni sağda solda nafele yere şişirupta, havaya sokma, bi daha olmasun ona gore :)”
Benim mütevazı hemşerim, dostum inan çok çok teşekkür ediyorum, Sağ olasın
Selamlar
bu kalemin şiirleri yazıları heleki yorumları okunduktan sonra fitil işlemez kamanın açtığı kapanmaz yara gibi....nereden bulur nasıl yazar.... anlaşılmaz...bir muamma.....boşalmıyan sarnıç gibi tepeleme dolu.....keskin bir uç......müstehcenliği bile edebül haya içinde sunarken kırbaç gibi ıslık çalarak son darbeyi indiriyor.....bazıları vardır sana çıkan ikramiyeyi müjdelemek için koşarak gelince terslenir ağyar bir felaket haberini verirken bile...sevilir ......değişik ve taklidi mümkün olmayan bir kalem....hayran olunası bir karizma.....
Ağyar
İltifatlarınıza ve alakanıza çok teşekkür ediyorum sağolun Saygılar, selamlar
İtiraf 1: İlk kez bir yazınızı okuyorum.
İtiraf 2: Kaçırdıklarım için pişmanım...
Çok güzel bir anlatım dı...Teşekkür ediyorum...
Saygılarımla..
Engin Tatlıtürk
Bu adam çok iyi. Hicvin ve neşenin tonları onda.
Kalite garantili yazıları var.
Selamlar.
Ağyar
İtiraf 2: Sizin canınız sağolsun Eser Hanım ;)
Alakanız ve beğeniniz için asıl ben teşekkür ediyorum.
Saygı bizden, selamlar
bende neden ilkini görmemişim diye hayıflanmıştım:))
güzeldi anlatım
kutlarım yazarı
saygılarımla
Ağyar
Saygı bizden, selamlar