- 1781 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
İLAHİYATÇILARIN TOPLUMA KARŞI GÖREVLERİ
Toplum, insanların biraya gelerek oluşturdukları; gurup, cemaat, cemiyet, topluluk gibi anlamlara gelir. İnsanlar dünyada yaşıyorlarsa ve kendilerini de bu dünyada yaşamayı zorunlu görüyorlarsa, tabii ki bir takım problemlerle karşılaşacaklardır.
Toplumun problemleri artarak yığılırsa, o cemiyetin ya da toplumun temel ilkeleri sarsılarak yıkıma doğru hızla gidecektir. Kavimlerin aşırılıkları ve dengesizlikleri, nasıl o kavimlerin helak olmalarına neden olduysa, günümüzdeki benzer aşırılıklar ve dengesizlikler de yaşadığımız toplumu çökertecektir.
Bizden önceki kavimlerin aşırılıkları ve dengesizlikleri yüce kitabımız Kur’ân’ı Kerim’de bizlere apaçık bir şekilde zikredilmektedir. Bu aşırılığa kaçan kavimlerden biri de Lut kavmidir. Lut kavmine, yüce Allah şöyle hitap etmiştir: “Lut’un kavmi de elçileri yalanlamıştı. Kardeşleri Lut, bir zamanlar onlara şöyle demişti: ‘Siz, hiç Allah’tan sakınmaz mısınız? Doğrusu ben sizlere gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Öyleyse Allah’ın gazabından kendinizi koruyun. Ve bana itaat edin. Bunun için sizden bir karşılık da istemiyorum. Benim ecrim ancak âlemlerin Rabbine aittir. Rabbinizin sizler için yarattığı eşleri bırakıp da insanlardan erkeklere mi yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz Allah’ın haddini aşmış, oldukça azgın bir kavmisiniz. (Onlar) Ey Lut! Eğer son vermezsen, elbette sürgün edilenlerden olacaksın, dediler. Ben sizin yaptıklarınızdan tiksiniyorum dedi. Rabbim beni ve yakınlarımı onların yaptıklarından kurtar.’ Onu ve yakınlarını tüm kurtardık. Sadece geride kalanlar içindeki bir kocakarı hariç, sonra diğerlerini yerle bir ettik. Üzerlerine şiddetli bir yağmur yağdırdık. Uyarılmışların yağmuru ne kötüdür… İşte bunda da bir ibret vardır. Fakat onların çoğu yine de inanmış değildir.” (Şuara, 160-174.)
Hz İbrahim’in kavminin problemi, puta tapmaktı ve yüce Allah’ın emirlerini kendi heva ve hevesleri doğrultusunda yaşamaya çalışmaktı. Hz. Şuayb’ın kavminin problemi, ölçü ve tartıda hile yapmaları ve adalette ölçüsüz davranmalarıydı. Hz. Musa’nın kavminin problemleri de sihre inanmaları ve bu sihirde yüce Allah’a ait özellikleri aramaya çalışmalarıydı. Yine bu kavmin hatası, Firavunun yanlış düşünceleri etrafında kenetlenmeleri ve bunu doğru olarak görmeleriydi. Bu zulümden çıkış yolu aramamaları da onları çaresiz bırakmıştı. Son peygamber Hz Muhammed (sav)’in kavminin problemi ise; puta tapmak, zina yapmak, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek, hırsızlık yapmak, namuslu kadınlara iftira atmak ve kast sistemi oluşturmaktır. Kapitalist düşüncenin temellerini oluşturan bu görüşlere karşı son peygamber, bütün bu sorunları çözmek ve toplumun hastalığını yok etmek için uğraştı. Bu problemleri çözmek için elinden gelen mücadeleyi verdi…
Allah’tan ancak hakkıyla âlimler korkar. (Fâtır, 28.) Âlimler, peygamberlerin varisleridir. (Ebû Dâvûd, İlim, 1)
İlim adamaları, çeşitli evrelerden geçerek toplumun hastalıklardan kurtulması için mücadele etmişlerdir. Görüldüğü gibi çeşitli zamanlarda yüce Allah, toplumun hastalıklardan kurtulması için peygamberler göndermiştir. Peygamberler ya o toplumun problemlerini çözmüşler ya da kavimleri o peygamberlere isyan ederek yüce yaratıcının ilahi mesajlarına karşı çıkmışlardır. Peygamberler, çeşitli işkencelere maruz kalarak yurtlarından hicret etmek zorunda bırakılmışlardır. Kavimlerin çoğu da Allah’a ve onun peygamberlerine isyan etmişlerdir. Bu isyan etmeleri sonucu da helak olmuşlardır.
Toplumun problemleri ve sorunları asla bitmeyecektir. Bu ümmetin üzerinden toplu helak kaldırılmıştır. Bizden önceki kavimlerin başlarına gelen musibetlere sebep olan bütün hastalıklar, günümüzde de mevcuttur. İlahiyatçılar, bu duruma müdahale ederek toplumu bu hastalıklardan kurtarabilir.
Toplumun problemlerini çözmede ilahiyatçılar artık merkez olmak durumundadır. Tıpkı çemberin çember, dairenin daire olmasını sağlayan, o merkez noktası misali. İlahiyatçılar, İslam’ı anlatma konusunda toplumun merkez noktası, bir sıçrama tahtası ve hareket noktasıdır. Kendilerini buna göre ayarlamak ve hazırlamak durumundadırlar. Merkez yanlış tayin edilirse, hastalıklı toplum umutsuz bir boşluğa doğru yuvarlanır.
Belli bir grubu veya cemaati merkez noktası görenler; o cemaat, cemiyet ve gurup kadar dünyayı tanıyacaktır. Kısaca dünyası, o cemaat, cemiyet veya gurup olacaktır.
Peki, böyle bir toplumda ilahiyatçının fonksiyonu ne olabilir? İlahiyatçılar; Kur’ân ve Sünnet çizgisinden ayrılmayarak ve tolumun yanlışlıklarını tedricen düzelterek yola çıkabilir. İhtilaflı konular bir tarafa bırakılarak, ittifak edilen konulardan yola çıkılması en isabetli karardır.
Toplumun ilahiyatçılardan beklentileri vardır. Henüz yeni yıkılmaya başlayan tabu konularını, ilahiyatçılar hızla çökertecektir. İslam dini ve İslam dinine hizmet eden insanları küçük düşürücü söylemleri, fıkraları ve bütün yapılan yanlışlıkları topluma anlatarak işe başlayabilirler.
İlahiyatçının pedagojik formasyonu çok iyi bilmesi gerekir. Avama ve yüksek tedrisat yapanlara nasıl hitap edileceği, günün ihtiyaçlarına göre nasıl konuşulacağı ve konuşmaların yer ve zamanı; konuşma ve konuşma üsluplarının nasıl olması gerektiği konularında kendini yetiştirmesi gerekir. Durmadan okumak ve kendini daima yenilemek, gerektiğinde de yazarak toplumu aydınlatmak zorundadır.
İlahiyatçının her şeyden önce anlattıklarını yaşaması gerekir. “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niye söylersiniz? Yapmayacağınız bir şeyi söylemek, Allah katında nefret edilen bir şeydir. (Saf, 2-3.) Yapmadıklarını başkalarına yaptırmaya kalkışmak iyi değildir. İlahiyatçılar; kendilerini dinleyen, örnek alan kişilere güven vermelidirler. Kendileri doğruları yapmalılar ki, başkaları da onlara bakarak güzel ameller yapsınlar. İnsanlara güven vermeyen, alaycı konuşmalardan uzak durmalıdırlar.
İlahiyatçıların öğretmen ve öğrenci ilişkisi mükemmel olmalıdır. Öğrenciler dertlerini onlara rahatça, hiç çekinmeden anlatmalıdırlar. Onlar da öğrencilerin sorunlarını hiç çekinmeden çözmeye çalışmalıdırlar. Öğrencileri kendilerinden soğutucu davranışlardan kaçınmalıdırlar. Öğrencilere; bir arkadaş, bir ağabey ve bir baba gibi yaklaşmalıdırlar.
İlahiyatçılar, yaptıkları konuşmaları, yazdıkları yazıları kesinlikle delillere dayandırarak yapmalıdırlar. Hurafelerden uzak durmalıdırlar. Masallar, destanlar; abuk sabuk fıkralarla halkı oyalamaya kalkışmamalıdırlar. Halk artık eskisi gibi değil, delilsiz yapılan konuşmaları ve yazılan yazıları pek kale almamaktadır.
İlahiyatçıların halkla kucaklaşması gerekir. Halkla aralarında uçurumlar olmamalıdır. Kendilerinin onlardan biri olduğunu halka daima göstermelidirler. Onların zaman zaman sofralarına oturmalıdırlar. Onların dertlerini paylaşarak onların dertleriyle dertlenmelidirler…
İlahiyatçıların toplumun ihtiyaçlarına göre çözüm üretmeleri gerekir. Günlük meselelerde, İslami kaynaklara dayanarak delillerle fetvalar vermelidirler. Halkın kafasını kurcalayan konularda, halk aydınlatılmalıdır.
Toplumun gelenek ve göreneklerine karşı saygılı olmalıdırlar. Kur’ân ve Sünnete aykırı olmayan örf ve adetler hakkında kötü şeyler söylenmemeli, aksine desteklenmelidir. Müzik, televizyon, sinema, bilgisayar tiyatro vb. konularda İslam’ın bu konulara bakış açısı hakkında halkı aydınlatmalıdırlar.
İlahiyatçı, çözüm üretirken bu çözümler yakın vadeli, gündelik olmamalıdır. Evet, gündelik çözümler de vardır elbette. Ancak gündelik çözümle, uzun vadeli çözümler birbirine karıştırılmamalıdır. Çözüm üretirken, geçmişle gelecek arasında bir köprü kurmalıdırlar. Geçmiş olaylardan ders alma özelliğine bakarak, toplum üzerinde geçmiş olayların, ne gibi faydaları vardır diye, bu olaylardan topluma ders çıkarmalıdırlar.
Her yerde ve her zaman bir iş yaparken, yüce Allah’ın rızası gözetilmelidir. İnsanlara iyiliği emredip, kötülüklerden sakındırırken, Allah rızası daima ön planda olmalıdır. Zorlaştırıcı değil, kolaylaştırıcı olmalıdır. Nefret ettirici değil, sevdirici olmalıdır.
Toplumun sorunları hepimizin içindedir, bunu çözmek de hepimize düşer. İlahiyatçılar, bütün bu sorunları çözerken yüce yaratıcın kendilerinin daima yanlarında olduğunu unutmamalıdırlar. İnsanların problemlerini çözerken, onların her birinin yaratılış özelliklerinin göz önünde bulundurulması gerekir. Her insan özeldir ve bir dünyadır. Herkesin huyu, suyu değişiktir. Her insan, İslam fıtratı üzere doğar. Bu yüzden insanların; dili, dini, rengi, cinsi ve ırkı ne olursa olsun, biz onlara sevgiyle yaklaşmalıyız ve İslam’ın güzelliklerini onlara anlatmalıyız.
İlahiyatçılar İslam’ın güzelliklerini, güçleri oranında her yere anlatmalıdırlar. İnsanlar, İslam’ın güzelliklerini gördüklerinde ona koşacaklardır. İslam bir yardımlaşma dinidir. İslam’da zekât müessesi vardır. Zekât da fakirin hakkıdır. Aynı zamanda zekât malın temizliğidir de. Yapılan yardımların karşılığı, Allah katında ahirette bol bol verilecektir.
Kur’an’daki peygamber kıssalarına bakacak olursak, yüce Allah Firavuna karşı Hz. Musa’yı, Nemrut’a karşı Hz. İbrahim’i, Mekke müşriklerine karşı da Hz. Muhammed’i korumuştur. Yüce Allah’ın dinine yardım edene, yüce Allah daima yardım etmiştir. Ayrıca ahirette de, inanları cennetle ödüllendireceğini müjdelemiştir. Bize düşen görev, geçmişte yaşamış peygamberlerin izinden giderek, yüce yaratanımızı memnun edip, ebedi olarak cennete kavuşmak olmalıdır.
Yüce Allah, son peygamber olarak Hz. Muhammed’i, son din olarak İslam’ı ve son kitap olarak da Kur’an’ı Kerim’i göndermiştir. Biz de yüce yaratanımızın son gönderdiklerine sıkı sıkı sarılarak ve yaşayarak ebedi güzergâhımız olan cennete ulaşabiliriz…
Dünyada yapılan bütün zülüm ve işkencelere karşı durmak ilahiyatçının görevi olmalıdır. Kur’an ve Sünnete gereği gibi eğilerek yaşamak gerekir. Kur’an, sadece mezarlıklarda ve resmi merasimlerde okunmak için inmemiştir. Kur’an’ı anlamak ve yaşamak gerekir. Yüce yaratanımızın rızasını ancak o zaman kazanabiliriz. İbadetlerimizi de büyük bir huşu içinde eda etmeliyiz. Unutmayın ki bu dünya hayatı geçicidir, ahret âlemi ise ebedir. Ne mutlu iki dünyasını da kazananlara…
05.02.2010
Akdağmadeni
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.