- 1706 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÖZGÜRLÜK
ÖZGÜRLÜK
Güneş henüz yeni doğuyordu. İnsan yeni doğan güneş ışığına bakarak göz bnayosu yapabilirdi. Sefer’de öyle yaptı.
Balkondaydı. Gözünü bir müddettir güneşte tutuyordu. Öylece dinleniyordu.
İskenderun uyanmaya başlarken insanlar Orhantepe’de okuluna giden öğrenciler, memurlar, bakkaldan sabah ekmeği almaya gelenler, işine gitmek için otobüs bekleyenlerdi.
Altı apartmanın bir arada olduğu yer Sefer’in kaldığı yerdi.
Vakit gelmişti. Dağa hiç çıkmamış o sivri kayalıklardan aşağıya hiç bakmamıştı. Kim bilir o yükseklikten manzara niceydi. Bir taraftan deniz diğer taraftan aynı anda göremediği alanların küçülerek önüne gelmesi.
Hazırlandı. Üzerini değiştirdi. Yanına azık olarak hazır üç adet hamburger ve birkaç kutu kola aldı.
Evdekiler uyuyordu. Ses yapmadan evden çıktı. Merdivenlerden yavaşça indi. Yokuş aşağı yoldan ilerlemeye başladı.
İçi içine sığmıyordu. Ne dert, ne tasa, ne hüzün. İnsanın sevmediği o şeyler birden kaybolmuştu.
Portakal bahçelerinden geçerken tarih yaşıyordu. Binlerce yıl öncesi gelmiş O’na ‘Burada dinazorlar da yaşadı. Toprağa akmış zamanları gör.’ Diye esrarı önüne seriyordu.
Sefer bu kadar çok eskiye gitmişti. İlerlerken diğer dağın kayalıklarına baktı. Esrar oralardan da akıyordu. İlk zamanlardan bu yana sürekli bekleyen kayalıklar bütün zamanlara şahitti. O kayalıklar toprak gibi değişmemiş tuttuğu zamanı bırakmamıştı.
Dağın henüz göbeğindeydi. Yarık kayayı hiç böyle görmemişti. Göründüğü gibi efsanelere konu olan geniş ve büyük kayalık sanki kılıçla ikiye ayrılmış gibiydi. Kayalıkların birbirinden ayrılış düzenleri onu gösteriyordu. Kimi insanlar buranın Hazreti Ali’nin kılıcı ile ikiye ayrıldığına inanıyordu. Onlar için burası kutsal bir yerdi.
Sefer tekrar tırmanışa geçti. Önündeki çam ağaçları da olmasa dikkati toplanacak daha da yorulacaktı. Ağaçlar onu eğliyordu.
Çam ağaçları dağdaki zirvenin bitişine doğru yoğunlaşıyordu. Sefer ilk zirveye yaklaşınca arkasında bir köyün olduğunu fark etti. Birkaç portakal ağacı, ağaçları sulamak için açılmış arıklar ve bir iki ev.
Sefer bahçeye girince evin birinin avlusunda insanların oturduğunu gördü. İçlerinden yaşlıca olanı tanıyordu. Yaşlı amca arada bir merkebi ile Abacılı, Orhantepe ve Akçay’a iner yaptığı pekmezi satardı.
O yaşlı adam seslendi. “Gel buraya. Gel de yemek yiyelim.”
Sefer “Sağ olun. Yemek için gelirsem geç kalırım. Gece olursa dağdan aşağıya inemem.”
Yaşlı “O zaman bu gece burada kalırsan. Gel hele.”
Sefer “Müsaade edin ben gideyim.” Diye ısrar etti.
Yaşlı “İyi sen bilirsin.” Dedi. Sefer de yoluna devam etti.
Az sonra karşısına yine portakal bahçesi çıktı. Bahçenin arkasından yukarıya doğru kayalık yükseliyordu. Bahçeyi geçip kayalıkların yanına geldi. Azığını beline bağlayıp bir dağcı gibi dik kayalıktan tırmanmaya başladı.
Yükseklik fazla değildi. Biraz uğraştan sonra tepedeydi. Taşın birine oturdu. Etrafına baktı. Sigara yaktı. Bir müddet sigarasını içti. Acıkmıştı. Azığını açıp hamburgerini yemeye başladı.
Dağdaki yaşantıyı düşünüyordu. Her yer özgürlük ile donanmıştı. İnsanın buralara adım atması ile özgürlük ona bulaşacaktı. Dağdaki bu ıssızlığı her şeye tercih edebilirdi.
Keyfin farkına varıyordu. Manzaraya teslim oldu. Hamburgerini zevkle ısırdı. Kolasını zevkle içti. Aklına kuru ekmek, zeytin peynir geldi. Onlar belki daha asillerdi ama çoğu kişi lükse koşuyordu. Hamburger yine de nimetti. Olsun Sefer elindekine lütfedilmiş yiyecek gözüyle baktı. Ne kadar lükse düşman olsa da arada bir onu yaşamak lazımdı. Değilse insan geride yaşamadıklarına pişman olabilirdi.
Dağdan inme vakti gelmişti. Sefer uzun sürecek bir inişi araba yolundan değil daha kestirme olan dağ aşağı başlattı.
Dağdan yeni inmişti. Terinden kurtulmak için balkonda dinleniyordu. Geziden keyif alsa da bir hayli yorulmuştu. Enerji doluydu. Bunu ancak yine gezerek üzerinden atabilirdi.
Yerinden kalktı. Kıyafetlerini değiştirdi. Evden çıktı.
Akşamdı. İskenderun’nun sahilinde insanlar otobüs durağı ile Emirgan çay bahçesi arasının oluşturduğu uzun yürüyüş parkurunda geziyorlardı.
Sahilin çay bahçeleri insan kaynıyordu. Bahçelerin kiminde düğün, kiminde konser var, kiminde insanlar oturmuş topluca tavla oynuyor, içkilerini içiyorlar, kiminde topluca maç izleniyor, kimisi kız ve erkek birlikte, karı ve koca birlikte.
Sahildeki lamba ışıkları gezenlerin arasından mum ışığı kıvamında akıyordu. Bu romantik hava sadece yürüyüş parkurundaydı.
İnsan kalabalığının içi coşkuların en büyüğünü yaşatıyordu. Sefer kalabalığın içinde kendine bazen bir entelektüel, bazen bir turist, bazen de bir manken süsü veriyordu.
Yorulmuştu. Bankın birine oturdu. Denizin kokusu ve sesi üzerindeki enerjiyi yavaş yavaş alıyordu. Sefer uzun süre bankta kaldı. Banktan ancak son otobüsü kaçırma endişe ile kalkabildi. Öyle olsaydı birkaç kilometrelik yolu gecenin bir vakti yürümek zorunda kalacaktı. Bunu çok yapmıştı Ama şimdi bunun hiç sırası değildi.
Yerinden kalktı. Otobüs durağına doğru yürüdü.Az sonra otobüs ile çarşıdan çıkıp Orhantepe’ye evine doğru uzaklaşıp gitti.
Balkondaydı. Karşıki apartmanda oturan sevgilisini gözetliyordu. Onun balkona çıkmasını ve kendini fark etmesini bekledi durdu. Sevgilisi balkona çıkmadı. Sefer o an dağların üzerindeki yıldızlara daldı gitti. Az önce oradaydı. Şimdi yıldızlara doğru ilerliyordu.
Tuna Mustafa Yaşar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.