- 1305 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
GÜDÜK CAMIZ
Ayşe, daha ellerindeki kınaları solmamış, taze bir gelin. Köy yerinde mal/maşat oğul/uşak her canlının faydalandığı tek çeşme vardı ve evlerine de hayli uzaktı çeşme. Ayşe gelin, küçük sıpacığı Arap’ın sırtına heybeyi vurdu, heybenin iki gözüne testileri yerleştirdi, önüne de koca camızı kattı, çeşmenin yoluna koyuldu. Bir elinde sıpanın yularının ipi, diğerinde kirmanı ve yün torbası, aheste aheste çeşmeye gidiyorlar. Baktı kirmanını rahat eğiremiyor, aklına cin gibi bir fikir geldi Ayşe gelinin.
-“Çeşmeye daha epeyce yol var, hayvancıklar da uslu uslu gidiyorlar. Sıpanın ipini, öndeki camızın kuyruğuna bağlayayım da kirmanı rahat rahat eğireyim çeşmeye kadar!”
Sıpanın ipini, öndeki koca camızın kuyruğuna bağladı, onlar önde gelin hanım arkada çeşme yolundalar. Tam düzlüğe çıkmışlar, çeşme görünmüştü ki kızılca kıyamet koptu aniden. Suyu gören ihtiyar camız, adeta genç ve azgın bir boğaya dönüşmüş, deli danalar gibi çeşmeye doğru koşmaya başlamıştı.
-“Durun, durun! Cavurun malları durun!”
Ayşe gelinin dediklerini duyan yok, dörtnala hücum çeşmeye. Camızın kuyruğuna bağlı sıpacık da ardında. Camızı yetişmek ne mümkün, yerlerde sürüklenmeye başladı zavallı. Ayşe gelin ne yapacağını şaşırmıştı.
-“Durun, kaçmayın, gidinin hayvanları kaçmayın!”
Camız suyu gördü bir kere, dur/çüş dinler mi artık! Neyse ki zavallı sıpacığın ipi koptu da yerde sürünmekten kurtuldu. Kurtuldu ama özellikle ön kısımları ve dizleri kan revan içinde kalmıştı ve yerden kalkamadı. Cmız ise, olanlara aldırmadan çeşme aharına çoktan varmıştı, kuyruğunda ipin yarısı ile. Gelin hanım elindeki kirmanı ve yün torbasını fırlattığı gibi koştu sıpacığın yanına. Kıpkızıl kanayan yaralarını, çeşmenin ayağındaki kara balçık çamurlarla sıvadı, yüzülen derileri temizledi. Çamur tedavisinden sonra sıpacık ayağa kalktı, sendeleye sendeleye çeşmeye vardı, suyu içtikten snra, biraz daha kendine geldi. Ayşe gelin, camızın kuyruğunda kalan ipi de çözdü ama ip kuyruğun sonuna kadar deriyi sıyırmıştı. Kuyruğa da çamur kürü uyguladıktan sonra kırılan testileri heybeden çıkardı, kenara fırlattı, heybeyi de omuzuna attı ve geldiklerinden daha ağır bir tempo ile evin yolunu tuttular. Bereket versin yol tenhaydı, bu hem üzücü hem de komik olayı gören/duyan olmadı. Yoksa, Ayşe gelin kadınların dilinden nasıl kurtulurdu?
-“Kız, bu gelinde de hiç akıl yokmuş! İnsan hiç camıza güvenir de kuyruğuna zavallı sıpacığı bağlar mı? Bundan karı olmaz kız! Adamın iki yakasını bir araya getirmez bu kancık valla!”
Ayşe Gelin, olacakları düşünerek sessizce evine dönmüş, etrafı toparlamış, kuyruğu yaralı camızı karanlık ahıra kapatmış, yemeğini de hazırlamış, çiftten gelecek kocası Köse Ahmet’i bekliyor. İşte, o da göründü. Köse Ahmet, yorgun/argın gün batımına doğru çiftten dönmüştü. Ayşe gelin, elinde sıcak suibriği, kocasının elini ayağına su döküyor. İlk gün Köse Ahmet durumu pek anlayamadı ama ikinci gün camızın kuyruğunu fark etti.
-“Ayşe kız, bu camızın kuyruğuna ne oldu ?”
-“Valla ben de anlayamadım Ahmedim. Kuyruğundaki keneleri atmak için, damdaki taş duvara sürtünmüş herhalde!
-“Yaa!? Demek öyle! Hadi şu ayaklarıma da su döküver, yemeğimizi yiyelim, valla karnım zil çalıyor, zil! Akşama kadar öküzlerin ardında öldüm /bittim be! Bu kızıl topraklı tarlayı sürmek amma da zormuş yahu! O çıkına koyduğun peynirleri de kuşlar aşırmış, bana kala kala iki dilim kuru ekmek kalmış!”
-“Ahmedim, sıcacık tarhana çorbamız hazır! Yanında da acı biberli kuru fasulye ile pilav var. Ayranı da getirdimmiydi…!”
-“Tamam! Yemekleri sayıp durma da koy sofraya, koy hadi!”
Aradan bir ay kadar geçmişti, sıpanın yaraları çabuk iyileşti ama ihtiyar camızın kuyruğu kangren olmuş kapkara kesilmişti ve bir süre sonra ucundan kopuvermişti. Ayşe gelin, camızın düşen kuyruğunu eline almış, uzunca bir süre için için ağlamıştı, çok üzülmüştü zavallı camıza. Hele camızın yan yan kendisine bakıp, ”Kuyruğumu geri istiyorum!” dercesine acı acı bağırması yok mu, unutulacak gibi değildi. Kocasına da söyleyemezdi ki. Söylese, eşek sudan gelinceye kadar dayak yiyebilirdi. Bu çeşme macerasında olan, ihtiyar camıza oldu. Ahir ömründe yeni bir lâkabı olmuştu.
-“Güdük aşağı, Güdük yukarı!”
Olayın üzerinden yıllar geçti, çoluk/çocuğa karıştılar ve ihtiyar camızda öldükten sonra, Ayşe gelin daha fazla kendini tutamadı ve acı gerçeği kocasına anlattı, o da olgunlaşmış, o eski gençliğindeki gibi sabırsız değildi.
-“Olur be hanım! Sen benim başımdan neler geçti bir bilsen? O sıpacığın anası, nasıl öldü zannediyorsun? Sırtına odun sararken, huysuzluk edince elimdeki sopayı öfkeyle bir vurdum ki! Allah taksiratımızı affetsin!”
-“Âmin!”
Ali Aksakal
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.