- 1762 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
Üzümü Sever misiniz
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
_ Kapı gıcırtısı mıydı uykumdan uyandıran, yoksa rüyada gördüğüm çocukluğum muydu bilemedim.Yatağımda sağımdan , soluma dönerken ağırlaşan hareketlerim daha da yaşlanmış olduğumun işaretiydi..."
Hey gidi gençlik hey!Bir zamanlar koşarken yürüdüğümü zanneden şu çürümeye yüz tutmuş bedenim...
"Nasıl da nankörleşiverdin" deyip gözlerimi tavana diktim.
Sokak lambasının ışığıyla aydınlanan yatak odamda, gölgem duvara yansımıştı.
Cılızlaşmış ,ufalmıştım.Kamburum yoktu ama ne fark ederdi ki?
Sonuçta altmışına merdiven dayamış biriydim .
Hemen hemen yarım saatten beri, başımda bir ağrı oluşmuştu .
Düşüncelerimle kırıştırmaktan vaz geçip yataktan kalktım, mutfağa gittim.Çekmeceden bir ağrı kesici aldım,içtim.Uykum kaçmıştı.
Salona geçip televizyonu açtım.Elimdeki kumandayla kanalları dolaşırken antreden bir ses geldi...
Yavaşça sesin geldiği yöne doğru gittim.Işığın düğmesine basıp, yaktım.
"Bismillah deestur!" dedim.
Karşımda üzüm yeşili gözleri ile henüz yavru sayılacak ıslak, sarı tüylü, bir kedi duruyordu.
Kedi beni görünce kıpırdamamıştı bile.Yoksa şeytan kılığına bürünen bir yaratık mıydı?
Ürpermiştim... O ise inatla karşımda durmuş bana bakıyordu ...Salona doğru geri geri giderken;
"pisst pisst, uyuz kedi! "diye seslendim.
Geliyordu... Yavaş adımlarla bana doğru yaklaşıyordu.O esnada nerden geldi, içeriye nasıl girdi acaba ?diye düşünürken...
Oturma odamın balkon kapısı çarparak kapandı.
Akşam üzeri çamaşırları asmak için balkona çıktığımı hatırladım.
O an anladım ki ; Kedi aralık kapıdan içeriye girmiş.İkinci katta oturuyordum.
Fakat kediler için tırmanmak hiç de zor değildi.En azından içim rahattı artık...
Yine de balkon kapısını kilitlemem gerekir diye düşündüm.
Sanki yokmuş gibi davranıp kedinin yanından hızla geçip, odaya gittim.
Tam ışığı yakacağım sırada elektrikler kesildi.Yine korkmaya başlamıştım, gençken korkak bir yaradılışa sahip değildim.
Ama yaşlandıkça ve yalnız kaldıkça korkunun sinsiliğine esir olmuştum.Kedi arkamdan gelmiş kısık kısık miyavlamaya başlamıştı.
Dışarıda hava yağmurluydu.Islanması da bu yüzdendi herhalde...
"Gel gel bakalım.Sen de korkuyorsun belki de...Oyy! Pek de küçüksün kıyamam sana ."dedim.Karşımdaki kedi bile olsa konuşmak korkumu hafifletmişti. Bir yandan dokunmamaya çalışıyor, bir yandan ise onu kucağıma alıp , sevmek istiyordum .
Fakat ’sokak kedileri her zaman mikrop taşımaya müsaitdir.’diye düşünüp, bu isteğimden vazgeçtim.
Çok geçmeden elektrikler geldi.Bu süre içinde kediye isim bile bulmuştum.Üzüm! En sevdiğim meyvenin ismiydi...
Bu kedicik öylesine sevimli ve uysaldı ki onu süt içerken dakikalarca izlemek tüm hüzünlerimi sonbaharda savrulup, rüzgarların peşine takılan sarı yapraklar gibi alıp götürüyordu...Pembe dilini usulca süt kabının içine daldırıyor,ağzınınüstündeki ince bıyıklarına süt bulaştırıyordu.Ona özel önlükler ,ve ara sıra ağzını silmek için eski kumaşlardan kesip,diktiğim peçeteler bile hazırlamıştım.Üzüm, benim çocuğum gibiydi artık...bir kaç gün sonra sabah erkenden balkondaki çamaşırları toplarken üzüm , balkon korkuluklarının arasından sokaktaki çöp bidonlarının içine dalan kedileri izliyor, miyavlıyordu.Komşumun sekiz yaşındaki oğlu onu görünce "Aa...Nedime Teysee! Bu kedi manav Kamil Amcanın, kedisi ’Bacı’nın yavrusu değil mi?Demek Üzüm, bizim semt manavının kedisinin yavrularından biriymiş...Buna sevinmiştim.
Ara sıra onu annesinin yanına da gotürecektim.Kim bilir nasıl sevineceklerdi birbirlerini görünce...
Kocam üç yıl önce rahmetli olmuştu.Ben de hayata eskisi kadar sıcak bakamıyordum.Bu yüzden gerek duymadıkça dışarıya pek çıkmıyordum.. Ara sıra aynı apartmanda bulunan komşularımla görüşmekten başka sosyal yaşantım yoktu.Çok nadir dışarıya çıkıyordum.Bir gün kasaba giderken Manav Kamil,yüksek sesle;
"Nedime Hanım Teyze ! Bizim Bacı’nın yavrusunu almışsınız ,doğru mu!?diye sordu.
"Evet, o minik kedi daha önce sizinmiş.Ama meraklanmayın ona çok iyi bakıyorum."dedim.
"Yok merak etmedim zaten. Ama o kedi biraz hastalıklı gibiydi,dikkat etseniz iyi olur"diye üsteleyince dayanamadım sordum.
"Hastalıklı mı, nasıl yani?"
"Valla bizim çocuklardan birini tırmalamıştı.Bu yüzden geçen gün elimde sopayla onu epey kovaladım...Haberiniz olsun aniden saldırganlaşabiliyor yani..."
"Peki dikkat ederim evladım. Şimdi kasaba gitmeliyim ... Üzüm’e ciğer ve dalak alacağım."
"Üzüm mü? Kedinin adını Üzüm mü bıraktınız ?! Nedime Hanım Teyze..."
"Evet. Güzel isim değil mi?" Dedim ve gülümsedim.
"Hı...Güzel ...Güzel . Allah ...Allah! Üzümden tiksineceğim nerdeyse..." diye iğrenerek mırıldandığını görünce;
"Anlamadım evladım birşey mi dedin?" diye üsteledim.
Aslında gayet iyi anlamıştım.Anlamazdan gelerek onu daha çok çileden çıkartmıştım. Ardından şikayet edercesine ;
"Off!Off. Nedime Hanım Teyze... Uyuz kediye bula bula Üzüm ismini bulmuşsunuz, siz yine de ciğere filan alıştırmayın derim. Sokak kedisi ne anlar dalaktan ,ciğerden falan.Yediğiniz yemek artıklarından verin yeter.Boşu boşuna masraf etmeyin bence."
Adamın konuşma tarzından hoşlanmamıştım,ama içimden ’ ya sabır! ’ çekip ;
"Minnacık kedinin masrafından ne olacak ki evladım . Haydi sana hayırlı işler!" der demez hızla yanından uzaklaşıp, kasap dükkanından içeriye girdim.
Rahmetli eşimden bir ev ve emekli maaşı kalmıştı. İki kızım da evliydi. Büyük kızım Funda ilk bebeğine yedi aylık hamileydi. Bir gün onu ziyarete gittim. Üzüm’ü evde bırakmıştım.Kızım yatıya kalmam için ısrar edince direttim.
"Eve gideceğim Üzüm yalnız. Aç, susuz kalırsa üzülürüm ." dedim.
Nerdeyse akşam olmak üzereydi. Oldukça uzak bir semtte oturuyordum. O sıralar eklem ağrılarım artmıştı.Yol yürümek beni mahvediyordu ama otobüs durağına doğru yürümeye mecburdum... Elimde Funda’nın hazırladığı kurabiye torbası ve omuz çantam vardı.İçindekiler adımlarım arttıkça ağırlaşıyordu.Durağa nihayet varmıştım ki; bineceğim otobüsün hareket ettiğini gördüm.El salladım , durun! diye bağırdım ama şoför beni almadan çekti gitti...
Çok sıkılmıştım. Hava da serinlemiş üzerimdeki yün örmesi hırkam beni ısıtmaya yetersiz gelmişti.Durakta bekleyen bir delikanlıya yaklaşıp sordum;
"Çocuğum, bir sonraki otobüs ne zaman gelir acaba?"
Beni umursamaz bir tavırla başını sağa sola çevirip ;
"Bilemem Teyze. Ben danışma değilim."dedi.
Yüreğim burkulmuştu...İçimi çektim,kaderine razı bir halde otobüs beklemeye devam ettim.
Uzun süre sonra nihayet bir otobüs geldi .Tam önümde durdu.Bu süre zarfında arkamda oldukça kalabalık bir insan topluluğu kuyruk oluşturmuştu. Arkamdakilerden biri belimden öyle bir iteledi ki; canım ruhumdan çıkacak sandım.
"Acele etsene ya!" diye bağırması da üstüne tuz biber olmuştu. Sağ ayağımı otobüsün basamağına atar atmaz bir itiş kakış başladı.Titreyen ellerimle omuz çantamı açıp,para cüzdanımı çıkarttım.Bir yandan da kızımın verdiği poşeti tutmaya çalışıyordum.Zaman mı çok değişmişti, insanlık mı vicdandan yana yoksullaşmıştı. Otobüsten ininceye dek kalabalığın içinde ayakta yolculuk yaptım.Gençler oturuyor ben ve benim yaşımdakiler ise onların bu merhametsizlik saçan taze yüzlerine üzgün , acılı gözlerle bakıyorduk... Gençlik gerçekten de acınası hale gelmişti..Otobüs durağa gelince tüm aceleyle indim.
Çok yorulmuştum biran evvel evime gitmeyi istiyordum.Üzüm’ü de çok özlemiştim.Onun sıcak bakışlarını minnacık burnunu çok özlemiştim..Kaldırımdan yokuş aşağı inerken birden bire dengemi yitirip,elimdeki poşetle yere yuvarlandım...Hastane odasında gözlerimi açtığımda.Yanıbaşımdaki yatakta sırt üstü yatan kadınla gözgöze geldim.Bileğinde serum iğnesi takılıydı tebessüm ederek "geçmiş olsun Hanım ."deyince hafızamda düşme sahnem belirdi. Ayağa kalkmak için yatakta doğrulmaya çalışırken kalçamda müthiş bir acı hissettim. Bana acıyan gözlerle bakan kadına;
"Ne zamandan beri burdayım, doktor nerde?! diye bağırdığımda;
" hareket etme kalçanda kırık varmış."dedi.
Günlerce alçıda kaldım...Hastaneden taburcu edildiğim gün dünyaya yeniden geldiğimi hissetmiştim. Beni eve gotürmek için, küçük kızım Hande ve damadım Erol hastaneye birlikte gelmişlerdi...
Arabadan inip apartmana girdiğimizde.Komşularımdan bazıları daha merdivenlerdeyken geçmiş olsun dileklerinde bulundular.Ben ise bir an önce evime girmek için sabırsızlanıyordum.Damadım anahtarla kapıyı açar açmaz içeriye girdim.
"Üzüm! Üzüm yavrucuğum!Bak ben geldim, diye seslendim.Ama salondaki minderli yatağında bıraktığım kedimden hiç bir ses çıkmadı.Kızıma Üzüm nerede ? hani ona iyi bakıyordunuz? Kızım sessizliğini koruyup ,cevap veremeyince...
Nerde benim yeşil gözlü Üzüm tanem! ’ diye seslendim. Bir tuhaflık olduğunu sezmiştim.Odaları tek tek aradım, bakmadığım yer kalmadı.Mutfağa , balkona çıkıp, ta aşağıya bahçenin en kuytu yerlerine kadar dikkatle baktım.Yok ...Yok...Salona geri döndüm.Etrafa umutsuz gözlerle bakmaya başladım.Üzüm’den geriye her zaman oynadığı beyaz yün yumağı ve süt kabı duruyordu.Ağlamaya başlamıştım. İçimi bir yağmur sağanağı doldurmuş gibiydi.Ağladıkça gözyaşlarım yanaklarıma ,dudaklarıma akıyor. Her damlada Üzüm’ün nazlı miyavlayışı kulaklarıma ayaz soğuğu, yüreğime çiğ tanesi olup düşüveriyordu...
Günler sonra ilk defa sokağa çıkıp hava almak istemiştim.Üzüm’le birlikte gittiğim park da bir banka yığılırcasına oturdum.Onun toprağın üzerinde yuvarlanışını, diğer kedilerle oynarken güç gösterisinde bulunma çabalarını, kuyruğunu minik patileriyle yakalamaya çalışmasını hatırladığımda hıçkırıklarım boğazımdan dışarıya fışkırdı adeta...Parktan ayrılıp, ana caddenin olduğu yere çıktım. Mendilim sırılsıklam olmuştu.Hava güzeldi ama benim ruhum karanlık bir yolda yürüyor gibiydi.Aniden küçük bir çocuk yanıma yaklaştı.Bir elinde sarı ,beyaz çizgileri olan patlamış küçük lastik topu . Diğer elinde ise bir salkım üzüm tutuyordu. Biraz ürkek yanıma yaklaştı ve;
"Teyze bana para verir misin?Elindeki topu gösterip ;
"topum patladı da yeni bir top alacağım dedi.Yanına yaklaştım.Elimle başını okşadım ve;
"Senin, annen baban yok mu, neden dileniyorsun bakayım?"diye sorduğumda ;
" İşte tam karşı taraftalar bak!
"diye seslenip, park çıkışındaki kaldırımın üzerine mukavva serip , yere çömelmiş dilencileri gösterdi...Çocuğa acımıştım.Çocuk her yerde çocuktu işte... Para cüzdanımdan birkaç kuruş çıkartıp avucuna bıraktım. Yoluma devam ettim.
Daha bir kaç adım atmıştımki çocuk ’teyze teyze!’ diye seslenip peşim sıra arkamdan koşarak geldi. İçimden;
"Parayı az buldu galiba ?" diye düşünürken karşıma geçip mahçup bir gülümsemeyle elinde tuttuğu üzüm salkımını bana uzattı ve ...
Üzümü sever misiniz? dedi.
- SON-
Nurcan Talay
YORUMLAR
Ben yazınızı okumak için çok geç kalmışım. Kutluyorum yazınızı çok güzel kaleme almışsınız. Ama yaşananları hiç kutlamıyorum. Çünkü git gide insanlığımız ölüyor gibi, bizler biraz can vermeye çalışıyoruz ama maalesef otobüslerde büyüklerine yer vermeyenleri ve kaba saba insanları kutlamıyorum. Onlara yazıklar olsun diyorum. Saygılarımla...
***
"Hı...Güzel ...Güzel . Allah ...Allah! Üzümden tiksineceğim nerdeyse..." diye iğrenerek mırıldandığını ...
--------
"Çocuğum, bir sonraki otobüs ne zaman gelir acaba?"
Beni umursamaz bir tavırla başını sağa sola çevirip ;
"Bilemem Teyze. Ben danışma değilim."dedi.
***
Maalesef yeni vatandaş profili bu.Bruce Villes'i bilirsiniz.Amerikalı aktör.
Bariz,apaçık "Amerikalı" yı işleyen,budur! diyen en çarpıcı karakter.
Diyaloglarından:
-Çok yorgunum ve yolumu kaybettim,bilirsiniz...
Sözünü bitirmeden arkasını dönüyor,Bruce:
-Beni ilgilendirmez bayım!
Bir başka filminde,B.Villes'a soruyor:
-Beni sırtımdan vurmazsın değil mi?
Amerikalı,amerikan cevabını veriyor:
-Daha kötülerini de yaptım.
Türk insanının yeni tipolojisi bu.
Güne düşen yazınızı kutlarım.
Varolun hep.Selam,saygı.
Kedileri ve tüm hayvanları çok seven biri olarak hüzünlendim ben de herkes gibi..O yaşta biri için ne demektir bilirim kedisini, can yoldaşını kaybetmenin ne demek olduğunu. Duraktaki ve otobüstekilerin davranışları da insan olarak incitti içimi, utandırdı insanlığımdan...
Günün yazısına ve yazarına tebrikler..
Dokunaklı içe işleyen bir anlatım,bir minik kedi ile ,yalnız yaşayan bir bayanın dostluğu;gittikçe duyarsızlaşan gençliğin,ileriki yılları düşünmeden,çevrelerindeki anneleri yaşındakı insanlara duygusuz davranışı çok güzel gözlemlenip,öyküleştirilmiş.Duyarlı yüreğinize sağlık,saygılarımla.