0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
755
Okunma
Önüne gelen her konuda ahkam kesmeye o kadar alışık ki dediğim anda nerden biliyorsun sorusunu duyar gibi oluyorum. Nerden mi biliyorum; Hani meşhur “iki körün dolma yemesini anlatan” bir fıkra vardır, işte oradan biliyorum.
İnsanın yapısı böyledir, neyi konuşuyorsa, neyi söylüyorsa neyi iddia ediyorsa aslında kendisini tarif etmededir…
Birini tenkit ettiğinde aslında tenkit ettiği kendi huyudur, birinde bir şeyi övdüğünde, aslında o kişi önemli değil, o kişideki övdüğü şey kendi sevdiğidir.
Hiç aynaya bakabildik mi acaba? Aynada kendimizi görebildik mi? Aynada gördüğümüz suret kim? Biz miyiz, yoksa bizim sıfatımız yani kimlik kartımız mı?
O görüntüyle bizi tanıyorlar, isimlendiriyorlar ama biz gerçekten o muyuz yoksa ondan bakan mı , hiç düşündük mü?
Kendi yapımızı, kendimizi ne zaman fark edebiliyoruz? Birini sevdiğimiz ya da birine kızdığımız anlarda mı? Yoksa aradan biraz zaman geçip sakinledikten sonraki düşüncelerimizde mi?
Sakin olduğumuz anlardaki kendimizi tarif ettiğimiz konuşmalar, gerçek yönümüz mü yoksa kendimizi kendimizden bile perdeleyerek, saklayarak ortaya koyduğumuz, göstermek istediğimiz yönümüz mü?
Acaba ne zaman gerçek yönümüz ortaya çıkar? Sadece öfkelendiğimiz anlarda mı? Sarhoşluk anında da gerçek kimliğimizi gösterir miyiz, ne dersiniz?
İçki, insanın içinde ne varsa dışarı çıkaran, gösteren, insanın gerçek kimliğinin ortaya çıkmasını sağlayan bir şey midir? Neden insan içince, ya ağlar, ya da çok neşelenir, düşündük mü?
Kimiz biz? Gerçekten fark edebildik mi? Hayallerimizi mi yaşıyoruz, korkularımızı mı? Bizler algılarımızın bize madde olarak tanıttığı ama gerçekte olmayan bir bedenle, bir aletle yürüyen, hareket eden, iş yapan, kendimizden bile gizli birer varlık mıyız?
Bir rüyada mıyız? Yoksa bir rüya karakterinden ibaretiz de farkında mı değiliz? Bedenimize dokunduğumuzda işte dokunuyorum, gerçek madde bu diyoruz. Fakat gerçekte dokunma dediğimiz şeyde, maddeler arasında bir temas var mı? Yoksa yay aralığında enerji karşılaşmasını dokunma ve temas gibi mi algılıyoruz.
Rüya gördüğümüzde, rüyadaki bedenimiz, yatakta yatanla aynı olmasına rağmen, yataktaki beden değil! Rüyanın içindeyken ona da dokunuyoruz, rüyada iken onu da madde olarak algılıyoruz fakat uyandığımızda hayal diyoruz. Rüyadaki bedende yaşayan, korkan, üzülen, sevinen kim?
Uyandığımızda hayal dediğimiz ama yaşarken madde olarak algıladığımız rüya aleminin yeri neresi? İçimizde mi? Acaba uyanmak dediğimiz şey ölmek olarak isimlendirilebilir mi?
Rüya bedeninde öldüğümüzde bu bedende ayağa kalkıyoruz, yani ölmek uyanmaktır, ayağa kalkmaktır, diyebilir miyiz? Rüyadaki bedende öldüğümüzü hiç algılayamıyoruz, hiç acı da duymuyoruz. Hep bilgimizde olanları algılayabildiğimize göre; gerçek ölüm hakkında tecrübemizin ve bilgimizin olmamasıyla bunu ilişkilendirebilir miyiz?
Bilgimizde olan ölüm istenmeyen ve “çok acı” nitelemesine sahip olduğundan mı rüyada biri bizi öldürmek istediğinde çok korkuyoruz? Rüyanın hayal olduğunu ve ölümün olmadığı bilgisine sahip olsaydık, rüyayı yaşarken bu korku şekillenir miydi?
Yaşadığımız bu hayatta içinde olduğumuz bir rüya olabilir mi? Bu rüyadaki maddelere de buradan uyandığımız zaman hayalmiş diyecek miyiz acaba? Bu soruların cevabını verebilmek tecrübe ya da akıl ötesi bilgiyle mi ancak mümkün olabilir? Bu konuda tecrübe olmayacağına göre, akıl ötesi bilgi, “ölmeden önce ölmek” haliyle mi kazanılır acaba?
Akıl sadece kendisinde bir bilgi varsa söylenen kelimeleri algılayabiliyorsa, bu konuda bilgi olmadığında söylenenleri kabul etmek ve ya reddetmek neye göre bir insanda şekillenebiliyor.
Bir insana güzel bir gül gördüm dediğinizde onun hayalinde dikeniyle, yaprağıyla, farklı renkleriyle güller şekillenir. Oysaki siz ne renkten, ne dikenden ne de yapraktan bahsetmişsinizdir. Bu durum, söylenen sözde gerçekte bir anlam olmadığını, anlamın onu duyanda mevcut olduğunu gösterir. Öncesinden hiçbir bilgisi olmayan bir konuda bir şey söylediğinizde ise (örn, kaf dağının ardından bir görüntü) karşıdakinin hayalinde bir şey canlanır mı, canlanırsa nedir? Böyle bir şey söylendiğinde insanların bir kısmı kabul ederken diğer bir kısmı ise kabul etmez. Bu durum sizce neyi anlatmadadır?
Konuyu her yönden değişik sorularla çoğaltmak mümkün ama insanın da kendiyle baş başa kalıp derinlemesine düşünmeye ihtiyacı olduğu da bir gerçek. O yüzden güne bazen düşündüren, bazen de tebessüm ettiren sorularla başlamak istedim.
Haddimi aşmışsam okuyanların affına sığınıyorum, gönlünüz neşeli, gününüz aydın olsun.
Saygılarımla
Almuti