Eflatun_Mor
(Eflatun bir çelişki içerisinde bocalamanın manasızlığındaki sırda, buhran aramak ne kadar doğru? Ya da güneşsiz bir günde güneşin olduğunu bilerek ondan mahrum kalmak…
Bulutsuz gölgeleri olur mu gündüzlerin?
Ey göğün sarı kızı!
Üşütürmüş kışları, saklı gülüşlerin. )
Gümüş gerdanının tılsımlı nakışları solmuşçasına, pek durgun bakıyordu, ipek saçların ışıltısına. Dağınık fuzuli bir gıyap tahtında, ayakları gıdaklayan bir huzursuzluğun kaşıntısında, pek de zavallı olan bedenini tırmalayan bu pençelerin sahibini bulmak için, kaç saltanat daha feda etmeliydi? _“Eflatun-mor karışımı bir rengin ziyası, hazine olur mu? “, diyerek çıldırmaya yüz tutmuş, yosun artığı gibi şaşkınca küfleniyordu ruhu. Altından daha değerli bir cevher görmemişti. Hoş. Görülebilir bir esrarsızlığı da yoktu hani. Tamamen manevi bir yelpaze, huzur!
Kimyaya göre, engebeli çukurlarda; yeşille beyazın evliliği, turkuvazın ince şahitliği, elde edemezdi, hormonların bu densiz zıtlığında, uzayan, incelen-kısalan güneş ışınları gibi parlak, mor renkli meyvesinin doğuşuna.
Biyoloji izin vermezdi eflatunun doğuşuna. Yeşil-beyaz bir dokunuşun peyda hı olamazdı, gizil fıtratında. Ya morların, bu meçhul, kamaştırıcı ahengi çeker miydi içine? Okyanusun ortasındaki hortumun, acımasız yutuşlarından farkı; bil_nefis lezzetli, parfüm olamayacak kadar doğal bir sulama yapıyordu beşer_i fani bahçesine, huzur mevkisinden.
( Eflatun_mor, devamı sandıklarda kalacak...)
Halime Erva Kılıç
"
Eflatun_Mor Yazısına Yorum Yap
"Eflatun_Mor" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.