KÖR BERBER
KÖR BERBER
Askerde şoför olan babamın tek tutkusu araba olmuş. Askerde hayalini kurduğu arabayı almak için terhisi dört gözle beklemiş. Askerlik bitince, ilk işi bir araba almak olmuş. Dedemden kalan tarlaları satarak, aldığı araba ile parmakla gösterilir kişilerden olmuş. Tarladan kazanacağını çok fazlasını arabadan alacağını hesaplamış. Kazanmışta. O yıllarda kamyonlar oldukça az olduğundan, nakliye işinin altın yılları. İyi kazanmış. Bu sayede kasabanın en güzel kızını almakta zorlanmamış. Sonra ver elini, askerliği yaptığı İstanbul’a gelmiş.
Mutlu bir evlikten sonra ben doğmuşum. Babamın sevincine diyecek yokmuş. Dokuz yaşına da iken, babam İzmir’de bir iş almış. Bu arada annem ile beni de yanına alarak İzmir’de bulunan akrabalarımızı ziyaret için yola çıkmışız. İstanbul, İzmir arası uzun bir yol, yollar berbat. Babam, çok iyi bir şoför olmasına rağmen, karşıdan gelen bir araca çarpmamak için direksiyonunu kırınca şarampole uçmuşuz. Babam annem orada anında hayatını kaybetmiş.
Bu kazada benim burnum bile kanamamış. Ama hiç sevinemedim. Üstelik çok korkmuştum. Arabada bulunan karpuz kırılmış elime gelmiş. Karpuz da kan kırmızı, elime geldikçe annemle babamın organları sanmıştım. Ne kadar korkuysam, bugün hala karpuz yiyemem. Anlayacağın evdekiler karpuza hasret. Artık annesiz babasız bir çocuktum. O kadar yalnız hissettim ki, kendimi. İstanbul’un kalabalığında bu duygudan hala kurtulamadım.
Memleketten amcam gelip, bizim eve yerleşti. Üç çocuklu işsiz güçsüz bir adamdı. Benimle dört çocuk olmuştu. Komşumuz berber Halil Amca, amcamın çocuklarının beni hırpalamasına dayanamazdı. Beni çok sevdiğinden, dayanamamış olacak ki, Amcamdan beni yanına çırak olarak istedi. Komşuluktan öde baba dostumuzdu. Babamla ben tıraş olmaya hep ona giderdik. Hem okulumu okuyacaktım, hem de boş zamanlarda berberde çalışacaktım. Evin kalabalığından kurtulmak hoşuma gitti. Sonra eve üç beş kuruş getirince evde itibarımda arttı. Yengem amcamdan daha çok değer vermeye başlamıştı.
Amcamın doğru dürüst işi yoktu. Bizim köylülerin biriktiği kahvede akşama kadar oturur, eksik dörtlüleri tamamlardı. İnşaat işi çıkarsa, adam eksik olursa onu da götürürlerdi. Çalışmayı sevmeyen bu adam arada bir işe çıktığı zaman evi kırıp geçilirdi. Kuzenlerim de bana imrenmeye başladı. Evden kopmak, üç beş kuruş kazanmak için İstanbul sokaklarına düştüler.
Çalıştığım dükkâna yakın Çağlayan Lisesi, Motor Meslek Lisesi gibi okulların olduğu yerdeydik. Bende okumak istiyordum. İlkokulu bitirip, ortaokulla devam edecektim. İlkokul bittiğinde elim makas tutmaya başladı. Artık tıraş olanların sırtını fırçalamanın yanında küçük çocukları ben tıraş ediyordum. Elime daha çok para geçiyor. Aldığım parayı yengeme veriyordum. O da bana bir kısmını haçlık olarak veriyor, büyük bir bölümünü alıyordu. Evdeki evlatlık muamelesi bitmiş gibiydi. Yengem kocasından çok bana saygı duyuyordu. Sizin meslekte temizlik önemlidir diyip elbiselerimi özele yıkayıp ütülüyordu.
Hiç unutmam bir gün amcamla yengem kavga etti. Amcam gece geç saatte, elimden tuttu hadi gidiyoruz dedi. Oysa yatma zamanıydı. Amcama, sen git ben gelmiyorum dedim. Zorla evden çıkartı beni. Kahveye götürdü. Ben eve gidecem diye tutturdum, dışarı çıktım. Suratıma bir tokat vurdu ki, nerden geldiğimi şaşırdım. Ulan it oğlu ben evde yokken, yerimi sen mi alacaksın demez mi! O zaman bunun ne anlama geldiğini pek anlamadım. Ketum bir çocuk olduğum için kimseye de anlatmadım. O gece başka bir akrabamıza gittim. Ertesi gün amcam yengemle barışmış. Dükkandan beni eve götürdü.
Yengem senin suratına ne oldu böyle dediğinde, düştüğümü söyledim. Bu ara da ustam yaşlanmaya başlamıştı. Kuzenlerin eli biraz para görünce hiçbiri okumadı. Bu durumda ben okuyacam diye tutturmam, ısrar etmem iyi olmayacaktı. Ustam da cahil bir adamdı. Beni hiç zorlamadığı gibi, bundan memnun olmuştu. Sanat altın bilezik deyip, beni teselli etti. Okumadım. Ama annem babamın öldüğünde duyduğum yalnızlığı bir de okumamamın ezikliği, eksikliği eklendi. Yaralı bir kuş gibi, bir zavallı olmuştum.
Yıllar su gibi giderken gençlik rüzgarı liseli gençlerle birlikte takılıyorum. Akşamları duvar yazılamaya, afiş asmaya çıkıyordum. Şişli’nin ara sokaklarında, Bomanti’ de, fabrika grevlerini ziyaretlere gidiyorum. Mitingler, yürüyüşler, gazete satışları, bildiri dağıtımları. Amcam küplere biniyor. Tek korkusu tutuklanamam değil, eve para gelmemesi. Oysa sevimli bir gençtim. Kimse beni kötü şeylere yakıştırmıyordu. Beni de öğrenci sanıyorlardı. Bu hoşuma gidiyordu.
Amcamsa başka korkular taşıyordu. Sürekli benim çocukları da kendi tarına çıkarıyorsun diyordu. Bir keresinde ta dükkana gelip, ustamın yanı da ayni sözleri tekrarlayıp durdu. Amcamın en belirgin yanı ise korkunç derecede bir solcu düşmanı idi. Komünistler yerine, Kızıl Komünistler demesiyle ünlüydü. Birde ağza alınmayacak küfürler ederdi. Amcam gittikten sonra ustam beni fırçalayacak zannettim. Ustam ise aldırma bu tavuk çobanına, dediğinde ne kadar gülmüştüm. Bu gün aklıma geldiğinde hala gülerim.
Bir gün yine yengemle tartışıp, bana hadi gidiyoruz demez mi? Oysa ben de kendimi evin çocuğu sayıyorum. Çok çok kuzenlerimden üç beş yaş büyüğüm. Amcamla evden çıktım. Anladım ki, amcam beni yengemden kıskanıyor. Korkma dedim evde senin yerini almam. Kıpkırmızı olmuştu. Hiçbir şey söylemeden, kahvenin yolunu tuttu. Bu gibi durumlarda onun tek sığınağı kahve idi. O kahveye gitti bense, gidip dükkan’da yattım. Bir hafta kadar dükkânda yatınca, yengem haber gönderdi. Amcana aldırma diyerek beni teselli etti. Amcamda haklıydı. Yetiştirme şekli bir takım kuşkuları beslemesine yetiyordu.
Siyasi olaylar o kadar yoğunlaşmıştı ki, her gün birkaç kişi vuruluyordu. Özellikle Gültepe, Çeliktepe gibi mahallelerde yoğun çatışmalar yaşanıyordu. Yengemin tek düşüncesi evlenirsem, sokaklardan da kurtulmuş olacaktım. Genç, yakışıklı sayılırdım. Yengem kafayı ablasının kızına takmış. Bana uygun olacağını düşünüyor. Ara sıra resmini gösterim, nasıl hanım biz kız olduğunu günlerce anlattı. Amcamsa bu duruma çok bozuluyordu. Evlenirsem eve gelen para yok olacak diye korkuyordu. Onu öyle tanımıştım ki, kafasından her geçeni okuyor ve yanılmıyordum.
Her siyasi örgüt bir yayın organı çıkartıyordu. Çevremdeki çoğu liseli öğrenci harıl harıl okuyor ve tartışıyordu. Derslerinden çok bu örgütsel yayınları, dersin dışında kitaplar okuyorlardı. Bende okumaya başladım. Okudukça oldukça zorlanıyordum. Bir abimiz sende gece okullarına yazılsana dediğinde. Okumaya karar verdim. Çalıştığım için dışarıdan ortaokulu bitirdim. Gençlikte insan güçlü oluyor. Zorda olsa başarmıştım. Amcamın alaysı kışkırtmamaları işime yaradı. Eve gelen para kesilmediği sürece bir sorun yoktu. Sonra mahalle arkadaşlarımla Kabataş Akşam lisesine yazıldım.
Bir gün bir baktım Yengem kuzenimle haber göndermiş beni çağırıyor. Öve öve bitiremediği ablasının kızı gelmiş. Tanıştık. Adı Menekşe, oturduğu yer de Menekşe. İstanbul’un bir ucu. Birkaç kere ben götürüp, evine bıraktım. O bir bahane ile gelirdi. Ben götürürdüm. Menekşe liseyi bitirmiş, üniversite sınavlarında başarı gösterememişti. O zamanları yeni yeni dershaneler çıkmaya başlamıştı. Ama Menekşe’nin babası da dört çocuklu bir işçi olarak dershaneye gönderememişti.
Önünde askerlik olmasına rağmen Menekşe ile evlenmeye karar verdim. Ben amcamdan kurtulacağım, Menekşe ise anne baba baskısından. Yengemin önerisi ile çok uzun olmamak kaydıyla bir nişanlılık dönemi yaşadım. Menekşe ile çıkıp İstanbul’un hemen hemen her yerini gezdim. İstanbul ne kadar güzelmiş ilk defa o zamanlar anlamıştım. Çalışmaktan gözümü açamamış bir olarak, İstanbul beni adeta büyülüyordu. Adalar, Boğaz, Kadıköy, Çamlıca, Sarıyer, Çatalca, Büyükçekmece her yeri geziyorduk. Kafaya koşmuştum. Bir araba alacağım, İstanbul’u arabamla gezeceğim. Babamdan annemden kalan kaza korkusunu da yenecektim.
Menekşe ile evlendiğimizde sade bir nikah yaptık. Ne benim, ne de onun ailesine masraf yaptıracak halimiz vardı. Şişli de bir apartmanın giriş katında bir küçük daireye yerleştik. Menekşe ile bir proje yaptık. Büyük bir dükkanın bir tarafına erkek, diğer tarafına kadın berberi yapacaktık. Bu bildiğimiz kadarı ile Türkiye çapında bir ilk olacaktı. Amacımız ailenin bütün fertlerini ağırlamaktı. Böyle bir şeye o zamanlar belediyeler izin verir mi vermez mi? Hiç araştırmamıştık. Menekşe işi öğrenmek için bir Kadın berberine de işe başladı. O zamanlar kuaför gibi kelimelere henüz alışmamıştık.
Biz bunları yaşarken, ülkemizde çok kötü şeyler oluyordu. Her gün birçok il’de insanlar öldürülüyor. Siyasi cinayetler bilim adamlarına, öğretim üyelerine kadar uzamaya başlamıştı. Bununla da yetinmeyenler kitle katliamlarına girişiyordu. Malatya, Sivas, Çorum ve en sonunda Maraş’ta korkunç bir kitlesel katliam gerçekleşmişti.
Bütün bunlara rağmen hayat devam ediyordu. Beklediğimiz gün gelmişti. Ustamdan izin aldım. Osmanbey’de bir dükkan buldum. Sahibi ile kira konusunda anlaştık. Ertesi gün mahalleden inşaatçı bir arkadaşla boya işlerini yapacağız. O gece heyecandan Menekşe ile ben uyuyamamıştık. Sabah bir gürültü ile uyandık. Apartman yöneticisi radyoyu sonuna kadar açmış. Askeri marşların, yanında ara sıra sıkıyönetim bildirisi okunuyor. Bir anlam vermemiştim. Çocukluğumdaki Kıbrıs çıkartası geldi aklıma. Savaş çıktı sandım. Hiçbir şey umurumuzda değildi. Menekşe ile ben temizlik yapacak dükkanı boyatacaktık. Evden çıktığımızda iki asker bizi durdurdu. Kardeşim haberiniz yok mu? İhtilal oldu. Dedi. Bizi evimize gönderdi.
Ne ilginçtir darbe öncesi bir arkadaş sohbetinde böyle bir olasılıktan söz etmiştik. Tahminimizde yanılamamıştık.
Apartmanda bir komşumuzu sendikacı olduğundan dolayı arama yapılırken, bende asker kaçağı olarak aldılar. Ben okuyorum dedimse de sökmedi. Askerler bu konuda çok katı idiler. Apar topar askere alındım. Devre kayıplı olarak gittiğim Hasdal da, berberliğe devam ettim.
Yeni evlenmişim, apar topar askere alınmak moralimi çok bozmuştu. Eğitim çalışmaları yorucu günlerden sonra, terhisi yaklaşan bir berberin yanına yardımcı olmuştum. Bilal isminde bir Antepli arkadaştı. Bilal’in terhisine bir aydan az bir zaman vardı. Bir gün bana bir mektup verdi. Yalvarırcasına bir ifadesi vardı. Şunu bir okusana kurban dediğinde şaşırmıştım. Bunda ne var ki, dedim. Yalvaran ifadesine rağmen anlamamıştım. Sonra anladım ki, okuryazarı yok. Burada okuma öğretmiyorlar mı dedim. Utanarak bir Ali Okulu var ama. Uzunca bir suskunluğa girdi. Utandım dedi. Bu mektubu bir şartla okurum dedim. Sana okuma yazma öğreteceğim. Öğreneceksin. Benim günüm gelmiş kurban olduğum demez mi. Kendimden emin bir şekilde senin bir mesleğin var, sen daha çabuk öğrenirsin. Dediğimde boynuma öyle bir sarıldı ki, anlatamam.
Bilal’e boş zamanlarımızda ders veriyorum. Birden çat kapı Tabur Komutanı, Binbaşı geldi. Ne yapıyorsunuz dedi. Komutana anlattım. Binbaşı, ulan Bilal sen okuma yazma bilmiyor musun? Diye bağırınca Bilal iyice utandı. Bizim Ali Okuluna niye gitmedin peki dediğinde. Bilal iyice kızarınca araya girdim. Komutanım utanmış. Deyince, Binbaşı iyice kızdı. Ulan oğlum utanacak ne var. Bak bende Sedat’tan İngilizce öğreniyorum. “Öğrenmekten hiçbir zaman utanılmaz” gibi veciz sözler söyledi. Sedat, Taburda yazıcılık yapan bir erdi. Kaç günün var senin dedi. Yirmi üç günün var Komutanım dediğinde. Binbaşı öğrenmeden seni göndermem ona göre diye bağırdı. Öğreneceksin, memleketinden bana mektup yazacaksın, anlaşıldı mı? Bilal, Binbaşı’yı emredersin diyip selamladığında bende mutlu olmuştum.
Bilal hızlı çıktı, onbeş günde okuma yazmayı söktü. Binbaşı, Bilal’i kutladı. Birde iki ciltten oluşan Atatürk’ün Nutku’nu Bilal’e hediye etti. Bana da sen iyi bir eğitimci olmalısın, bırak bu kılı tüyü demişti. Bir hedefin olsun. Bilal’in terhisi ile birlikte Binbaşının da tayini çıktı. Yıllar sonra Binbaşıyla İstanbul’da karşılaştık. Binbaşı, General olmuştu. Bana ilk söylediği öğrencini iyi okutmuşsun oldu. Şaşkınca yüzüne bakmıştım. Senin Bilal Ateist bir Doktor olmuş, yakında da profesör. İnanamadım. Ama gerçekti. Komutanım o yöreleri bilirsin, oralarda onlara öyle yalanlar anlatıyor ki, onlardan sıyrılmanın tek yolu okumaktır. Bilal fazlasını yapmış helal olsun. Ama bunun arkasında sen varsın dediğimde Komutanın gözleri ışıldadı.
Yanılmamışım Bilal ile Binbaşı uzun süre yazışmışlar. Binbaşı kısa sürede okumayı öğrendiğine göre sende bir şeyler var diyerek sürekli onu yönlendirmiş. Hatta maddi katkıda bile bulunmuş. Sürekli cesaret vermiş. Bunları adresini aldığım Bilal’den dinledim. Bilal yakışıklı bir gençti. Şansı yaver gitmiş, Kasabalarına gelen öğretmene aşık olmuş. Öğretmen de bu konuda yardımcı olmuş. Abi şanslarımı çok iyi kullandım diyordu.
Askerlik bu kadardı. Tek önemli anım bu olmuştu. Birde yarıda bıraktığım liseyi dışarıdan bitirmem için iyi bir fırsat olmuştu. İşin en kötü yanı da evci olacakken böylesi bir olanağın yasaklanmış olmasıydı. Göreve çıktığımda bir yolunu bulup, Menekşe ile görüşüyordum. Menekşe benim yarı bıraktığım işe koyulmuş, tuttuğum dükkana kadın berberi açmış. İşleri de çok iyi gidiyormuş. İçim çok rahattı. Bir an evvel askerliği bitirip ona yardım etmeliydim.
Askerden sonra ne yapıp edip dükkan açmam gerekiyordu. Menekşe’den haçlık almak oldukça zoruma gidiyordu. Baktım dükkan işi biraz zaman alacak. Bir el çantası edinip, içine berber takımları koydum. Kahvelerde insanları tıraş ederek, para kazanmaya başladım. Bu çok zor olmuştu. İnsanlar ayağına gelmiş ucuz bir berberi kaçırmak istemiyordu. Oysa kahve sahipleri böylesi bir işe pek razı olmuyordu. Kahvenin kirlenmesini istemiyorlardı. Bense kirlettiğim yeri, hatta bütün kahveyi temizlemeyi öneriyordum. Çalışanı az olan kahveler için çok iyi bir öneriydi.
Dükkan açacak kadar para biriktirdiğimde, dükkanı açtım. Menekşe’nin biraz ilerisinde açmıştım. İşler çok iyi gidiyordu. Kiradan kurtulalım diye gece gündüz çalıştık. Ev ve dükkan sahibi olmuştuk. Bu arada çıraklarımız da oluyordu. Aldığım her çırak bir şekilde okulu terk etmiş, yoksul aile çocukları idi. Onları bir şekilde ikna edip, masraflarını üstlenip, boş zamanlarda çalışmalarını sağlayıp okullarına gönderiyordum. Bir şeyi keşfetmiştim. Bu çocukların yoksulluktan başka sorunları vardı. Öğrenme güçlüğü gibi problemler yaşıyorlardı. Uzman insanlardan yardım alarak çözdüm. Çocuklardan çok aileleri bu işe çok seviniyorlarken, bende zaman zaman yalnız kalıyordum. Özellikle bayramları geç saatlere kadar çalışıyordum. Berberlik çok dikkat isteyen bir meslektir. Hem okuma merakım, hem mesleğim gözlerimi yormaya başladı. Doktora gittim. Gözlük kullanmam gerektiğini söyledi. Gözlük aldım ama bir türlü alışamadığım gibi sevmedim. Beni yaşlı bir adam gibi gösteriyordu. Birde bizim meslekte gözlüklü adama pek güven vermez diye düşünüyordum.
Yanlış yapmışım gözlüğü reddetmek pahalıya mal oldu. Göz damarlarım çatlamış. Gözlerim kanlanmaya başladığında anlatım ki, böyle geçiştirilmeyecek bir sorunla başbaşayımdım. Gözlerim ilerlemeye başlamış, gözlük kullanmaya başladım. Oysa yaşım hala gençti. Gerçi bunun böyle olacağını hissetmiştim. Bir tarihte Akira Kusosava’nın yönetmenliğini yaptığı Sovyet – Japon ortak yapımı olan Dersu Uzala isimli bir filme gitmiştim. Rusya bozkırlarında avcılık yapan yaşlanmakta olan bir adamın yaşamını anlatıyordu. Gözleri bozulan adam, mesleğini yapamaz hale geliyor. Panikliyor, kendisine kapısını açan dostluk kurduğu bir askerin evine sığınıyor. Ama hiç rahat değil. Tekrar dağlara, bozkırlara dönüyor. Bende avcının yaşadığını farklı bir boyutta yaşıyordum. Son zamanlarda birçok kişiyi kötü tıraş etmişim. Birçok kişinin de suratını kesmiştim. Duruma efkârlanıp son zamanlarda içkiyi de fazla kaçırmaya başlamıştım. Adım kör berbere çıktı. Artık kör Zeki idim.
Bakım olacak değil, genç işini seven ve de gençlere hitap eden bir kalfa bularak kendime ortak yaptım. Son yıllarda özellikle gençlik bir imaj tutturmuş gidiyor. Onları memnun edecek bir elaman bizim meslekte çok önemlidir. Artık berber yerine kuaför olmuştuk.
Birden sandalyeyi dörderince anladım, tıraş bitmişti. Saatler olsun, kusura bakma biraz kafanı şişirdim. Dediğinde biraz rahatlamış gibiydi. Sonra tekrar özür diledi. Gözlerim bozunca çenemin açıldığını söylüyorlar, umarım seni sıkmadım. Hiç önemli değil, biz dostuz; sohbette edeceğiz, dertleşeceğiz. Dediğimde çok daha rahatlamıştı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.