- 629 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SUÇ TESTİSİ
SU(Ç) TESTİSİ
Cırcır böcekleri, sivrisinek vızıltısı eşliğinde, bunaltıcı yaz geceleri.
Radyo tiyatrosu biter bitmez bastıran uyku, baş yastığa konunca kaçıverir. Aile çay bahçesi sunucusundan (Ercan Kont), kimin olduğunu bilmeden, dinleyip sevdiğim Bedri Rahmi’nin “Karadutum” şiirini. Arabesk sanatçısının yanık sesinden “Kadir mevlâm senden bir dileğim var, beni muhannete muhtaç eyleme” ve “Yandı Çukurova yandı” diyerek sıcak yaz günlerine cuk oturan türküleri ezberlemiştim bu gecelerde.
Arka komşunun pikabından taşan “Veremli Kız” uzun havasının öksürüklü hasta taklidi nakaratını; her gece aynı suskunluk, acıma, hayranlıkla dinler, dilek tutardık. Bugün işkence diyebileceğim türden müziklerden.
Sinemalar seks furyası batağında boğulmuş, bütün artistler assolist olma telâşında. Müzik adına “konuşan plaklar” diye doldurulmuş saçma sapan siyasi, cinsel içerikli seyyar dondurmacı megafonlarından çoluk çocuğun diline düşmüş garip melodiler.
Bütün bunların yanında daha sonraları şöhret olunca arabeskin acısızını(!) deneyen çay bahçesi sanatçısının türküleri nur nimetti. Her gece şans türkümüzü, şiirimizi yatağımızda dinleyerek tatlı rüyalara dalardık.
Bir gece hepsini bastıran silah sesleriyle uyandık. İki üç dört diye sayarak fırladık yataktan. Bahçe kapısından bakıyoruz, tüm komşular sokakta. Gecenin geç vakti, herkes uykulu. Merak, heyecan ve telaştan yatak kıyafetleriyle gecelikli kadınlar, çocuklar; kimi erkekler beyaz iç çamaşırları; şortlu, terlikli, yalınayak atmış kendini dışarı. “Kahveci Hakkı vurulmuş” dediler.
Büyükler birbirinin üstünü başını süzüp; kuş yuvasını andıran saçlar, çapaklı gözlerle gülüşen çocuklara yalancıktan kızarak, kollarından çekiştire dürte üç beş dakika sonra dağıldılar. Çok olağan bir şeymiş gibi sessiz sedasız herkes evine döndü, kaldığı yerden uykusuna devam etmeye.
Sabah karısı konu komşuya anlatırken duyduk. Kahveye gelen gençlerden biri ayağından vurmuştu Hakkı’yı. İyiymiş, hastanedeymiş. Çenesi düşmüştü her zamanki gibi:
- Hakkı; etme, yapma. Çoluk çocukla uğraşmayı bırak. Kahvene gelenlerin hepsi okumayan, işsiz, aylak, esrarcı, kumarcı, it kopuk takımı. Bir gün sana bir şey yapacaklar diye söylerdim, dinlemezdi. Ne oldu? Az kalsın ölüyordu. Bana bir şey olmaz. Onlar çakal sürüsü; korkma yanıma yaklaşamazlar, yan bakamazlar diyordu” diye dövünüp dururken öğrendik olayı yarım yamalak.
İşin aslını söylemiyordu laf kalabalığında. Kimse de fazla merak etmiyordu zaten. “Hakkı’da matah biri değil, gençlere kötü örnek oluyor” diye düşünüyorlardı.
Kimsenin karısına kızına yan gözle bakmazdı ama mahalle ortasına, hiç olmayacak yere kahve açmış, üstelik ne kadar “çakal” varsa toplamıştı başına. Mahalleden bir Allah’ın kulu, aklı başında tek kişi kapısını açmamıştı kahvenin.
Kızlar, kadınlar çarşı pazara giderken tedirgin olurlardı oturanlardan; tipleri tip değildi çünkü. Sokaktan geçemez, geceleri de kavga gürültüden uyuyamaz olmuştuk. Gün geçmiyordu polis baskını olmadan. Ya silâh bulunuyordu tezgâh altında, ya da tuvaletlerde esrarlı sigara izmariti. Hadi Hakkı kodese…
Karısına tembihlemiş “yatağımı alma hapishaneden” diye. Bir kat yatağı çarşafı dururmuş. Üç beş bilemedin altıncı gün Hakkı içerde olurdu. Karısı o kapı senin bu kapı benim gezer, duyana duymayana anlatırdı kocasının ne kadar masum(!) olduğunu. “İftira” derdi. Bir iki, hepsi mi? Kimse inanmaz, ilgilenmezdi de “bize değmeyen yılan” misali…
Kahvenin arka tarafından evinin bodrumuna giriş vardı. Hemen kapısında da ağaçla çalı benzeri garip bir bitki, kimsede görmediğimiz türden. Biz çocuklar Hakkı’nın bu ağaçtan uyuşturucu ürettiğini, bodrumda gençlerle içtiğini uydurmuştuk. Ara sıra girip çıkarken evlerimizin damından gözetlerdik heyecanla.
Öğrenci olayları, sağ sol çatışmaları henüz sokaklara inmemiş. Tek tük duyabildiğimiz cinayet ve trafik kazalarının seyyar okuyucular tarafından destanlarının satıldığı, çoluk çocuk elden ele gezdirerek her okuyuşta salya sümük ağlaştığımız dönemler.
Çok geçmedi, yine bir yaz gecesi, arka arkaya patlayan silah sesleriyle uyandık. Bu defa çekirge sıçrayamadı; karısının sözleri yerini buldu. İt kopuk, çakal sürüsü, “işini bitirdi, defterini dürdü” Hakkı’nın. Evinin bahçe duvarına gizlenen gençlerden biri kahveden çıkarken şarjörü boşaltıp devirmiş, “dağ gibi” adamı.
Mahalleli de nefes aldı “su testisi suyolunda kırılınca”.
Fazilet Ünsal ELİAÇIK
Şehir/Ocak 2010