Mürekkep
Gar dolabının göğsü yarım açık; içindeki rengârenk kumaşlar, gözlerimi şaşırtan şaşalı parlaklığını saklıyordu. Birkaç adım attıktan sonra, perdelerin bunca eşyayı güne küstürdüğünü düşünerek, tuttuğum gibi çekiverdim. Kulakları okşanan masum bir çocuk gibi şaşkınlığından yüzüme vuran güneş ışınları, etkiye tepki olmalıydı. Hem gündüz gündüz yanan bu lamba da nesi?
Yatağın üzerine uzanan bir kitap, pencereden yayılan bir esintiyle, titremeye başladı.Sayfaların arasından, ayağımın ucuna bir kâğıt düştü. Aldım. Okumalı mıydım?
Mürekkep bana bakıyordu. Aman dedim kendime: "Oku! "
Hem bu dilsiz eşyalar mı ele verecek seni?
Gölgesi üzerime vuran vicdanım mıydı? Satırı yazan bu kalemin sahibi: "Oku!" Diye bağırıyordu. Duyuyordum lâkin bu sesin sahibi neredeydi?
Kâğıda döndüm ve ispirtonun üzerime sıçradığını fark ettim.
"Ne işin var senin göğsümde? "
Akan mürekkep, silik bir yazının içinden cevap verdi:
"Ben senin sakladığın yanık yaşınım.Bana değil, susturamadığın şu gönlüne figanının dilekçesini bildir."
Bu sırada organlarımın içinden, başka bir bağır fırlayıverdi; önce ürktüm sonra:
"alışmalısın", dedim kendime.
"Çıkarın yok," dedi mürekkep.
Bu kağıt bu odaya nereden gelmişti?
Ben bu odaya hangi kapıdan girmiştim? Işığını yitirdi güneş, perdeler mazlumca, yıldızlara çekeceğim seddin atağını bekliyordu.
"Okumadım, okuyamadım..."
Sildi, kaynağını göremediğim bir ıslaklık, kurudu mürekkep, iç içe giren harflerle...
Halime Erva Kılıç
"
Mürekkep Yazısına Yorum Yap
"Mürekkep" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.