24
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2996
Okunma
Büyük şehirlerin dezavantajlarından biri, aradığımız bir çok şeyin alternatiflerinin fazlalığı. Bir müddet sonra her şeyin cılkı çıkartılır. Nicelik ve nitelik kavramı gözetmeksizin, sadece “ben ve benim” egosunun hüküm sürdüğü gruplar, mekanlar, etkinlikler vb bir çok örnekler ne yazık ki , kendi kendini tüketmeye mahkumdur.
İlgi alanım dolayısıyla kültür & sanat ve edebiyatın özellikle şiir alanında bir çok havayı soludum. Kimi zaman nefesim açıldı, kimi zaman ruhum daraldı.
Memnuniyetsiz ayrıldığım çoğu etkinlikte suçu başkalarında aramadım. Kimse beni oraya zorla götürmemişti ama o kadar kişi güzel vakit geçirirken, ben mutsuzsam , bunun cevabını kendimde bulmam gerekirdi.
Hemen hemen hergün şiir dinletilerinin olduğu İstanbul’ da maalesef “şiir dinlemekten” öteye gidemiyorum. O da şiir diye dayatılırsa tam bir işkenceye sebep oluyor. İyi şiir yazdığımın iddiasında değilim ama iyi bir okur olduğumu biliyorum. Bu nedenle seçici davranmak istesem de , önümüze sunulanlar belli. Peki, ben gerçekten şiiri, şiir dinletilerinde mi öğrenebilirim ?
Katıldığım sayısız dinletinin bir öncekinden farkının olmayacağını bildiğim gibi, bir sonrakinin da farklı olmayacağını bilmek kötü. Keşke bir şeyler katılabilse ! Popüler kimliklerin olması dinletinin niteliğini etkilemez diye düşünüyorum. Aynı anda 8-9 şairi, hatta daha fazlasını da bir araya getirip şiirlerini okutmak , kendilerinin emeğine saygısızlık düşüncesindeyim.
Son zamanlarda hangi dinletiye gidersem gideyim ya da hangi etkinlik,yarışma haberi gelse, daha duyuruyu açmadan; kesin falanca filanca da vardır diyorum, olması beni şaşırtmıyor o isimlerin ama keşke olmasalar da şaşırsam hani ! Bir şeyleri özleyebilmeli insan, merak edebilmeli. Ya epeydir falanca gelmiyor, bir şiir üzerinde mi çalışıyor, nedir ? sorusu aklıma gelebilmeli. Tanışıklığım varsa da, arayıp sorabilmeliyim, hayırdır epeydir görünmüyorsun! diye.
Bu mekanlarda neler mi olur ? neresinde durup baktığımıza bağlı gördüklerimiz. Öncelikle etkinlik sahibi endişeli; inşallah geliyorum diyenler gelir de, boş geçmez ! sonra mekan sahibinin ticari kaygısı ön plana çıkar. Kaç kişi gelecek ? eğer gelenler kalabalıksa, inşallah kuru kalabalık değildir .
Sohbetin yoğunlaştığı bir zamanda sahneye programı sunacak kişi çıkacak. Önce teşekkürler dile getirilecek, sonra program düzenleyene ve gelenlere övgüler ve sonrası mı !!! sonrası şiir elbet…
Kadehler dolmaya, zihinden sıkıntılar boşalmaya başlayacak ve sonra ortada garsonlar dolaşıp duracak; şiirlerin üzerinde duyduğum tek ayak sesidir bu garson telaşları.
Eğer programcının tanışıklığı varsa, davetli sahneye gelene kadar dostluğundan, şiirinden yana methiyeler dizilecek, diğer kişilerin beğenisinin önemi yok bu noktada. Sunucu beğeniyor gerisi boş. Sen de orada olduğun için dinleyeceksin ama tuhaf olan sen dinleyeceksin. Çünkü davetlinin arkadaşları zaten kendisini tanıyor, dinlemese de olur, nasılsa sürekli görüşüyorlar. Ahh empati !
Son yıllarda yitirmeye yüz tuttuğumuz bir yanımızı fark ettim, geç oldu ama olsun; “Seçici değil, seçilen oluyorum”. Seçilen burada güdülmek gibi bir kavram. Bu kadar kimliksiz mi benim zamanım ? Ne istediğimi biliyorsam, ne aradığımı biliyorsam ve bunlar maaalesef yoksa, sadece hatır gönül ilişkilerine, dayatmalara karşılık olsun diye bir yerlerde bulunmak…gerçekten bunu istiyor muyum ?
Bu tip ortamlarda aslında herkes başrol oyuncusu. Çünkü herkes ŞAİR. Hiç figüran olan OKUR yok !
Mesela evinizdeki üst kat komşunuz, her sabah okula giderken durakta karşılaştığınız uzun saçlı kız, elinizde poşetleri görünce yardımınıza koşan esnaf… şiiri bilmiyorlar mı ? Bir ailede kaç kuşak varsa kıyısından köşesinde muhakkak şiire bulaşmışlığı vardır, şiir olmasa türkü bilir, ozanları bilir. Peki neden bu etkinlikler hep aynı yüzlerden, aynı yüzlere verilir? Şiir bu kadar tekelleşti mi ? Bu kadar şair kalabalığında daraldıkça çıkmaza giren bir kaosu yaşıyorsa şiir, bunun sorumlusu bizler değil miyiz ?
Tv’de bir zamanlar müzik duayenleri (!) “halk’a inmek” gibi ifadeler kullanırlardı, garip geliyordu bana, bunu şiirle ilintilediğimde şiir halk’ a inmiyor, inemiyor. Çünkü duvardan duvara atılan bir kağıt top şiir. Vuran da, duyan da, alkışlayan da sadece belli bir tabaka. Oysa şiirin evrenselliğinden bahsedilir toplantılarda. Hangi evrensellik ? Konusu açısındansa eyvallah ama madenciye yazılmış bir şiiri içkili ortamda dinliyorsam, sokak çocuğu kendisine yazılan bir şiire akıttığım gözyaşından habersizse ve şiiri dinleti ortamı dışına taşıyamıyorsak yazılmış olması neye yarar ? Popüler kimlikler belki burada devreye girebilir diyeceğim ama onlar da kendi egosunu tatmin eder. Sahnede olduğunda herkes kendisine pür dikkat bakmalıdır, hatta mümkünse soluksuz bakmalıdır. Her satırı Tanrı’ nın sözü gibi algılanmalıdır falan filan. Şiiri bu kadar dar açıda yaşamak ve yaşatmak… sonrasında diyorum ki, ben niye şiir yazıyorum !
Şiire ilgi sadece dinletiden mi geçer ?
Neden şiirle ilgili bir şeyler yapalım dendiğinde sadece bu dinleti olarak taçlandırılır ?
“Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum”
Şiiri öğrenmek için bana akademik ortamlar sunabilmeli bu işe gönül verenler. Dinleti düzenlenmesin demiyorum ama sahneyi tıka basa doldurmak yerine, iki-üç şair/yazar konuk edilmeli. Bu isimler buraya gelene kadar nasıl bir süreçten geçmişler mesela ? kimleri örnek almışlar, nasıl başlamışlar, şiire bakışı, kendini gördüğü yer, bildik edebiyat ders kitaplarında neden günümüz şairlerinin şiirlerine yer verilmemesi hakkındaki görüşleri gibi bir çok konu maddesiyle zihnindekileri bizlere sundurtmak önemli. Bana ve şiirimin gelişmesine bu tip ortamlar bir şeyler katar,sonra okusun şiirini yine. Şiir üzerine araştırma kitapları, eleştiri kitapları arıyorum yok denecek kadar az. Şiir kitapları ise raflarda toz tutmuş. Okumadan üretmek sadece şairlere mahsus sanıyorum.
Şair dokunulmazdır ama dokunur !
Günümüzde şiir maalesef halkımın acısını, toprağımın savaşını, ekmeğin kavgasını , aşığın yarasını seslenmiyor. Şiir, şairin açlığını seslendiriyor. Ruhen ve bedenen. Şiir teşvik ve tahrik etmiyor, tahriş ediyor. Şair dokunulmaz görür kendini, oysa seninle, benimle yanyana oturuyordur, karşımızda sigarasını içiyordur ama şair olduğu için ulaşılmazı oynar (popülerliği olanlar için geçerli değil sadece) ve buna bağlı olarak da ona ilgi gösteren karşı cinse dokunma lüxüne sahip görür kendini ama ruhuna ama bedenine. Ulaşmaya çalışır, ulaşamadığında da sen şiir falan yazamazsın der aşağılar ve çekilir. Değişen süreçte, şiir değil şairdir kendini satışa sunan. Ucuzluğu ya da pahalılığı değildir kalitesini ortaya koyan. Yakışıklı mı? Güzel mi ? Zengin mi? Çevresi var mı ? bana bakar mı ? bu sorular bir kişi üzerinde ne kadar olumlu yanıtlanırsa o kadar iyidir OKUR ! o kadar satılandır ŞAİR.
Şiirden neden bu kadar nefret ediyoruz ? neden bu kadar değersiz görüyoruz ? bizler değil miyiz şiir yazmak için emek harcayan ? harcanan emekleri neden yok sayıyoruz ? Sonra bekleriz ki; şiir kendini okutsun, geliştirsin, satsın.
İnternetle bu kadar haşır neşir olmadan önce tv ve radyoyla daha çok vakit geçirdiğim dönemlerden aklımda yer eden bazı etik sunumlar vardı. Önceleri derdim ki ne gerek var buna ama şiir dinletileriyle entegre ettiğimde keşke böyle sunulabilse diyorum ; eğer bir müsabaka izliyorsam, sporcunun yaptığı başarıları, kaybettiği maçları anlatırdı bu da o ringde nasıl birini izlediğim hakkında bilgi verirdi “teknik başarı olarak”, radyo konserlerinde beste ve güftelere ayrılan programlar olurdu. Bestekâr ve güftekârların adlarından sonra, kısa tanıtımları, eserlerinden örnekleri, hatta bir kıtalık da olsa şiirleri okunurdu.
Sunum yapmak sadece mikrofonu eline alıp canım arkadaşım falanca filanca, can dostum, şiirin duayeni vs diyerek sahneye almakla sınırlı kalmamalı. Neden onca şair içinde bu sahneye davet ediliyorsa ayrıcalığı ortaya çıkartılabilmeli. Bir şeylerin hakkı verilmeli artık ! Bunu yapabilmek için sanırım artık seçici olmayı özümsemek gerekiyor.
Hayatımıza renk katmak için şiirin mürekkebini meze yapmasak artık…
Şaire olmasa bile ŞİİRe sahip çıkalım.
devamı gelecek…
Arzu Altınçiçek
04.03.2010
Bir şair öldüğünde / Serkan ŞAFAK
Anlam ağacından bir dal da kırılır elbet
Acıdır ama bir şair öldüğünde helva yerine hüzün kavurur rüzgâr yapar bunu
Burnumuzun direğinde şiirin ölmez adı
Ruhuna okuruz Fatiha gibi
Acıdır ama bir şair öldüğünde dinmez sandığımız su kaybeder kıvamını
Ne yaraya sürülür ecza ne kıvrılır yılan kötülüğe
Ne anlamışsa ölen şair göğe bakıp onu döker yağmurlar bir şair öldüğünde
Ama bir şair öldüğünde kelimede ölür onunla
Kuş sadece uçar yol sadece varır
Menziller kısalır hayat sıradanlaşır öyle sürülmeyecektir ciğere sürme gibi hüzün
O dakika bir şair öldüğünde yenisi doğana kadar rahat eder kötüler
Bir şair öldüğünde buz tutmaz temmuzlar
Ya da yarin gölgesine kurulmaz can Pazarı
şair öldüğünde yaz da ölür çarşı Pazar da dağılır
Yamanır bir müddet şeytanın yaraları
Şair ölür ayna kum olur kum çöle dönüşmeden un ufak olur
Şair ölür göz kapakları iner mazlumların
Ayakları yollara sürülmez olur gezgin bulutların
Şair ölünce çünkü herkesten maada bir mana da ölür
Kim gösterir artık şairin işaret parmağındaki yeri
Ölünce şair parmağı da ölür yer de ölür işarette
Ki şair ölünce ettiği tüm dualar şiire dönüşür
Artık bir sofra kurulur
Sükun eder arta kalanlar şairden
Onlar yerken nasiplerini
Şiir yeniden yazılır
Bir şair ölür şiir olur