Tokatta Gizli Sevgi ve iltifat(11)
İltifat
Övülmek, sevilmek kısaca beğenilmek! Hangi insan bu duygulardan ben uzağım diyebilir. İnsan olmanın bir parçası değil midir bu duygular?
Her gün sokağa çıkmadan önce ayna karşısında saatlerini harcayanlar, moda çılgınlığı peşinden koşanlar, farklılık arayanlar, hepimiz övülmekten hoşlanırız, sevilmekten hoşlanırız, beğenilmekten hoşlanırız.
Bundan dolayıdır ki iltifatlar sıcacık gelir bize, kimi zaman samimi olmadıklarını hissetsek bile.
Seni seviyorum, sen güzel bir insansın, ne güzel giyinmişsin, elbisen ne kadar güzel, çantan ne hoş, bu işi ne kadar da güzel yapıyorsun, sen bizim için kıymetlisin gibi sözler kendine söylendiği halde yüzü gülmeyen bir insana rastladınız mı hiç?
En son ne zaman bir iltifat aldınız? Ya da tersten soralım, en son ne zaman bir iltifatta bulundunuz? Bir kimseye onu sevdiğinizi en son ne zaman söylediniz?
Eşinize onu sevdiğinizi söylemeden kaç yıl geçti? Hatırlayabiliyor musunuz?
Söylemek size mi ters geliyor, alışkanlıklarınıza mı?
İltifat cümleleri, duyulduğunda içinde samimiyet olsun ya da olmasın insanın hoşuna giden cümlelerdir. Tıpkı sevgiyle okşanan kedinin memnuniyetini gösteren mırıldanmaya benzer bir şekilde insanda hoşnutluk oluşturur.
Derler ki insanların alınlarında bir yazı vardır ve orada şöyle yazar; “ Lütfen bana iltifat edin ”
İçinde samimiyet ve sevgi olmayan iltifatlara ya da bu iltifatta bulunanlara karşı tepkiler ise zamanla oluşur, bu kişiler alaycı duygularla hatırlanır.
İnsanların güzel olma duygusu, ve bu duyguyla kapıldığı moda çılgınlığı da dahil olmak üzere her şey belki de bu iltifata ulaşmak içindir.
Güzel bir söz vardır; “Marifet iltifata tabidir” diye. Aslında insanların bir yöne yönelmesindeki, bir şeye karşı sevgi oluşmasındaki sır bu iltifatta gizli değil mi? Çocuklarımız bu iltifatla, zorlamadan istenilen şeylere yönelmiyorlar mı?
Mevlana’nın; “ Sana düşen halka güzel söz söylemek, kabul etmiş, etmemiş sana ne ” ifadesi bu durumu yansıtıyor olabilir mi? Dikkat ederseniz birine bir şeyi kabul ettirmeye kalkmak, böyle bir düşünceyi zihinde oluşturmak, hem karşıdakine, hem de uygulayıcıya sıkıntı vermez mi?
Çoğu zaman fikirleriniz kabul edilmiş gibi bir görüntüyü izleyebilirsiniz ama derinden bakarsanız yüreğiniz başka hisseder.
Güzel sözler;
Karşınızdakinin içindeki sevgiliye dil uzatırsanız sizden de, fikrinizden de soğur (Mevlana)
Kelime mi, mana mı?
İnsanlar kendilerine söylenen sözlere yani kelimelere mi tepki verirler? O sözleri söyleyenlerin kendilerine mi? Ya da o sözleri söyleyenin kelimelere yüklediği manalara mı?
Kelimelere nefret ve sevgi ikilisinden biri mi mana olarak yüklenir? Bu ikisinden başka anlamlar da kelimelere yüklenebilir mi?
Anadolu’da halk arasında, biraz kaba olmakla birlikte, “Oha vardır yoldan çıkarır, oha vardır yola sokar” deyimi vardır. Bu deyim yukarıdaki sorulara bir cevap olabilir mi dersiniz?
Şimdi gözlerinizi kapatarak şu sözleri düşünün ve değerlendirin!
Size “eşek” denilse hemen kızar tepki koyarsınız. Bunu diyen babanız olursa belki tepkinizi ortaya dökmezsiniz ama içinizden öfkeniz yükselir.
Aynı kişi size sempatik bir tavırda, kafa sallayarak “ulan sen ne eşek oğlu eşeksin” diye güler yüzle söylese, kızmayı bırakın içinizde sevgi kıpırdanmaları olur.
İlk sözü hakaret olarak algılarsınız, ikinci sözü ise iltifat. İlk söze kızarsınız, ikincisine ise kızamazsınız.
Peki, daha ağır kelimelerle söylenmiş olmasına rağmen ikincisine kızamama nedeniniz ne olabilir? Hiç düşündünüz mü?
Birinciyi söyleyen ona hakaret, nefret manası, ikinciyi söyleyen de sevgi manası yüklemiş olamaz mı?
O halde, içinde nefret olan bir kelime dahi insanın gücüne giderken, içinde sevgi olan tokat bile insanı gücendirmez.
Hatta bu tokatı atanlara yıllar sonra minnet duyanlara sıkça rastlarsınız. Özellikle eski öğretmenlerle ilgili bu hatıraları sıkça duymuş ya da yaşamışsınızdır.
Tokatta gizlenen sevgi ve nefret!
İlköğretimin 5 yıl olduğu dönemde 5. sınıfı bitirince diploma alabilmek için mezuniyet sınavına girilirdi. O yıllarda ben de 5. sınıfı bitirmiştim.
Mezuniyet sınavına girmeme bir gün kalmıştı ve çok heyecanlıydım.
Nasıl heyecan duymayayım ki, hem yıllardır bütün büyüklerimden sürekli duyduğum “koca adam” olmamıza bir gün kalmıştı.
Hem de 5 yıldır sabırsızlıkla beklediğim “diplomayı aldığımda gelecek bir ” bisiklet” sözü vardı.
İlkokul birinci sınıfa başladığımda babamın verdiği sözün gerçekleşmesi için sadece bir gün kalmıştı.
Ancak, hiç unutamayacağım o tokat hadisesini o gün yaşayacağımı nereden bilebilirdim?
O zamanlar sabahçı öğlenci gibi yarım günlük okul yoktu. 5. sınıfı okurken annem beni her sabah 7.30’da kaldırırdı. Kahvaltımı yapar ve okula giderdim.
Okula, bademciklerimden dolayı hasta olduğum ve yatarak geçirdiğim 4 günün haricinde devamsızlığım olmadığı gibi hiç de geç kalmamış, hep zamanında gitmiştim.
O büyük sınavın olduğu günün sabahı ise ne yazık ki bu kural bozuldu. Saat çalmamış, annem uyuya kalmış ve beni uyandıramamıştı.
Uyandığımızda tahmin ediyorum saat 8.20-8.30 civarındaydı.
Hemen okula koşarak gitmek istedim ama anne yüreği, aç gitmeme razı olmadı, hızla birkaç lokma yedim, önlüğümü giyerek evden çıktım.
Her zamanki yolumdan, mahalle arasındaki uzun yoldan okula doğru normal bir yürüyüşle gittim.
Kestirme yoldan gitmemizi, arabalardan dolayı öğretmenlerimiz istemiyor, hatta kızıyorlardı. O nedenle uzun yolu kullanmak alışkanlık haline gelmişti.
Bu esnada, sınav başlama saatinde tek gelmeyen öğrenci ben olmuşum ve öğretmenler merak edip bizim evi bilen bir arkadaşımı göndermişler.
Bu arkadaşım ben çıktıktan hemen sonra gelmiş ve beni sorduğunda annem her zamanki unutkanlığıyla evden normal zamanda çıktığımı söylemiş (akşam eve döndüğümde bunu bana anlatırken çok üzgün olduğunu bugün gibi hatırlıyorum).
Annem eskilerin sıkıntılarını, yokluklarını göğüslemiş, ataerkil aile şartlarında nenemin baskıları da dahil, her türlü zorluklara katlanmış bir kadındı.
Bu gün yaşamış olsa, babamla tatlı-sert tartışmaların yaşanmasına neden olan unutkanlıklarının psikolojik problemlere dayandığı teşhisi konulup tedaviye alınabilirdi.
O günlerde ise doktora gitmek oldukça lükstü, özellikle psikiyatriye gitmek!
İşte bu unutkanlıkla yılların alışkanlığı olan bir saatte çıktığımı söyleyivermiş kapıya gelen arkadaşıma.
O arkadaşım kestirme yoldan koşarak geri dönmüş ve ben gelmeden hemen önce öğretmenlere durumu aktarmış.
Diploma heyecanıyla okula gelip sınav salonunun kapısından girer girmez, sınıf öğretmenim olmayan olan “M…” hanım, beni yalancılıkla itham ederek, tek kelime konuşturmadan yüzüme öyle bir tokat savurdu ki neye uğradığımı şaşırdım.
Yüzüme inen bir bayanın, bir öğretmenin eli değildi, öyle olsaydı sadece canım yanardı ve sonrada acısı geçince unuturdum, acıya da katlanırdım.
Yüzüme inen tonlarca nefretin ağırlığıydı sanki. Haksız yere vurulan bu tokat sadece yüzümü acıtmamış, kalbimi de acıtmıştı. Hem de yıllar boyu silinmeyecek bir şekilde.
Kalbinde sevgi namına hiçbir şeyin kalmadığını hissettiğim M….. hanımın, nefret dolu gözlerinden adeta irin akan bir bakışla beraber yüzüme patlayan tokatı…
Daha küçücük bir çocukken, yıllar boyu silinmeyecek bir nefreti kalbime sokan öyle bir tokat, öyle bir öğretmen olmamalıydı.
Oysa kendi sınıf öğretmenim A… hocadan çok tokat yemiş olmama rağmen, sadece canım yanardı, kalbim değil.
O hep haklı yere ve sevgiyle vurmuştu, nefretle değil. Bakışları daima sevgi doluydu. Kalbime hiçbir zaman nefret doğmadı, aksine sevgim ve saygım daha da arttı.
Bu gün hala kendi öğretmenimi hatırladıkça sevgi ve saygıyla anarım. Ama diğerini hatırladıkça o anı yaşarım ve tüylerim diken diken olur.
Peki eline bir fırsat geçse intikam alır mısın diye sorarsanız tebessümle derim ki; affettim bile.
Çünkü yıllar sonra şahsıma yapılmış kötülükleri affetme zevkinin boyutlarını öğrendim.
Ancak, onun bana yaptığını asla ve asla öğrencilerime ve başka hiçbir insana yapmayarak ondan intikamımı çok korkunç bir şekilde alıyorum. Onun yaydığı o nefret enerjisini yaymayarak, o duyguları bir daha canlanmayacak şekilde sevgi çemberinde yok ederek intikamımı alıyorum.
O halde insan öncelikle yüreğini sevgiyle doldurabilmeli, pozitif enerjiyle yükleyebilmeli ki her hareketi sevilsin, hoşa gitsin. Sevgiyle yüklü tokat bile insana hoş ve tatlı gelirken, nefret yüklü hediyeler ise acı gelir.
Almuti
Devam edecek…. Gelecek konu; “Herkes aynı anda mutlu edilebilir mi?, Güç kuvvette mi gizli?”
YORUMLAR
''O halde insan öncelikle yüreğini sevgiyle doldurabilmeli, pozitif enerjiyle yükleyebilmeli ki her hareketi sevilsin, hoşa gitsin. Sevgiyle yüklü tokat bile insana hoş ve tatlı gelirken, nefret yüklü hediyeler ise acı gelir.''
Güzel sohbet, mükemmel mesaj..
Almuti
saygılarımla