- 1891 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR AŞK ŞİİRİ TAHLİLİ
BİR AŞK ŞİİRİ TAHLİLİ
Dolaylama, tek kelimeyle ifade edilebilecek bir varlığı veya kavramı birden fazla kelimeyle anlatmaktır. Başka bir deyişle bir varlığın gerçek adını kullanmak yerine, onu iki-üç sözcükle hatırlatmaktır. Meselâ “İstanbul” diyecek yerde “yedi tepeli şehir” deriz. Veya “İzmir” yerine “Ege’nin incisi” söz öbeğini kullanırız. Halkımız “kömür” ismine “kara elmas”ı yakıştırmıştır. Köroğlu “tüfek”e “delikli demir” diyerek dilimize harika bir dolaylama kazandırmıştır. Yunus “tabut” demez, daha kibar ve güzel bir ifadeyle “ağaç at” der.
Tıpkı bunun gibi edebiyat tarihimizde de tek şiiriyle şöhret olup ölümsüzleşen ve “…şairi” diye dolaylama yoluyla anılan sanatçılar vardır. Hepiniz işitmişsinizdir: Namık Kemal için “hürriyet şairi” derler. “Akşam şairi” dolaylaması bize Haşim’i hatırlatır. Abdülhak Hamid Tarhan, “makber şairi” sıfatıyla edebiyat tarihindeki yerini almıştır. Şüphesiz ki “İstiklal Marşı şairi” gibi kutsal bir unvana sahip olmak Akif’e nasip olmuştur. Cahit Sıtkı adı ile “Otuz beş yaş şairi” kelime grubu aynı kişiyi işaret eder.
Şimdi size sorayım: En ulvî değerlerimizden olan bayrağımızın şairi kimdir? Bu yüce sıfat hangi şairimize nasip olmuştur? Kimdir bayrak şairi? Bu soruya lise mezunu her Türk vatandaşı aynı cevabı verir: Arif Nihat Asya…
Nur içinde yatsın; sayıca çok fazla ve hepsi birbirinden değerli şiirler yazdı Arif Nihat. Ancak onun tüm şiirlerini bir nesne gibi boşlukta somutlaştırabilsek ve “Bayrak” şiirini terazinin bir kefesine, diğer şiirlerini de öbür kefesine koyabilsek, sanırım “Bayrak” ağır basacaktır. Başka bir ifadeyle Arif Nihat, Bayrak’tan başka hiçbir şiir yazmasaydı yine edebiyat tarihimizdeki mümtaz yere sahip olacaktı.
İlkokuldan beri binlerce kez işittiğim, öğrencilerime okuyup okuttuğum bu şiir üzerinde çok düşünmüşümdür. Bu şiirde ne(ler) var ki yediden yetmişe her Türk’ün gönlünde taht kurmuş? Bu yirmi altı dizelik kısa şiir hangi edebî ve estetik nitelikleriyle şairine “bayrak şairi” gibi gurur verici ve asil bir unvan kazandırmış?
Şimdi hepinizin bildiği ve –hiç kuşkum yok- çok sevdiği bu şiiri bir defa daha okuyalım ve metin üzerinde biraz kafa yoralım.
BAYRAK
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü!
Işık ışık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benimle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım.
Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder…
Gölgende bana da, bana da yer ver!
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar,
Yurda ay yıldızın ışığı yeter!
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün,
Kızıllığında ısındık.
Dağlardan çöllere düşürdüğü gün,
Gölgene sığındık.
Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı,
Barışın güvercini, savaşın kartalı,
Yüksek yerlerde açan çiçeğim!
Senin altında doğdum,
Senin dibinde öleceğim.
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim!
Yeryüzünde yer beğen,
Nereye dikilmek istersen
Söyle, seni oraya dikeyim!
Öyle sanıyorum ki bazı okuyucularım yazımın başlığı ile şu ana kadar yazdıklarım arasında bir alâka kuramamışlardır. Belki de içlerinden: “Bayrak şiiri hakkındaki bir yazının başlığı ‘Bir Aşk Şiiri Tahlili’ mi olurmuş? Yoksa yazar farklı makalelerinin başlıklarını mı karıştırdı?” diye geçiriyorlardır.
Ben asla böyle basit hatalar yapmam; çünkü bir makaleyi veya denemeyi yazdıktan sonra o yazı üzerinde haftalarca çalışırım. Onlarca kez incelediğim eserimdeki cümleleri ve hatta kelimeleri defalarca değiştiririm.
Evet, kuşkunuz olmasın, bu şiir bir aşk şiiridir. Aşk şiirleri sadece karşı cins için yazılmaz ki… Allah aşkı; hürriyet, vatan, evlât aşkı…
Hepimiz biliriz ki klasik anlamda aşk şiirlerinde iki varlık vardır: Gül ile bülbül, yani âşık ile maşuk veya seven ve sevilen… Kısaca şairin kendisi, yani ben’i; bir de karşı cinsten biri… Yani sen…
Aşk şiirlerinde sen-ben ilişkisi şiir boyunca devam eder. Şair sürekli olarak sevgilisinden, onun güzelliklerinden söz açar. Bu arada sevdiğini yüceltirken sevdasının ne denli derin olduğundan dem vurur. Bu tür şiirlere üçüncü bir şahıs asla giremez. Sözgelimi şair “pembe panjurlu bir evden ve o evde hep birlikte yaşayacakları yeşil gözlü çocuklarından” söz etmez veya dizelerinde annesinin de o sevgilinin güzelliğine hayran kalıp babasından isteyeceği gibi komik ifadelere hiç yer vermez. Kısaca aşk şiirlerinde sadece sen ve ben vardır. Bu ikiliye zaman zaman tabiat da misafir olur. Fakat tabiat, aşk şiirlerinde duygusallığı tamamlayan ve şairin hislerini ifadeye yardımcı olan bir araç gibidir. Haşim’in dediği gibi “Sen ve ben ve maî deniz / Ve bu akşam ki lerzesiz / Sessiz…”
İşte “Bayrak” şiirine aşk şiiri dememin sebebi budur. “Sen, senin, sana” şeklindeki ikinci tekil kişi zamiri, şiirin tamamında sekiz defa kullanılmıştır. Ayrıca “istersen, destan, gölgen, süzgün, beğen” gibi sözcükler ses benzerliği yönünden “sen” zamirini çağrıştırmaktadır. Bundan başka dikkat edilirse yirmi altı dizelik bu şirin sekiz dizesine “senin, seni, sabah, savaş, senin, senin, söyle” sözcükleriyle başlıyor şair. Böylece şiire hâkim sesi belirlemiş oluyor: Sen’in s’si ve n’si…
Şiire hâkim diğer sözcük de “ben”dir ve dolayısıyla hâkim ses de ben’in m’sidir. Şimdi diyeceksiniz ki eserin tamamında “benimle, bana, bana” olmak üzere üç defa kullanılan bir sözcük şiire nasıl hâkim öğe olur? Ayrıca “ben” zamirinde “m” sesi yok ki… Bu ne saçmalıktır?
Anlatayım: Türkçenin henüz kişi ve iyelik eklerinin oluşmadığı eski devirlerinde bu ekler yerine “ben, sen, biz” gibi zamirler kullanılıyordu. Mesela gelmek fiilinin şimdiki zaman kipindeki birinci ve ikinci tekil kişi çekimleri şöyleydi: Gele yorır men (geliyorum), gele yorır sen (geliyorsun)… Örneklerden anlaşıldığı gibi bayrak şiirinde kullanılan “kardeşim, şehidim, bayrağım, okudum, yazacağım, benim, kazacağım, bozacağım, çiçeğim, doğdum, öleceğim, tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim, dikeyim” kelimelerindeki “-m, -im” biçimindeki birinci kişi iyelik ve kişi ekleri aslında “ben” zamiridir. Şiire hâkim sözcük “ben”dir ve hâkim ses de “m”dir derken bunu kastediyoruz.
Daha önce şiirin sekiz dizesinin “sen” zamiriyle başladığını söylemiştik. Şimdi de dokuz dizesinin “ben” zamiriyle, yani bu zamirin bulunduğu birinci kişi ekleriyle bittiğini söylüyoruz. İşte bu özelliklerden dolayı bu esere “bir aşk şiiri” diyoruz.
Peki, şimdi biz de oturup yüz kelimelik bir şiir yazsak ve elli defa “sen-ben” desek aşk şiiri yazmış olur muyuz? Elbette ki hayır… Yazdıklarımızda bir manzumenin şiir olmasını sağlayan sağlam bir kompozisyon; özgün bir anlatım, ilginç benzetmeler, zengin çağrışımlar; şairane hayaller ve ahenk öğeleri yoksa o eser bir kelimeler yığını olmaktan öte bir anlam ifade etmez.
Şair, aşk şiirlerinde olduğu gibi sevdiği varlığı, yani bayrağı eserin ilk dizesinden son dizesine kadar yüceltmekte ve onun güzelliğini övmektedir. Bayrak; şairin tarihidir, şerefidir, şiiridir, kısaca her şeyidir. Çünkü o, bayrağın altında doğmuştur ve yine bayrağının dibinde ölecektir.
Arif Nihat, bayrağı göklerin “kızıl ve beyaz süsü” olarak niteler. Onu; saflığın, masumiyetin ve manevî temizliğin simgesi olan beyaz renginden dolayı kız kardeşinin gelinliğine benzetir. “Şehidin son örtüsü” benzetmesi ise şairane bir buluşla hem gerçek hem de mecaz anlamda kullanılmıştır. Bilindiği gibi şehitler, cenazelerinin üzerine bayrak örtülerek defnedilir; bu, gerçek anlamdır. Mecazî olarak ise bu benzetme, bayrağımızdaki kırmızı renkten dolayı al kanlara bulanıp vatan toprağına düşerek şehit olan Mehmetçikleri hatırlatır.
Şiirdeki harika benzetmelerden biri de bayrağın “yüksek yerlerde açan bir çiçek” olarak vasıflandırılmasıdır. Bu söz grubu da hem gerçek hem de mecaz anlamlıdır. Gerçek anlamlıdır çünkü bayrağımızın hep gönderde dalgalanmasını arzularız ve onu mümkün olduğu kadar yüksek yerlere dikmek isteriz. Mecaz anlamlıdır; çünkü o, hürriyetimizin ve bağımsızlığımızın sembolüdür; bu nedenle kutsal bildiğimiz değerlerimizin başında gelir. Ayrıca o bizim gözümüzde hiç kimsenin koparamayacağı yüksek yerlerde açan bir çiçek kadar güzeldir.
Şiirdeki diğer güzel benzetmeler ise bayrağın “barışın güvercinine” ve “savaşın kartalına” benzetilmesidir. Bu iki benzetme milletimizin iki karakter özelliğini çok başarılı şekilde ortaya koymaktadır. Gerçekten de biz barış zamanlarında asla saldırgan olmayan, diğer milletlerin haklarına ve inançlarına saygı gösteren bir milletiz. Fakat bu özelliğimiz pısırık ve korkak olduğumuz anlamına gelmez. Çünkü savaş zamanlarında bir kartal gibi güçlü, hızlı, cesur, yırtıcı ve mücadeleci bir tutum sergilemişizdir. Akif’in dediği gibi: “Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum / Kesilir, belki, fakat çekmeye gelmez boyunum”
(Devamı var)
erturanelmas.megabb.com
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.