- 875 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Küçük kızın anılarından...4.bölüm
O viran evin yeni sahipleri artık baba, amca ve Sabriye teyzeydi. Koskoca bahçenin içinde 4 katlı bir apartman ve kulübeden bozma etrafı meyve ağaçlarıyla çevrili gece kondu bir ev. Küçük kız o ağaçların tepesinde. Çünkü o hayalleriyle gömülen evin kiracılarıydı artık küçük kız ve ailesi. Çok yaramazdı ama sevimliydi. Ev sahipleri, baba, amca, Sabriye teyzesi vardı; nedense ona toz kondurmuyorlardı yaramazlıklarına rağmen. Hele de yaz gelmeye görsün, bizim ufaklık ağaç tepelerinde elma ağaçlarının ve kiraz ile vişne birde erik ağaçlarının çiçeklerini kopartıp yoldan geçen çocuklara, insanlara vermek için çırpınırdı küçücük boyu ile. Öyle ki müptelası olmuştu okul çocukları onun verdiği çiçeklere ve onun sevimliliğine. Her sabah kapılarının önünden geçiyorlardı, oysa küçücük dünyasında çok mutlu oluyordu, hayalleriyle yaşıyordu minicik dünyasında. Öyle ki; yer döşemeleri tahtaydı, kalas şeklinde bir şeydi. Annesi her gün tahta fırçası ve arapsabunu ile fırçalardı. O pis tahtaların arasında boşluklar olurdu, bir şeylerle karıştırırdı. Bir gün es kaza bir toka çıkardı. Artık umutluydu bir gün bu tahtaların içinde büyük bir şeyler çıkacağından. Küçük kızın çok geniş bir hayal dünyası vardı...
Bir gün mahalle arkadaşlarıyla toplandılar. Yeni günün yaramazlıklarını planlayacaklardı. Devamlı gittikleri bir terk edilmiş ev vardı, onların oyun yeri idi. Arkadaşları Koray ev sahibinin torunu Nahide, Leyla, Utku, Çetin ve bir de Dilsiz Nilüfer’di. Koray’ın babası Kıbrıs’ta subaydı. Babasını pek göremiyor ve özlüyordu ama görev kutsaldı. Evini, ocağını terk ederdi belki ama görevini asla terk edemezdi. Koray da onun gibi asker olmayı istiyor ve düşlüyordu. Nahide sarı saçlarıyla çok güzel bir kız çocuktu. Maviş gözleriyle tıpkı bir biblo gibiydi. Ev sahibinin torunuydu ama küçük kızdan ayırmıyorlardı onlar. İkisini bir seviyorlardı
Leyla çok mızmız, sürekli ağlayan, mızıkçı bir kız çocuğuydu ama nazı pek bizim ufaklığa geçmezdi.... Çetin biraz daha büyüktü ama ayak uydurmak zorundaydı küçük kıza. O ne derse o olurdu. Hâkimiyet onundu. Ha bir de dilsiz Nilüfer vardı ki, aman aman… Küçük kız ne çekmedi ki onun elinden. Dilsiz olmasına rağmen el hareketleriyle küçük kızı annesine defalarca ispiyonluyordu. Birkaç kez annesi onun yüzünden dövmüştü zavallı küçük kızı ama çokta üzerinde durmaz, yapacaklarından da geri kalmazdı gene. Yaramazlık onun hüneriydi. Kimse vazgeçiremezdi onu yapacaklarından.
Yine o gün toplandılar, o terk edilmiş evde oyun oynuyorlardı ki birden bir ses duydular. Hemen paniklediler. “Neler oluyor, bu ses neydi! ” diyerek hemen gizlendiler ve ne görsünler; bir kaç adam ve ellerinde karga tulumba bir genç delikanlı. 20 ila 25 yaşlarında olabilirdi bu genç adam ve halsizdi. Çok fazla dövülüp hırpalanmış olduğu halinden beliydi ve adamlar yine geç adamı getirdikleri gibi karga tulumda orada eski partal ve samansı çöplük denecek yere attılar. Etraflarına baktılar kimseler var mı diye. Küçük kız ve arkadaşları hayretler içinde kalmışlardı ancak hemen saklanıp görünmemeye çalıştılar. Başlarına kötü bir şey gelmelerinden korkmuşlardı çünkü o yıllar devrimcilerin, siyasetçilerin en hararetli devriydi. Her an her şey olabiliyordu. Sağcılar solcularla görüşemez, arkadaş olamadığı bir dönemdi. Küçücük olmalarına rağmen işin bilincindeydiler. Küçük kız arkadaşlarına fısıltı ile “Sakın konuşmayın, bunlar iyi adamlar olmayabilirler, bekleyelim gitsinler, sonra gideriz evimize” dedi. Arkadaşları da “evet” der gibi başlarını salladılar...
Beklediler, adamlar genç adamın saçlarında çekercesine tuttular ve baktılar ki genç adamda ses yok, kendinden bir haber yatıyordu. Belki de ölmüştü, bilinmiyordu ama durumu çok kötü idi. Yüzü kanlar içindeydi... Adamlar son kez baktılar ve kendi araçlarına bindiler. Nereden geldikleri belli olmadığı gibi gittiler kayboldular. Zaten hava kararmak üzereydi ve çocuklar baktı ki adamlar gitti. Yalnız o genç adam kalmıştı geride. Küçük kız meraklıydı, merakını gidermeliydi. Gidip bakmak istedi, arkadaşı Koray engel oldu; “Sen ne yapıyorsun? Adam belki de yaşıyordu. Ya bize zarar verirse! ” diyordu ama küçük kız ısrarla omuz silkercesine; “Bırak bir bakayım, belki başı derttedir, yardım ederiz. Görmüyor musunuz adam yaralı. Ya ölürse! ” diye bağırıyordu koraya. “Ya öldüyse! Sen bilmiyor musun, ölüler hortluyor, insanları yiyormuş, gitme! ” diye onu korkutmaya çalışıyordu Koray ama küçük kızın umurunda bile değildi, gidip bakmalıydı ve arkadaşları hep bir ağızdan bağırırcasına “hadi gidelim, çok korkuyoruz, ne olur annemiz babamız merak edecekler sonra da bize kızacaklar yaaa! ” diye bağrışıyorlardı. Arkadaşlarının korktuklarını görünce; “Tamam tamam ağlamayın ya off! ! Bıktım sizden, hadi siz gidin ben gelirim arkanızdan, hadi gidin” diyordu ama Koray her zamanki gibi onu bırakmadı. Diğer arkadaşları gitti, Koray’la küçük kız genç adamın bulunduğu alana gittiler...
Adamı yakından gördüler. Kim bilir, belki küçük kız da korkuyordu ama belli etmedi arkadaşına. Ne de olsan onların başıydı. Erkek gibi kız çocuğuydu. Korksa da korktuğunu belli etmemeliydi. Koray da korkuyordu ama belli etmemeye çalışsa da anlaşılıyordu korkusu ve endişesi gözlerinden. Titreyen sesiyle “Bak başımız belaya girecek senin yüzünden. Hadi gidelim buradan, bu adam ölmüş gibi! ” diye bağırdı fısıltı şeklinde ama küçük kız dinlemedi ve “Aaa! Yeter be, ne kız gibi korkuyorsun. Otur da ağla. Bir de asker oğlu olacaksın. Git! Korkuyorsan git! ” diye bağırdı. Onlar farkında değildi ama hava iyice kararmıştı. Yine de adamın etrafında döndüler. Sanki inceleme ekibi gibi merak içindeydiler. Aradan epey zaman geçmiş olacak ki birden bir ses işittiler. Her yer karanlıktı. Sokak lambalarının loş ışığından başka bir şey görünmüyordu. O anda ikisi de birbirine sarıldılar; “Allah’ım ne yapacağız şimdi adam hortladı anne! ” diye söylenmeye başlamıştı Koray. Küçük kızsa titriyordu. Diyecek sözleri yoktu ve birden “Ne korkuyorsun korkuluk gibi, hadi çıkalım buradan. Zaten hava kararmış. Bak ben korkuyor muyum? Sen kız mısın oğlum yaa! ” diyor korkusunu gizliyordu. Böylelikle hemen kapıya doğru ilerlerken yine oldukları yerde çakılıp ve öylece donup kaldılar küçük çocuklar.......
04 Ekim 2009
Pazar00:03:40
Filiz Aktaş
Filiz Aktaş