- 628 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
NASIL DARBE YAPILIR ?
Bin dokuz yüz altmış darbesinde küçüktüm henüz. O günkü olayları yazmaya kalkmam doğru olmaz. Fakat sonuçlarını duyuyoruz, okuyoruz. Sonuçta demokrasi rafa kaldırılıyor, idam sehbaları kuruluyor ve yüreklere sonsuza dek silinmeyecek acılar işleniyor. Ülke tarihine kap kara lekeler. Yıllar sonra gelen özürler, itibar iade etmeler, çok fazla bir şeyi değiştiremez. Onaylamak mümkün değil.
Bin dokuz yüz seksen darbesini en güzel çağımda, öğrenciliğimde yaşadım. O darbenin öncesinden ve sonrasından söz edebilirim burada.
Gençlik önce, sağcı- solcu diye iki ana parçaya bölünmüştü. Sonra sağcılar kendi aralarında Milliyetçi- Dinci olarak ; solcular da yaklaşık otuz sekiz fraksiyondu. Kimisi demokrat, kimisi Kürt milliyetçisi, kimisi Mao’cu, Marksist,Leninist vb. Sağcılar Faşist-Gerici diye, solcular Komunist diye adlandırıldı.
Yalnız gençler değil, öğretmenler, memurlar, polisler bile bölündü. O dönemde askerlik yapanlar, orduda bile bu tür bölünmelerin olduğunu söylerler. Üstelik öğretmenlerin ve polislerin bu bölünmüşlüğün kanıtı olarak, legal dernekleri bile vardı.
Neredeyse bütün fabrikalar greve gitmiş, maksatlı olarak, sendikalar tarafından anlaşmazlıklar çıkartılmıştı. Sana yağı, şeker, sıvı yağ, tüp, benzin bulunamayanlar- satılmayanlar - olarak günlük yaşantının bile sekteye uğramasına sebep oluyordu. Ben derse girmeyip de bu tür ihtiyaçlar için saatlerce kuyruklarda beklediğimi biliyorum. Ne yazık ki yokluk değildi sebebi. Grevler de yokluklar da, hepsi maksatlı.
Okullarda karşılıklı gruplar sürekli çatışıyor, eğitim yapmak mümkün olmuyordu. İTÜ Makina Fakültesi’nde, Teknik Resim hocamız, Prof. Malik beyin, siyasi gençler tarafından kürsüden indirilmesi, halâ hafızamdan çıkmamıştır.
Sokak çatışmaları, yol kesmeler, adam dövmeler, vurmalar , hepsi günlük yaşamın birer parçası olmuşlardı. Bütün bunların, yapılmak istenen bir darbenin , alt zeminini oluşturmak için, karanlık güçler tarafından- özellikle ABD- tezgâhlandığı bu gün anlatılıyor.
Üstelik çok daha ileri gidilip, önemli kişilere suikastlar düzenlendi. Sendika başkanları, gazeteciler, profesörler öldürüldü. Yeni eğitim yılına çoktan başlaması gereken okuluma, bilgi almak için gittiğim gün, fakülte sekreteri bana , daha o gün Ord.Prof.Bedri Karafakioğlu’nun katledildiğini söylemişti. Okulun süresiz tatile girdiğini ve bu gidişle açılamayacağını belirtmişti.
Önce sıkıyönetim ilân edildi. Okullar açıldı. Fakat fazla bir şey değişmedi. Ne normal eğitim alabildik, ne de çatışmalar, suikastlar durdu. Okuldaki askerlerin davranışından,bir çok şeye boş verildiğini biz de görebiliyorduk.
Sonunda on iki Eylül darbesi beklendiği şekilde yapıldı. Yani göz göre göre yapıldı. Sağcısı da solcusu da biliyor ve bekliyordu. Üstelik yabancı istihbarat güçlerinin, bizden daha iyi takip ettikleri, olacakları bildikleri hatta yönlendirdikleri bile bu gün anlaşılıyor.
Bin dokuz yüz altmış darbesinin, sağcılara, bin dokuz yüz seksen darbesinin ise solculara karşı yapıldığı söylenir. Oysa her ikisi de Türk halkına ve demokrasiye karşı yapılmış darbelerdir. Çünkü sonucunda tüm ülke zarar görmüş, yıllar öncesine geri dönülmüştür.
Yitirilen gençlik, heba olan gelecekler, canlar, ağlayan anne- baba-eş ve çocuklar. Ben de son darbenin kurbanlarından biriyim.
Burada bir konuya daha değinmek isterim : Özellikle son darbede orduya alkış tutanların çoğu, şimdi, bu günkü iktidarın saflarında, darbeci diye nitelendirdiklerine kin ve öfke kusmaktalar.
Burada şunu demek istiyorum : Mevcut gidişattan, iktidardan memnun olmayan iç ve dış güç sahipleri, darbe yapmayı düşündüklerinde, öncelikle bir zemin yaratmak istiyorlar. Öyle bir zemin olmalı ki , halk darbeyi arzu etsin, haklı görsün !
Şimdi bu bağlamda, ’Ergenekoncu, Balyozcu vb. ’ nitelendirilen askerler, bürokratlar bu zemini yaratmaya kalkışmakla suçlanıp, yargılanıyorlar. Olabilir ! Geçmişte olmuşsa, bu gün niye olmasın ?
İktidarın, yargının, emniyetin ve hatta ordunun, böyle bir duyum aldığında gerekeni yapması halkın ancak ortak arzusu olabilir. Fakat, meydana çıkarılan deliller ve uygulamalar inandırıcı olmalıdır.
Türk halkı darbeci midir ? Mümkün mü ? Öyleyse neden önemli bir kesim, adeta darbe hazırlığı yaptığı gerekçesi ile yargılanların arkasında yer alıyor ? Düşünülmesi gereken budur işte.
Samimiyet ve tarafsızlıktır istenen. Böyle önemli bir olayın, siyasî rant sağlama amacıyla tezgâhlanmadığından emin olmak isteniyor. Gerek bu günkü, gerekse ondan önceki Genelkurmay Başkanımızın darbe yanlısı olmadığı, gün gibi ortadadır. Samimi olunduğunda her ikisi de her türlü desteği vermektedir ve verecektir de.
Samimiyetsizliğin en önemli kanıtı ; bilgilerin ordu içine sızmış, kimin adamı olduğu belirsiz kişiler tarafından çalınması ve doğruca emniyete değil de Taraf gazetesine ulaştırılması, direk halka sunularak doğruluğu kesin olmayan bilgilerle insanların ve hatta ordunun zan altında bırakılıyor olmasıdır.
Bilgilere ulaşan her kimse ; gerçek amacı bir tezgâhın ve suçun ortaya çıkması, suçluların cezalandırlması ise eğer, bu bilgileri emniyetle paylaşması gerekir. Emniyet sümen altı yaptığında, halka açıklanmasını herkes destekler.
Uygulamalar, samimi olunmadığını kanıtlıyor. Ordu aleyhindeki her sözde bilgi, hemen üstlenilip siyasi rant edilme yarışına düşülüyor. Ordu adeta düşman gibi gösterilip, halkın nezdinde itibarı zedeleniyor.
Kayıp trilyon davasında suçlu bulunup cezası kesinleşen hocaları ufak bir cezanın sonunda affediliyor. Dokunulmazlıkları olmasa, kendileri de aynı davanın sanıklarından olan bu insanlar, önemli bir bağış kuruluşunun topladığı paraları, partilerinin ve onları destekleyen televizyon kanalının kuruluş ve finansmanı için harcandığının kesinleştiği davayı, halktan gizliyorlar.
İşlerine gelmeyen davalarda yargıya müdahale etmek, her fırsatta orduya saldırmak, yandaş medya yaratıp, kendilerinden olmayan herkesi susturmaya alenen çalışmak, muhaliflerine en ağır hakaretlerde bulunmak, ikide bir imam-hatip okullarını, kat sayı olaylarını, türban meselesini gündeme getirmek, devlete ait arsa, bina, tesis gibi varlıkları, yandaşlara peşkeş çekmek, seçim önceleri usülsüz dağıtımlar..
Peki bütün bu saydıklarım da bir darbeye zemin hazırlama faaliyetlerini andırmıyor mu ?
Bu gün ülkede - eğer doğruysa - iki tarafın karşı darbe tezgâhları vardır ! Bir taraf rejimin tehlikede olduğu iddiasıyla, mevcut iktidarı uzaklaştırmayı planlarken, diğer taraf da, onları bahane ederek, demokrasi, özgürlük masalları altında, Cumhuriyete savaş açmakta ve din devleti gibi bir rejimin hesaplarını yapmaktadır !
Oysa halk, ikisine de karşı olmalıdır. Ülke yönetiminin askerî vesayetten tamamen kurtulması, askerin siyasetin dışında kalması, Genelkurmay Başkanlığının, Millî Savunma Bakanlığın’a bağlanması bile şarttır. Buna karşılık, din devleti benzeri rejimler de asla onaylanamaz. Kimseye yararı olmaz.
Askerin de, polisin de , vekilin de dokunulmazlıklarının sınırlı olduğu bir demokrasi istiyoruz. Sivil bir anayasayaı herkes istiyor. Halkın gerçek iradesinin ortaya konabileceği bir seçim ve siyasi partiler yasasının çıkmasını herkes ister. Ülkede kimseye etnik ayrımcılık ya da kayırmacılık yapılması kabul edilemez.
Son bir söz daha : Darbecilere karşı olmakta samimi olunsaydı eğer ; dedikodulardan önce, gerçek darbecilerin yargılanması yoluna gidilirdi !
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Artık bugün geldiğimiz noktada son 20-30 yılda, hatta daha öncesinde yaşadıklarımızı, öğrendiklerimizi, bize gösterilenleri tekrar gözden geçirmeliyiz.
12 Eylülü alkışlayanlardandım ben de.Çünkü gündüz çalışan gece okuyan bir üniversite öğrencisiydim ve terör yüzünden okuluma gidemiyordum.2 yılda toplam 3 ay bile açık kalmamıştı okulumuz.Bombalamalar, öldürmeler, boykotlar vb. nedeniyle geleceğimiz hatta can güvenliğimiz saldırı altındaydı.12 eylül bizi bunlardan kurtarmıştı.Oysa bugün artık biliyoruz ki, o günlerde yaşadıklarımız "darbeyi olgunlaştıracak" eylemleriymiş birilerinin.Sol sağ ülkücülük komünistlik hikayeymiş meğerse.Hepsi tezgah, dümen, gençleri birbirine kırdırarak çıkacak "ilallah" ortamında yine ülkenin gizkli iktidarlarının değirmenine su taşınıyormuş.Her şey ne kadar da doğru gel,iyordu oysa bize o günlerde.Memlekete komünizmi getirmek isteyenlerle mücadele etmemiz gerekiyordu mesela ve bu milli bir görevdi bizim için.Muhtemelen solculara da "Ülkeyi faşizmden kurtarma emziği" verilmişti.
Bugün ortalığa saçılan belgelerden planlardan sonra bunun farkına varmak önemli bana göre.
O zamanlar darbeyi alkışlayanlar değil, onları böyle düşünmeye iten tezgahlar suçluydu asıl.
12 eylülün yargılanmasını önleyen yapı da aynı bugünkü datrbe planlarının yargılanmasına taş koymaya çabalayan yapıyla aynı.
Evren aleyhinde dava açan Savcı Sacit, Büyükanıt hakkında iddianame hazırlayan savcı Ferhat kimlerin eliyle bertaraf edildi hatırlamıyoruz belki de.Sistem kendisini koruyacak yapılanmaları da oluşturmuş çünkü.Bu yapılar da dağıtılmadan gerçek bir hesaplaşma çok zor olur.
Öncelikle yazınız ve aydınlatmanız için elinize, fikrinize sağlık. Kesinlikle her kelimesine katıldığım, maalesef farkındalığı düşük olan bir toplumun aydınlatılmasında yararı olacağını düşündüğüm bir yazı. Madem darbelere karşıyızda, geçmişteki darbecileri bugün sanatçı/ressam sıfatları takıp, paparazzi gündemlerine alıp, sevimli hal içine sokuyoruz. neden geçmişteki darbecilerin cezasını kesip, onca ölen genç beyinlerin ailelerinin yüreklerine hiç yoksa bir avuç su serpilmiyor. Aslında bir konunun daha farkındamıyız? Bunu bizmi yapıyoruz? Neden farkındalığımız düşük oldu? Neden kolay unutup, baskın sesleri duyduğumuzda kolay ikna olup hemen yön değiştiriyoruz. Osmanlı gibi atalara sahip, yoktan varolmayı becerebilmiş Atatürk' ün kurduğu bu genç ve yılmaz T.C ülkesi sanıldığı kadar kolay mı av oluyor. madem öyleydik de o tarihi kim yaptı? elbette hayır...belki hem türkiye' de hemde diğer ülkelerde asıl bu tarz olayları çıkaran ve yön veren, Medya olabilir mi?. Dikkat ederseniz istedikleri kişiyi vezirde ediyorlar, rezilde.
darbecilerde, darbelerde, hep olduğu gibi, dış güçlerin etkisi altında oldu. bugün pkk da olduğu gibi. yani yıllardır bu böyle, filler tepişti, çimenler ezildi... bir takım çıkarlar uğruna,.. peki burada da şöyle bir tezat başlıyor. Madem ideolojiler dış güçlerin etkisinde kullanılıyor, görüşler ve kimliklerde böyle. O zaman görüşümüz, ideolojimiz, hatta kimliğimiz bile olmasın.? hiç kullanılmayalım mı? yani sonu itibari ile yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal. belkide bunların hiç farkında olmadan mutlu bir şekilde yaşamak gerekiyordu ?