Süleyman'ın Kuşu
Koza Han Şadırvanı’nın kaç asırlık sürgününden kaçıp da şu benzersiz ordu evleri hizasında nöbetleşe bekleyen gücüklerin, heyecan yüklü yolculuklarında, ayağı yere basan tek bir kahramanı vardı. Hem uçuyor, hem tırmanıyor hem de yürüyebiliyordu. Konuşabilmesi de cabası lâkin belirli makam sahibi gönüllerin kulağına değerdi, sesi. Bu, Süleyman’ın kuşu. Nuh’un yelkenlerinde, yaklaşan tufanın şiddetini izlerken, defalarca tövbe etmiş ve evlatlarına da nasihatlerle karışık hikâyelerini ninni gibi, ilk uyanışlarından itibaren aktarmayı, borç edinmiştir.
Kuşların da atası durumunda olan bu yaşlı, büyük ve kalın kanatlı, uzun bir geçmişe sahip olan, ayaklarında; zaman zaman aldığı yaralardan dolayı, incinmiş, yarık tırnakları bir dağın heyelanındaki çatlaklığı andırıyor. Ne de pörsümüş vücuduyla, usanmadan, gevşeyen hırtlığının sarkıklığında bile, ilâhilerini dinlemeye gelen misafirlerini kıramayıp, çok uzun yolculukların derinliğine inerek, tekrar tekrar aynı ve soluksuz maceralarına dönüveriyor.
Yine bir kasırga içinde çırpınırken, uçamayan kanatları, ona, düşerken tırmanabilmeyi öğretiyor. Dalgaların içinde çırpınırken, o zamanlar körpecik olan bedeni,”mağlup oldum” endişesiyle bırakıp da kendini, suyun üzerinde durabilmeyi, şahinlerin vahşi bir saldırısı sonunda, ağır yaralar içinde kaybettiği kanatlarına rağmen, yitirmediği umutları, duaları, ona, zamanla yeni kanatlar hediye ediyor. Uzun süreli topallayışlardan sonra, tavuk gibi yürümekten bile gücenmiyor. Nuh’un asasının sadece Nuh’un elinde asa, başkalarının elindeyse bir daldan farkı olmadığını kavramak uzun yıllar alsa da, bunu anlamakta çektiği güçlüğü anlatırken, nasıl da tükürüklerini yutkunamıyor. Kabilin soyu tükenmemiş miydi bu tufanda? İblisin sidisinde bir kopya ki günümüzde her besmelesiz mekânda izinsiz otururken, bunu da yüklüyor hafızalara. Hem de daha gelişmiş şekliyle.
Dili yetmiyor ki konuşsun, uyarsın...
Onun dilinden bir tek Süleyman anlardı ve o bir tek Süleyman’a konuşurdu.
Bir gün bir insanoğlunun yanı başına geldi, konuşmaya başladı. Anlattı, anlattı… Onu dinliyor gibiydi bu fani beden, kanlı, canlı... Ne de çok Süleyman’a benziyordu; kaşı, gözü, rengi. Biraz koyu kısaydı tabi.
Bir soru soracak oldu; uzun yılların hasret birikintisini de içine alan… Yanıt alamadı. Susuyordu Nuh’un oğlu. Tüylerini çekerek semâ, Süleyman’ın kuşu, ürpererek üşüdü, titredi, silkindi ve:
“Benimle konuşan, Süleyman’dı!”
Tayr! dan bir haber var mı?
Halime Erva Kılıç
"
Süleyman'ın Kuşu Yazısına Yorum Yap
"Süleyman'ın Kuşu" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.