- 964 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KUZEY RÜZGÂRI
Yenik, suskun yürekle, bezgin halde dönülen yolculukta unutulan anı defterinin sayfalarını çeviriyorum.
Kırgınlıklar mor mürekkebe dönüşüp gözyaşı lekesi gibi sarartmış sayfaları. İki paragraf arasında uzayıp giden boş, beyaz satırlar en saf şekliyle yaşanmak istenilenlerdi belki de… Ne çok şey vardı arzulanıp yaşanamayan.
“Rüzgâr”; amofte kokulu bir yaşam kucağında. Kimsesiz bir yürekle dans eden, gözyaşlarını bırakıp giden…
eylül / boş yere arama beni / aşklar sürgün iki paragraf arasına / çok sevdiğim şiirden bile vazgeçtim / en masum dizelerinden vurarak şairleri / bu yüzden yasakladım sözcükleri / cezalı tüm kalemler / gözlerimden süzülen yaşları silene kadar rüzgar,
“Yalnızlık, artı çaresizlik bir yaşam eder mi?”
Her rüzgâr değişinde dudaklarıma gidiyor parmaklarım. Yıllar tek mevsim yaşanırken bir yıldız kaydırsam gökyüzünden, mürekkebi olsa boş satırların, uyansam nefesine…
Olağanüstü ve bir o kadar da yakın, tanıdık. Aynaya bakan, dudaklarına dokunan, şömine önünde mindere oturan, ürkek, canı acıyan, umutlu, kokulu bir kadın sere serpe yayılmış kilitli defterin sayfalarına…
“bir günlüğüne insanlar sussa, tanrı konuşsa"
Böyle diyordu yorgun bir günün ardından istasyonda unuttuğu anı defterinde… Ne kadar âşık ruhunun kasılarak doğurduğu kelimelere, ne kadar sevmiş “Kuzey Rüzgârı”nı?
Söyleyecek sözü vardır diye kulak verip, susuyor tanrıya…
Anı defterinin sayfaları tenin… Parmaklarım seyir defterinde tamamlıyor kalbimin eksik yanını. Şimdiye dek karşılaştığım tüm yüreklerden kaçan gölgem ağlıyor başucumda.
Beyazdı kucağında rüzgâr, bakmaya kıyamadığın, unutamadığın, kokusunu özleyip, düşünü kurduğun…
“Üşür mü yağmurda, bırakıp kokusunu, siler mi gözyaşlarımı?”
Kalbin sızlayarak beklerken nasıl çelişkili bir durum, ceza gibi... Yüreğine atılmış bir avuç köz, acıtıyor içini. Rüzgâr yasak koyuyor kokularına…
Kimsenin dokunamadığı temiz bedenine sarılıp, dokunmak yüzünün her çizgisine, yaralarına… Sonrası düş ve kuralsız.
Öpüşüm sustursa dudaklarını, dünya durur mu dersin?
Başlar mı bulutlara yolculuk sil baştan?
“Yaşam, neden yazılar kadar yakın değil insana?”
Dört duvar arası örf, adet yaşamak mı yazgı?
Canını acıtmak zorunda mı insanın düşler?
Güzel söylemlerde bulunanlar vitrinin olmadı yaşamında. Göl kıyısından düş evine erişen rüzgârlara açtın kokulu göğsünü. Gerçekten çıkıp, gerçeğe yol alan, düşsel gibi görünüp, ruhunu ışıklandıran, ısıtan, en sahici meseldi seninki.
sokaklar sıkışıp kalmışken aynanın sır’ına, / şömine ateşinin kıvılcımları şahit yaşayamadıklarına…
Ayırt eder oldum tenini gezen rüzgârları. Hangi yaprak hışırtısı sessizliğin biliyorum artık. Daha delidolu gelebilmek için geri çekilen dalgalar gibiyim sana. Susup söyleyemediğim bir yığın söz, çarpıyor yüzüme, gözüme…
İçinde kurşun gibi ağır bir ukdeyle yaşamak nasıl olur?
Neydi yaşama direncini kırarak soluğunu kesen?
İflahsız bir virüs mü?
Yüreğindeki dilinden korkma söyle. Bir kadın bir erkeği nasıl derin sevebilir, onurlu, sadakatle, delicesine, sessice?
Hiçbir şey beklemeden öylece sevmek… Kelimeler yoldaşın olmuş sararmış sayfalarında defterin. Yüreğin hâlâ cömert.
Kâğıt üzerinde hızlı ilerlemiyor hayat, attığın günde kalmaya devam ediyor imza. Sevgi, paylaşım, dokunma hissi, biz olabilme, yüreğini ısıtan bir sözcük, sonsuzluk; bunları içermiyorsa, yüreğindeki kocaman bir boşluğu doldurmamışsa beraberlik; ne anlamı var?
Umutlarının kırıldığı yerde başını yaslayacağın bir göğüs yoksa nöbetçi gözyaşları kamp kurmaz mı gözlerinde?
İçin dolu geziniyorsun, yerde mi gökte mi?
Zemin kaymış ayaklarının altından.
Mehmet KUVVET