- 1044 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Tezer Özlü'ye
Sevgili küçük hanım.....
İnsan bazen yazmayı düşündüğü zaman kalemi alır eline ve düşünür uzun uzun… İşte bu düşünmeler bir ızdırap olur uzadıkça uzar ta ki bir sözcüğü kağıdın gururuna yapıştırdığın an da başlar güzellikler ve damıttırır kendini kalemin yoksulluğundan…
Bugün;
Camdan dışarıyı seyrediyorumdum, yüreğine arabaların bu mırıltıları arasında hitap edebilecek sözcükleri özenle seçme kemirgenliğini içimde yaşıyorum…Küçük bir pencerenin içinden kocaman dünyaları izliyorum; mesela çocukların dünyası, mesela yaşlıların dünyası, yaşamanın dünyası, bilinmezlerin dünyası, insansıların karartıları var bu dünyalarda… Şimdi de hayallerimi dudağımda titreten bir heyacan var, neden biliyomusun? Çünkü sana yazıyorum, hiç söylenmemiş sözler söylemek, hiç yaşanılmamış şeylerden bahsetmek istiyorum sana, en gürbüz düşüncelerimi sana demek istiyorum….Olmuyor olmuyor, bilinmedik bir tünelin neresindeyim bilmiyorum ışığı görmek için, belki de sana ihtiyacım var bunu bile bilmiyorum. Daha bu sabah pencereme konan bir güvercin gibi üşüyorum…Orada duramadı hemen uçuverdi, aklıma gelen her sözcük bir sarsıntı ile geliyor ve kuş gibi uçup gidiyor hemen….bölük pörçük bir yalnızlık içinde çocukluk senaryoları yaşamak oysa ne saçma demi? Çocuklar saftır, onların yüreği temizdir, onlar yalnızlıktan medet ummazlar, onlar rüyalarının uyanıklığında gülücükleriyle karanlığı aydınlığa heba ederler…yüzlerinde birçok dünya vardır, onların…çok gevezelik ettiğimin farkına daha şimdi vardım…sana söylenecek çok şey vardır, belki de senin bu gizemli halin, tanınmamışlığın buna hep engel çıkarıyor…
Bu şehir yüzüme derin çizgiler uyandırıyor, kendi mevsiminin dışında saçlarıma kar yağdırıyor, şakaklarımı öyle bir terletiyor ki solgun yüzüm, bir avuç belirsizlik içinde aynanın olmayan suratına değiveriyor…Sonra tutsak oluyorum tünediğim senlere…Sahi senin senliğindeki ihmal edilmişlikleri hiç düşünüyormusun, geçmişin kara pıhtıları arasında sana dair bir lekenin kahrını çekiyormusun yüreğinde, ya da geleceğin kıvrım kıvrım beynine zonkladığı belkilerinle hayata sımsıkı sarılıp tutmayı denedin mi o ecnebi şehirde?
Belki de sen kendine ecnebileşti, belki de yalnızlığın utangaç bir çocuk gibi düşüyordur yüzüne şimdi…
Ah bir türlü sessizlik çökmüyor, şeytanın yaveri bu şehre…Bu şehir çok çektirir oldu, hastalık hastası, yokluk yılgınlığı,iç çekişlerin çıplaklığı altında şehir bana gülüyor küçük hanım…En çokta bu hırpalar oldu hangi yanımı hırpaladı düşünüyordum ama onu da artık bilemiyorum…
Neyse ki artık beni bu şehrin zülmünden kurtaracak, beni leylak büklümleri gibi içinde sarmalayan sıcak bir muhabbetin dizlerinde dinlendiren bir kafam var… Ya da bir ceren kadar ürkekçe davranan bir yürekle lügattan kopardığımız sözcüklerle zamanı bile kıskandıran bir sevecencenliğimizi boyuna uzatıyoruz gecenin kör ışığın…
bazen gevezelikler bile beni kahrediyorya küçük hanım…
İşte kahrın sessizliğidir insanı öldüren…Sen o soğuk gecelerin kahrından pencereden kutup yıldızlarının seyrine dalıyor musun? Ya da o soğuk sevginin,merhametin buz tuttuğu ülkede bir gün olsun bir kırlangıç, bir güvercin ya da bir martı camından senin yüzüne bakıp kendini acındırdı mı hiç? Ya da bir insanı izlerken kendini kaybettiğin oldu mu, içinden dağlardan, tepelerden; boranlar, fırtınalar koparan gözyaşların döküldü mü avuçlarının içine?
Odanın içinden sessizlikten kendini acındıran saatin seni alıp götürdü mü bir gün öncesine, benden öncesine? Zaman seni alıpta aynı rayın üstünden dolandırdı mı hüzünlerin hiç üşümediği gecenin geberesice tanımsızlığına? Sahi orada savaşa barışa dair sözcükler radyoların hışırtısı arasında yerini alıyor mu? Son dakika gelişmeleri ile ölen çocukların acısı sinende yer buluyor mu? Ya da taş atan bir çocuğun yaşlarının 4-5 katı cezaya çarptırıldığı söyleniyor mu? Ya o konuşan kara kutunun dakikada göz önüne gelmeden, geçen 24 kareden birisi seni güldürebiliyor mu?
Ah ne desem ki…
Oraların soğuğu insanın yüzüne bıçak yarası gibi iner, içine çelikten acıtmayan bir kurşun saptırır.
Ah küçük hanım bir bilsen ne belirsizlikler kaynıyor yanıbaşımda durmuş ve yüzüme bile bakmayan bu ruhumda…
Tuhaf bir yanılgıya düşürüyor sözcükler,kitaplar,insanlar,kağıtlar…..ve daha bir çok şey her an seni hapsedecek gibi duruyor…
O soğuk şehrin buğulu görünüşünden kendime pay çıkarabilirim…artık çünkü sen oradasın…
Küçük hanım şimdilik tazeliğini kaybetmeyen hayat, gençliğinin çıkarımlar ütopyasının merkezi olmayan ortasını bir yığınla anlatıyor…Ama seni bana anlatabilen birçok şeyin ayrıntıdan ibaret olmadığını anlıyorum, ne kadar anlatırsak anlatalım, anlattığımız kadar değildir yaşama dair çizilenler,karalananlar; sende gizli olan ne varsa birgün bir tahta parçası gibi çürür gider ve o zaman paslı çivilerin hırçınlığıyla yaşamına devam etmek zorunda kalırsın… O paslı düşlerin hergün beyninde aç bir hayvan gibi ağlaması cezaların en büyüğüne çarptırır…
Küçük hanım duvarların ardında ne olduğunu bilmeyiz ancak tahmin ederiz, perdelerin ardında gölgeleri fark ederiz, camların ardında varlığı, gözlerimizle de gerçeğin farkına varırız…
Şu kafamda sana sayıklayan birçok sözcük,birçok cümle var, hırsımın hışmına uğramadan, zamanının hışmına uğramasını bekliyeceğim….
Güzel yüreğine,kalbine,ruhuna iyi bak……
YORUMLAR
Tam anlamıyla güzel bir mektup Heval.Bir iki yerde imla hatası dikkatimi çekti.Bu da tam yazının akışına kendimi kaptırmışken birden akışı şöyle bir sarsıyor.örneğin,bazen gevezelikler beni kahrediyorya...
Duygularını bu kadar anlamlı ifade etmen çok güzel ve seni farklı kılıyor inan.