İnsana kendinden daha fazla eziyet eden var mı? (5)
Bir insan bedenen çok ağır iş yapsa, “ taş taşısa ” deyimlerde olduğu gibi ve çok yorulsa, 3-5 saat dinlendiği ya da uyuduğu zaman dinç bir şekilde kalkar.
Belki biraz ağırlık hisseder kendinde ama mutlu ve umutludur, yüzü güler.
Ama, sabaha kadar 8-10 saat uyuduğu halde, her sabah yataktan “sopa yemiş” gibi yorgun kalkanlara ne demeli?
Hem bedenen hem de ruh olarak çökmüş, bitkin, hayata küsmüş, umutsuz, zavallı haldeki bu insana acımak gerekmez mi sizce?
Neden dinlenemiyor sabaha kadar? Onu bu hale sokan bedeni yorgunluklar mı yoksa ruhsal çöküntüler mi?
Hepimiz akşama kadar çok sayıda, sevdiğimiz ya da nefret ettiğimiz insanlarla karşılaşır iş yaparız.
Kiminin sözlerini takarız kafamıza, kiminin de hareketlerini.
Bunları kendimize problem yaparız. Sürekli düşünürüz, niye böyle yaptı, niçin böyle dedi? Diye.
Bu düşünceler akşam olunca da bitmez. Gece yatağa da taşırız problemleri.
Sabaha kadar tonlarca ağırlıktaki yorgan gibi problemleri çekeriz üstümüze. Sonra mı? Yorgun kalkarız yataktan, mutsuz ve umutsuz.
Oysaki problemleri, beynimiz ve kalbimizde taşımak, gece üstümüze yorgan gibi çekmek yerine, pantolonun cebine koyarak askıya asabilmiş olsaydık sabah hiç de yorgun kalkmazdık.
Kahvaltımızı yapıp giyindikten sonra problemleri cebimizden çıkararak çözmeye gücümüz olurdu.
Alacağımız kararlar daha isabetli olur, çevremize üzüntü yerine, neşe yani pozitif enerji saçardık.
Bunun yanında çağımızın hastalığı olan strese de yakalanmazdık.
Biyoenerji, aura, kozmik beden, ruh vs her ne isim altında olursa olsun, bu konuyla ilgili bütün yazarlar vücutta enerji dengesinde bozulma olması hastalıkların nedenidir diye yazmaktadırlar.
Hekimler, stresin hastalık oluşumundaki önemine çok fazla değinmekte, immunodepressif etki yani bağışıklık sisteminin çökmesinden bahsetmektedirler.
Louse Hay Düşünce Gücüyle tedavi isimli kitabında; " Bütün hastalıkların sebebinin enerji dengelerinin kaybolmasıyla ilgili olduğunu söyler "
Ya son peygamberin “ Üzüntü bütün hastalıkların anasıdır ” sözüne ne demek lazım?
Edgar Cayce’nin “ Ruhsal şeylere inanmakla fiziksel bedenin şifaya cevabı daha hızlı olur ” sözü de bu konuya önemli bir açılım getirmektedir.
Peki, şimdi asıl soruya gelelim; Bizi çok fazla üzen ve strese sokan çevremizdeki insanlar mı? Yoksa biz miyiz kendimizi perişan eden?
Bir başkası mı ben gece uyurken beni yoran? Yoksa problemleri kafamdan ve gönlümden çıkaramayan ben mi?
Eğer af mekanizmalarını çalıştıramazsak, affetmeyi öğrenemezsek kendimize eziyet etmeye devam ederiz.
Kendisini strese sokan birine, “onu affet” dediğim de suratının asıldığını gördükçe, acı bir tebessümle, ateşi içinde taşıyan bir insanın halini görmekte olduğumu söyleyebilirim.
Affetmenin ne olduğunu bilmeden bir insan affedebilir mi?
Af, insanın ruh hali ve düşünce gücüyle ilişkilidir, isterse her insan yapabilir.
Bir gün bir arkadaşım asık bir suratla yanıma geldiğinde derdini sordum. Dedi ki; “Sorma, birine felaket kafam bozuldu, yıllarca iyilik yaptım, ilk fırsatta bizi ısırdı kö….k”
Olayın ne zaman olduğunu sorduğumda yanlış hatırlamıyorsam 2 hafta kadar olduğunu söylemişti.
Aferin dedim. O sana o an bir şey yapmış, sen ise kendine iki haftadır eziyet ediyorsun. Senin kendine yaptığının yanında onun yaptığı nedir ki?
Nasıl diye sordu?
Onu affedebilir misin? Dediğimde yüzünün aldığı hali görmeliydiniz. Nefret ve kin duygusunun onu ne hale getirdiği yüzünden okunuyordu adeta.
“-Affetmek mi? Ne affetmesi, elime bir fırsat geçsin onu doğduğuna pişman edeceğim” dedi.
Tabi çok daha ağır kelimelerle bunu ifade etmekteydi. Anladım ki bu kafayla giderse eline fırsat geçinceye kadar daha çoook kendine eziyet edecekti, ateşi içinde taşıyacaktı ve kendini yakacaktı.
Ona;
“-Sana bahsettiğim affetmeyi hesap sormamak ve unutmak mı sanıyorsun? Dediğimde
“Evet” cevabı aldım. Ona Hz. Ali’nin sözünü hatırlatarak; “Size yapılanları unutmak ahmaklıktır” dedim. Elbette unutmayacaksın, günü gelince de hesap soracaksın.
“- Hesap soracağın güne gelinceye kadar ateşi yüreğinden ve kafandan çıkar ” diyorum dediğimde hayli şaşkın görünüyordu.
Biraz daha ayrıntılı konuştuğumuzda gittikçe rahatladığını ve tebessüm ettiğini görebiliyordum.
Şöyle düşünün; Sıkıntıya düştüğünüzde Louse Hay’ın dediği gibi " acilen birini affederek rahatlayabilirsiniz ".
Affetmekte en zorlandığınız kişinin, içinizde tuttuğunuz sürece size en çok zarar veren kişi olduğunu da bilmemiz gerekir.
Çok kızdığınız biri bile olsa, öldüğünde cenazesine gittiğimiz zaman, onu orada affedebiliyorsak, yaşarken niçin affetmeyelim?
Bütün bunlara rağmen size karşı kin besleyenlere çok dikkat etmelisiniz. Çünkü “kin girdiği kalpten kolay kolay çıkmaz” der bir düşünür.
Nasıl ki biz kalbimizdeki kini çıkartıp affetme yolunu seçerken çok zorlanıyoruz. O halde karşımızdaki kişinin af yolunu hiç seçmeyeceği ihtimalini göz ardı etmemek gerekir.
Hele size karşı haset duygusuyla yüklü biri ise o zaman daha da dikkat etmek gerekir. Bu kişiler, genellikle ikiyüzlüdür, özü-sözü bir değildir. Size aldatıcı bir güven verir. Bir kez kanmaya başlarsanız sonuçlarına da katlanırsınız.
Güzel Sözler;
Size yapılanları affetmek erdem, unutmak ise ahmaklıktır (Hz.Ali)
Kurda güven ama silahı da elden bırakma (Rus atasözü)
Kin, girdiği kalpten kolay çıkmaz. Onu oradan ancak, merhamet ve sevgi kovabilir.
Bozulan dostluktan sonraki nefret meyvelerin en öldürücüsüdür (G.E.Lessing)
Almuti
Devam edecek.Gelecek konu “ Affetmek ve Neyzen ” hakkında
YORUMLAR
Hocam Merhaba ben nezihe;
Bu yazının son kısmında ki insanları tanımak epey güç olmalı değil mi?
Almuti
Tanımak için gayrete girersek daha da zorlaşır:) İşimiz onları tanımakla vakit kaybetmek değil, işimiz daima güzel söz söylemek, güzeli yaşamak ve hissetmek olmalı diye düşünüyorum. esen kal, saygı ve selamlarımla
Çok mükemmel bir yazı. Bilimsel, yararlı, ders niteliğinde. İkna edici üstelik..