- 1437 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
ESKİ RADYO
Sanıyorum yaş ilerledikçe, insan anılarını daha çok hatırlıyor. O günleri yâd ediyor. Bende çok yaşıyorum bu durumu. Arkadaşlarla bir araya geldiğimizde eski günleri anıyoruz. İşyerimde daha önceden çalışıp emekli olan arkadaşlarımız aklımıza geldiğinde, onlarla yaşadığımız komik veya trajik olayları hatırlıyoruz. Sonra da içimizden derin bir şekilde “ Ah o günler ah !” Diye geçiriyoruz. Bunu sadece ben değil, diğer arkadaşlarımın da aynı şekilde özlediğini hissediyorum.
Şöyle bir geriye doğru baktığımda, hakikaten arıyorum o zamanı. Ne değişti peki !
Değişen bizler miyiz ? Yoksa zamana göre mi değişmek zorunda kalıyoruz ?
Biraz daha gerilere gidersem, Annemin ve Babamın hatıralarından bana anlattıklarına….
Onlar daha farklı geliyor . Yokluğun hüküm sürdüğü dönemler olmalı. Babamın anlattığına göre, fakirlik had safhadaymış. Babamın ilkokula gittiği zamanlar. Öyle şimdiki gibi üç beş çift ayakkabıyı bırakın, tek çift kara lastikleri bile yokmuş. Deriden yapılma “ Çarık “ adı verilen bir tür ayakkabı. Onları, gözlerine bakar gibi itinayla korurlarmış. Ben hiç görmedim. Bir defasında, evin dışında bırakmış, köpekleri de almış ve parçalamış. Tek çarığı da elinden gitmiş. Ayakları yalınayak kaldığı yetmezmiş gibi üstüne de dedemden dayak yemiş. O da sanırım çaresizlikten dövmüş olmalı. Annemi zaten okula göndermemişler. Sırf kız çocuğu olduğu için. Anneannem, evdeki işleri yaptırmak için göndermemiş. Belki de okumanın hazzını bilmediği için ya da öyle gördüğü için. Annem, her defasında bu konudaki kızgınlığını ifade ederdi. Haklıydı da . İki dayımı göndermişler fakat annemi göndermemişler. O zamanlar, okuldan öğretmenler gelip tek tek öğrencileri topluyorlarmış fakat anneannem annemi odanın birine saklamış. Özellikle de bu kısmı hiç unutmamış annem.
Babam, fakirlik içinde kardelen gibi karların içinden çıkarak Adapazarı İline bağlı Arifiye Öğretmen okulunu kazanarak okumaya gitmiş. Bana anlattığına göre, defter alamazmış, bir önceki yıl kullandığı defterleri silerek, ertesi yıl tekrar yazarmış. Bu şekilde bitirmiş okulu. Öğretmen olarak atandığı zaman da, belki de hiçbirimizin görmediği eski radyodan almış ilk maaşıyla. Sevinçle köye getirmiş. O zamanlarda babamın babaannesi sağmış. Tabii ki ilk defa görüyor. Fakirlik diz boyu. Üstelik köy yeri. Elektrik yirmi beş yıl önce geldi ben hatırlıyorum. Yedikleri tarhana çorbası, yanında başına yumruk salladıkları kuru soğan. Ekerlerse yiyecekler, ineğe çanağa bakarlarsa sütünü içecekler. Bu şekilde bir yaşam.
Babam heyecanla radyoyu yerleştirmiş derme çatma evin köşesine. Çalmaya başlayınca, büyük nine heyecanlanmış, belki de korkmuş. Babama,
“ A oğul, bunca insanı eve niye doldurdun. Onlara ne yedirip içireceğiz. Kendi karnımızı zor doyuruyoruz. “ Demiş. Babam, ona radyoyu anlatmış. Durumu kabul etmiş ama garanti aklının bir kenarında soru işareti kalmış olmalı. Nede olsa gavur icadı.
Babam, bunları anlatırken yüzünde hüzünlü bir gülümseme belirirdi. Sanırım bu anılarını özellikle paylaşıyordu bizimle. Ulaşmayı istediği şeylere kavuşmak için çok çaba sarf etmişti. Özellikle de o çarık ile ilgili anısını anlattığında, gözlerinin nemlendiğini ve yüzünde garip bir ifadenin yerleştiğini görmüştüm.
Şimdi diyeceksiniz ki bütün bunlar nereden aklına geldi diye. Nereden mi geldi ? Bir dizide seyrettiğim sahneden. Bir taraftan diziyi seyrettim, bir taraftan da bu yazıyı yazdım. (Hanımın çiftliği- Berber Reşit’ in dükkanı sahnesi )
Dedelerim, ninelerim, annem, babam, benim kadar şanslı değillermiş. Benim bilgisayarım, televizyonum, cep telefonum, adını saymakla bitiremeyeceğim bir sürü elektronik eşyam var. Fakat onların nesi vardı ? Ya da şimdi onlar nerede ?
Elimizdekilerin değerini bilmek gerek dostlar ! Bırakın eşyayı, eşyaların sahiplerinin değerini bilmemiz gerek. Bizden sonraki nesil ise bizden daha şansız. Maddi değerleri en yüksek düzeyde olacak belki ama ya manevi değerler. Hepimizde sanırım büyüklerimizin bize anlattığı gibi bu anıları paylaşmamız gerekiyor. Geçmişimizi hatırlamalıyız ki, geleceğimiz de bizi hatırlasın.
Onlardan geriye bir tek anıları kalıyor. O anıları da unutursak ne kalacak onu bilmiyorum işte.
YORUMLAR
İşin garip tarafı ne biliyor musunuz; babanıza, annenize sorsanız onca yokluğa rağmen ne kadar mutluyduk diyeceklerdir.
Oysa şimdi mutluluk kavramı tatminsiz bir tüketim çılgınlığının otomatiğe bağlanmış isteri krizlerine hapsolmuş. Elde edilen herhangi bir metanın bahtiyarlığı o metanın yeni modeli çıkana kadar devam ediyor.
Manevi hazlar suyun ağır, ağır buz kesmesi gibi maddeleşmekte, tatminsizlik nankörlüğe dönüşmekte hızla.
Olsun varsın “Don Kişot” desinler. Bir düşünsenize, eski fotoğraflara elinizdeki bir resim albümünden bakmanın zevkini hangi bilgisayar, cd verebilir.
Saygılar, selamlar
Sevgili Nermin, yazın da kendimi buldum. Ağlattın beni be kardeşim. o saydıklarını ben şahsen yaşadım. Çok uzağa gitmene gerek yok. Ben de anlatabilirim. Yalnız şu konu çok önemli. Geçmişini unutan bir toplumun, geleceği olmaz bana göre...
kutluyorum arkadaşım, harika bir yazı... sevgilerimle...
Billür gibi akan temiz ırmakları vardı.
Çöp görüntüleri olmayan bakir doğaları vardı.
Kardeşlik duyguları birbirlerine güven vardı...
Bizim kucağımızda teknololoji, yemeklerimiz çöpte....
Bir kaşık tarhanası dahi olmayan insanlar Afrika'da ölmekte...
Domates, biber, çilek, et dahi hormonla şişirilmekte...
Dengeyi bir türlü kuramadık.Dünya hızla sona doğru gitmekte...
Çok şey kazandık bir o kadar da kaybettik...
Güzel bir yazıydı. Kaleminiz daim olsun.
Sevgiler saygılar
O günlerin birazını gördüm ben değerli yazar. O radyonun kendisi kadar büyük bir batarya ile çalıştıüğını, çarıkların dükkânlarda satıldığını, elektrik olmayan köylerimizin, elektrik geldikten sonraki hallerini gördüm. Ve televizyon, bilgisayar, cep telefonu derken, inasanların eski maneviyatlarını, muhabbetlerini kaybetmeye başladığını gördüm. Şimdi de teknolojinin had safhaya ulaştığı günümüzde, insanların yeniden yoksullaşmaya başladığını görüyorum.
Yoksa o yokluk günleri geri mi gelecek ?
Elimizdekilerin değerini bilmek gerek dostlar ! Bırakın eşyayı, eşyaların sahiplerinin değerini bilmemiz gerek. Bizden sonraki nesil ise bizden daha şansız. Maddi değerleri en yüksek düzeyde olacak belki ama ya manevi değerler. Hepimizde sanırım büyüklerimizin bize anlattığı gibi bu anıları paylaşmamız gerekiyor.
GEÇMİŞİ YAD ETMEK GÜZELDİ...TEŞEKKÜRLER...SELAMLAR...
Yazınız bana çok tanıdık geldi.Adeta kendi anılarımı buldum.Benim babam da Arifiye köy enstitüsünden mezun olmuş ve yaşananlar hemen hemen aynı sevgili Nermin.Bilmem belki babalarımız birbirlerini tanıyorlardır.Çünkü;ben de rahmetli babacığımdan biliyorum,tüm okuldakileri adı soyadı ve numarası ile bilirdi.Öğretmenlerini tek tek sayardı hep...
Evet her türlü teknolojiye sahip olduk ama ya göçüp gidenleri?
Yüreğine sağlık.Güzel bir yazıydı.Sevgilerimle
biz değişmiyoruz
değişen zaman...
birde çağa ayak uyduracağız diye en inandıklarımızdan ödün vermeye başlıyoruz
alında yaşlanıyoruz
gençlere gıpta ile bakarken
gençliğimizde yaşamadıklarımızın hüznü çöküyor içimize
hepsi bu...
eski bir mendil
defter arasında kalmış solmuş bir gül
birine yazılmış mektuplar
modası geçmiş daktilolar...
kısaca hüzün
ama bizim
yaşadıklarımızdan bir hatıara...
güzel bir yazı idi
geceme hüzün düşürdü..
sevigler saygılar efendim