ZEYRET
Şu gönüllerin işi yok mu? İçine alıp da örtüyor üzerini. Bir kıvılcım içinde bocalatan el kimin? Sanki büyük bir kaybı olmuş dünyanın. Şu sessiz nidanın edasıyla seyret: kimi gülmüş, kimi ağlar, kimi kabuğunda… Kimi gölge, kimi güneş, kimi ay, kimi hilâl, kimi kitap, kimi yolcu. Sen neysin peki, seçmen gerekir mi birini? Uzadı uzayan bir yokuş başında terler dökerken en başlangıçlarda henüz daha en başlarda, emekleyen zamanın kemirdiği bir hücre yığını, böyle kederlenir mi? Mahur bir burukluk içinde çırpınırken bir ilahi kulaklarımda. Beyaz bir güvercin, serçeler balkonumda. Onun ismi yazar portakal kabuğunda. Saklanırken has meyve, bir kaplumbağa yahut bir salyangoz veya bir Hindistan cevizi(kabuğuna)… Dışında efsanevî huzurun rengi, içinde süt liman bejlerle çevrili… Özünde tertemiz buse şarabı, uzatır mı biri yahut kendi uzanır mı? Kolları yok ki! Şişkin bulutlar doğum yapmış. Loğusa. Kırkı çıkar mı yaşam ve acının? Zamana yüklenme, onun da görevi bu. Bir gülüş peyda umuttan, bir elveda gökyüzünden. Bulut, yeryüzüne bir evlat verdi ki tüm bedenini yeşil-mavi kılıyor. Bir cenaze! Dualar sema’ ya kadar. Şükür!
Seyret: gördüğün, gördüklerin ne? Sahte renkler, sahte sözler, sahte gülüşler. Hamuru yoğrulmuş da sahte gözyaşları kurutuyor pişmiş ciğerini, donduruyor tenini. Ey gönül, seyret görebildiğini! Göremediklerine yetişmeyi nasip kılar mı üstünlüklerle dolu olan kader_i mahzen? İmkân verir mi şu sanallar, içine girip de kan terini dökebilmeyi?
Mecnun oldum galiba! Ferhat istesem de olamam. Gücüm yok buna. Tırnaklarım çölleri kazıyor, evet. Gocunmuyorum bundan, gurur gerektirir mi? Fışkıracak sular kurumuş yârin inadından. Bak! Takatimi çatlatan sahra yedi kat yeri de geçti. Öyle bir derinlik ki sevdiğim beni buraya kendi elleriyle itti. Üstü açık bir kabir benimkisi; ne ölüyüm ne de diri.
Leyla’m yok ki ismini bağırdığım, içime kazıyıp da vişne rengini; doğrayan, mor çatalların.
Hak’tan uzanan baki ellerde bir masal araman nicedir? Hep mi kör hep mi görmezsin, gönlümün değdiği sahte gömlekteki tek çizgi? Hakikati arayan ağmalar bilirken canın güdazlığını sen, hiç mi sormazsın? Aramazsın, terk_in zulmünde biçareni. Dağınık saçlarında minik kızların, okşarken başını hâlâ diri olan gökkuşağı hilalle buluşur; bembeyaz bulutlarında, karanlıkta kavuşur.
Sim siyahî gecede bir gri perde, durmaz –yolcudur hem- yürüyor bir kandilin önünde. Gecede fark edemezsin o grinin asıl rengi beyaz, besbeyaz. Maviye karışan bir asanın tılsımı eğer gibi, yeşil gökler. Yemyeşil. Ateş böceklerinin kanatlarında ilâhi güneş! Siyahın sakladığı beyaz gibi, beyazda saklanan kırmızı kanlar kimin? Neyin mutluluğuyla tokuşturtturuyorsun Firavunlara kadehi?
14.01.2010 PERŞEMBE
Halime Erva Kılıç"
ZEYRET Yazısına Yorum Yap
"ZEYRET" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.