bir kadın...
Bir kadın; önden boydan boya düğmeleri olan, siyahın üstüne yüzlerce müjdeli bahar çiçekleri kondurulmuş çok hoş bir elbisenin içinde asansörü beklerken duyuyor kötü adamların seslerini. Bir korku kaplıyor içini ve aynı anda elbisedeki çiçeklerin hepsi kendilerini öldürüp ölümün solukluğuna bürünüyorlar.
Uyanamıyor kadın, kurtulamıyor kâbustan. Koşmak istiyor ama bilemiyor gideceği yeri. Düşünemiyor, kafasının içinde sadece bir su birikintisi. Bekliyor, bu sırada kötü adamlar yanından ölü çiçekleri de fark etmeden çekip gidiyorlar kulakları tırmalayan kendileri benzeri seslerle.
Boş bakışlardan sonra kurulmuş oyuncak gibi çıktığı katların sonuncusuna geldiğinde kapıda kendine geliyor. "Belki de bu an yaşamımda hiç unutmayacağım üç beş andan biri." diyor ve bağırıyor......."Şükürler olsun ki yok!"
Kadın yıllar sonra bu anı hatırladığında kendine acıyor... Ama bu acıma, yüreğinde ve beyninde ayrı ayrı yaşadığı çelişkilerden kaynaklanıyor. Çelişkiler dün ve bugün arasında, var ve yok arasında, olsun mu olmasın mı arasında yürekten beyne beyinden yüreğe yolculuk yapıyor. Ne acı, ne acı ki vaktiyle bize iyi gelen katlanılabilir yokluklar, sonralarda canımızı acıtıyor. Hayat, yaşananlar karşısında duygularımızı da tepetakla ediyor. Bizi mutlu eden yokluklar sonradan içimizdeki duygu katilinin işlediği cinayetlere neden olarak yerini alıyor.
"Onu, sadece yıllar öncesindeki büyük aşkı ile değil; o yaşantısıyla bulmak mutlu ederdi beni." diye beyni ve yüreği arasındaki son yolculuğunu yapan çelişkilerini bütünleştirerek katiline teslim ederken de acısız bir ölüm olmasını istiyor.
Büyük aşktan geriye kalan sadece katil...
Kadında geriye kalan, bir mezar yeri eksilmiş mezarlık...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.