Önyargı, Sonyargı ve Güven (2)
Günümüzde, Einstein’nin “ İnsanlardaki önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur ” sözü çok kullanılır.
İnsanlardaki önyargı, onların hayata kişiye ve olaylara bakışını ve görüşünü değiştiren, etkileyen en önemli faktördür.
Keith Sherwood’un “ önyargılar, kişinin deneyimlemeye çalıştığı şeyin gerçeğini belirlemede tarafsızlığını etkiler ” sözü ön yargıyı ifade etmede tek başına bile yeterlidir.
Kişi önyargılı olarak baktığında, gerçeği göremez, hissettiğini görmeye başlar.
Çin atasözü olsa gerek tam hatırlayamıyorum;
“ Bir adam baltasını kaybetmiş, komşusunun oğlundan şüphelenmiş. Yürüyüşü, konuşması her hareketi balta hırsızına benziyormuş. Ertesi gün baltasını bulmuş. Komşu oğluna baktığında ne konuşması, ne gülmesi ne de yürümesinin balta hırsızına benzemediğini görmüş. ” Gözlerden giren ışığın algılanmasını yani görmeyi önyargılar nasıl da değiştiriyor?
İnternette sık dolaşan hikayelerden, beni çok etkileyen ve önyargıyı çok iyi anlatan bir tanesi var ki, burada bahsetmeden geçemeyeceğim;
Bir kadın tarlada çalışırken ölmek üzere olan gelincik yavrusu bulur ve onu eve getirir. Besleyip büyütür, çok iyi arkadaş ve dost olurlar. Birbirlerini çok sevmişlerdir.
Günün birinde kadın hamile kalır, hamileliği süresince gelinciklerin vahşi hayvanlar olduklarını, günün birinde doğacak bebeğine bir zarar verebilmesi ihtimalini düşünür.
Bebek olduktan sonra onu hiç yalnız bırakmaz. Ancak bir gün odun almak üzere kulübenin dışına çıkması gerekir. Hava soğuk olduğundan bebeği yanına alamaz, gelinciği de odanın içinde göremediği için kapıyı aralık bırakıp hemen dönerim diyerek hızlıca odun almaya gider.
Geri döndüğünde evin kapısında gelinciği ağız ve yüzünü kanlar içinde görür. Eyvah korktuğum oldu, bebeğimi parçaladı der ve gelinciğin başına odunla vurarak öldürür.
Tam bu esnada içeride bebek ağlamaya başlar. Kendine gelen kadın koşarak içeri girer ki ne görsün; Bebek sapasağlam, beşiğin yanında ise bir yılan ölüsü var. Gelincik bebeğe zarar vermesin diye yılanı öldürmüş, başka bir yılan gelmesin diye de kapıda beklemekteymiş.
İşte bu duygusal hikaye önyargının ne kadar zor aşılabildiğinin göstergesidir.
Ancak, önyargılar aşılamaz diye de bir kural yoktur. Einstein’e atfedilen önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan zordur sözü de bir kanun değildir. Bu kimi kişilerce doğru kabul edilebilir ancak, zeki ve mantıklı insanlar için bu bir kural olmamalıdır.
Bu güne kadar herkes, her şekilde önyargıyı tarif edip yorumladığı halde, neden hiç kimse “ son yargı ”dan bahsetmez?
Aslında her gün farkında bile olmadan yaşadığımız, ancak, alışkanlık olarak devam eden fakat düşünmediğimiz sayısız olay vardır. Biri bize bunlardan bahsettiğinde yaşadıklarımızın farkına varırız.
Son yargı da bunlardan biridir. İlk tanıştıklarımıza koyduğumuz yargılar zaman içinde değişir, biz de değişiriz. Aslında değişen yargımız mı, yoksa biz miyiz? Şu anda yaptığımız ise, yaşadıklarımızı isimlendirmekten ibarettir.
Bazı yaşadıklarımız, insanlar arası ilişkilerde iyiyi anlamada ve anlatmada faydalı olabilecekse neden bunları isimlendirmeyelim?
Son yargı gibi bir kavramın dilimize ve dimağımıza yerleşmesi lazımdır ki olumsuzlukları kırabilelim.
Yıllar öncesi “ Son yargı, önyargıyı bozar ” sözünü ilk kez kullandığımda oda arkadaşım bir an durdu, yüzüme baktı ve bir kez daha söyler misin? dedi ve bu cümleyi not aldı, bugün gibi hatırlıyorum.
Son yargı
Einstein’e göre atomu parçalamaktan daha zor olan önyargıyı parçalamak aslında son derece kolaydır ve son yargı daima önyargıyı bozar.
Tabi bu durum önyargının nasıl oluştuğuyla da ilgilidir.
Hiç arkadaşlık etmediğimiz, başkalarının anlattıklarından etkilenerek oluşturduğumuz yargılar, kişiyi tanıyıp arkadaşlık ettikten sonra bozulmaya mahkumdur.
Çünkü bizde önyargıyı oluşturan o sözler, o sözleri söyleyen kişinin gözlerinden geçen, kalbindeki birikimlerdir, bizim değil. Onun kendi yaşadıklarıyla gerçekleşmiştir, onun için geçerlidir.
İlk gördüğümüz anda gelişen duygularla konulan ön yargı kolay bozulur. İzleyerek, gözleyerek konulan yargılar ise biraz daha zor.
Kendi yaşadıklarımızla koyduğumuz yargıların bozulması her ne kadar zor desek de imkansız değildir.
Güzel sözler;
• Sessiz kalmak bilmemek, çok konuşmak da bilmek anlamına gelmez.
• Ben adamın iki türlüsüne şaşarım; Konuşulması gereken yerde susan, susulması gereken yerde de konuşan (Sadi)
Güvenmek
İki elini yanaklarına koy, gözlerini bu kelime üzerine kilitle ve düşün!
Nedir bu güvenme, güvenilme, güven duygusu?
Güven duygusunun hayatımızdaki yeri ne? Güven olmadan insan yaşayabilir mi? Düşün.
Geçmişten bu güne karşılaştığın insanları, aileni, kardeşlerini, dostlarını, herkesi düşün…
Aranızdaki güven bağlantılarını, bozulduğu anları ve olayları düşün.
Ne zaman çok güvenmiştin, ne zaman güvenin sarsıldı, düşün?
Ne ummuştun ne buldun düşün?
Kime ne kadar, nereye kadar güvenilecek, sınırı ne?
Nerede kopar bu bağ? Kaç kilo yüke dayanır? Düşün?
Sen ne kadar güvenilirsin?
Hangi sınıra kadar dost ve kardeşlerinin zor şartlarını göğüsleyebilirsin?
Nerede yeter artık dur dersin? Düşün!
Kendi dayanabileceğin sınırların üzerinde, daha fazlasını mı bekliyorsun yoksa dost ve kardeşlerinden düşün?
Çanakkale’de, cephede ölüme koşanların birbirine güvenini düşün!
Orada arkadaşını, dostunu terk etmek var mı buradaki gibi? Düşün!
Neden her şeye sahipken bir sınır koyuyoruz da orada sınır kalmıyor, düşün!
Kaybedecek bir şeyimiz kalmadığında, ortada tek canımız kaldığında mı daha güvenilir oluyoruz yoksa?
Sahip olduğumuz, ya da bize yönelen menfaat miktarı arttıkça güvenilme sınırlarını mı küçültüyoruz yoksa?
Kalbimize dünya sevgisini fazlaca yerleştirdikçe mi birbirimize güven duygularımız sarsılıyor?
Kaybedecek çok şey olduğunda, varlığımız yükseldiğinde, kaybetme korkusu mu sarıyor benliğimizi?
Bu korkular ve düşünceler bütün benliğimizi kapladıkça kuşkucu bir yapıya mı dönüşüyoruz?
Herkes ve her şeyden kuşku duymaya mı başlıyoruz?
İşimize gelmeyen her şeye bir bahane mi bulmaya başlıyoruz?
“ Ne kadar çok şeye sahip olduğumuz değil, önemli olan ne kadar az şeye ihtiyaç duyduğumuzdur ” sözünün yukarıdaki düşüncelerle ilişkisini hangi boyutta kurabiliyoruz acaba?
Yukarıdaki sorgulamaları bana yaptıran, dost ve arkadaş kavramlarının birbirine karıştığı bir olay sonrasında düşüncelerimden birkaç mısra şiir olarak dökülmüştü;
Arkadaş
Eskiden arkadaş vardı ölüme gittiğimiz
Şimdi dostlarımız var alışveriş yolunda
Bu ne ilk oldu ne de son olacak
Arkadaşlar yok oldu şimdi dostlar kalacak
İnsanlar birbirlerini inandırabilmek ya da güveni sağlamak için çok sık yemin ederler. Oysa söz verdiği zaman sözünde duran insan için yemine gerek yoktur.
Mevlana bu konuda “ Mademki söz verdiğinde sözünde durmaz, o halde yeminine de inanma. Mademki söz verdiğinde yerine getiriyor, o halde yemine ne gerek var ” demiştir.
Öyle ya, yemin etme ihtiyacında olan ve sık yemin eden insanlar demek ki güvenilir olmayan insanlardır. Sözünde durmayan insanları yemin de bağlamaz.
İyi insanın vasıflarından biri de güvenilir olmaktır, söz verdiğinde sözünde durmaktır, yalan konuşmamaktır. Güven belki de bütün vasıflar içinde en önemli vasıftır. Bu tam olursa diğerleri de gelişir, bu tam olmazsa diğerlerinin de değeri kalmaz.
İnsanlar arasında güven duygusu kaybolduğunda toplumun huzuru kalmaz, insanlar birbirine kuşku duyar hale gelir, hiçbir iş düzenli yürümez.
1970’li yılların ortalarıydı sanırım, emekli olan babam bir bakkal dükkanı açmıştı. Küçük bir ilçedeki bakkal dükkanında sadece gıda değil, zücaciye ve birkaç çeşit gömlek, kazak gibi giyim eşyası da bulunurdu. Babam, eksilen malzemeyi tamamlamak için 2-3 ayda bir İstanbul’a giderdi.
Bir seferinde beni de götürmüştü. Oradaki esnaftan cebindeki parası yetinceye kadar peşin mal aldı, yetmediği yerde de şu tarihte ödenecek sözüyle borcu deftere kaydedildi.
Dikkatimi çeken, borcuna karşı ne bir senet, ne de bir çek istendiğiydi. O günler için bunun fazla bir önemi yoktu. Ödeme vakti yaklaştıkça, eğer borcu karşılayacak para henüz tamam değilse babamın gece uykularının nasıl kaçtığını, bir yerlerden borç bularak, gününden daha önce bu parayı gönderdiğinde ise nasıl rahatladığını izliyordum.
Çek ve senetlere dahi güvenin kalmadığı, insanların birbirini rahatlıkla dolandırdığı bu gün bunu değerlendirdiğimde ise, güven duygusunun önemini rahatlıkla görebiliyorum. O günlerde borcuna, sözüne sadık insanlar önümüzde model olarak duruyordu. Ya bugün?
Çocuklar güven duygusunu model aldıkları insanlara bakarak geliştirirler. Televizyon yayınları, diziler, tele voleler, çevremiz kısaca her yerde dedikodu ve güvensizlik temalarının işlendiği günümüzde, çocuklarımızın beynine hangi duygular kazınmaktadır?
Çocuk evde babasının yalan söylediğini izler, akraba çevresinde kaybolmuş güven duyguları arasında yetişirse, kuşkucu, kimseye güven duymayan birey olmaya adayı değil midir?
“ Bugün çevreme baktığımda sadece ama sadece fotoğraflarda gülümseyen, diğer her anında kendisine işkence eden insanları görüyorum .”
Etrafındaki insanlara güvenmeyen, güven duygusunu kaybetmiş olanlar ise yalnızlığa mahkum olur, onlara da kimse güvenmez. İyi bir insan ve yönetici öncelikle çevresindekilere güvendiğini hissettirmelidir. Kendisine güvenildiğini hisseden insan kendisine güveneni utandırmaz. Öyleyse çocuk yetiştirirken çocuklarımıza güvendiğimizi hissettirmek mecburiyetindeyiz.
Çocukluğumda yaptığım büyük bir yaramazlık sonucu çevreme zarar vermiş, biraz cam kırmıştım ve camı kırılan kişi babama durumu bildirmeye gelmişti.
O gün korkumdan olacak biraz yalan söylemiştim. Camlardan bir tanesini kırdığımı ama diğerlerini bilmediğimi söylediğimde gelen kişi yüksek bir sesle hepsini benim kırdığımı söyledi.
Babam da ona dönerek; “ Oğlum asla yalan söylemez ” dedi.
Yalan söylemiş olmama rağmen babamın bana bu güvenini görünce çok utanmıştım.
Demek ki babam bana çok güveniyordu ve bir daha ben ona yalan söyleyemezdim.
Bu durum hayatım boyunca bir daha babama yalan söyleyemeyeceğim bir duyguyu kalbime öyle bir yerleştirdi ki hala tesiri altındayım. Daha sonra öğrendim ki benim yanımda bana güvendiğini hissettiren babam, beni gönderdikten sonra adama kırılan bütün camların parasını ödemiş.
Demek ki benim o an yalan söylediğimi hissetmiş, ama bana hissettirmemiş.
Yıllar geçtikten, baba olduktan sonra anlıyorum ki anne ve babalar çocuklarının gözlerinden, yüz ifadelerinden kısaca vücut dillerinden, yalan söyleyip söylemediğini anlayabiliyorlarmış.
İlkokula giderken bir büyüğümün söylediği şu sözü hala hatırlarım;
“- Önce kendini sevdir, sana güvensinler. Sonra yaramazlık etsen bile önemli değil! ”
Bu sözün önemini o yaşlarda anlayamamıştım. Aradan yıllar geçip iş hayatına girdikten sonra yaşadıklarım, “güvenilir olarak bilinmenin” önemini bana çok iyi anlattı.
Güzel sözler; Güvenilir olmak istiyorsan önce güvenmeyi bilmelisin.
Namuslu birini aldatmaktan daha kolay bir şey yoktur.
Devam edecek…. Gelecek konu “gam çekmek” hakkında
YORUMLAR
hocam sizinle konuştuktan hemen sonra siteye girip ilk bu yazınızı okumak geldi içimden...okuyup bitirdiğimde 1 hafta önce hasta arası bir molada bir reçete kağıdına karaladığım notu hatırladım ve çıkarıp okudum.sizinle de paylaşmak istedim..
21.YYDA GÜVEN??
SEN NE KADAR İYİ BİR İNSAN OLURSAN OL GÜVEN DUYGUSU SADECE KARŞINDAKİNİN SANA VEREBİLECEĞİ KADARDIR VE HİSSETTİĞİN GÜVEN HAYALKIRIKLIĞINA DEK SÜRER.İLK ŞÜPHE DUYDUĞUN AN GÜVEN KALMAZ.SONSUZA DEK GÜVEN DE OLMAZ.ZAMAN ZAMAN TAZELENMESİ GEREKEN BİR DUYGUDUR GÜVEN.KÖRÜ KÖRÜNE OLMAZ...OLSA DA YERİNDE KALMAZ.
NE KADAR GÜVENDEYİZ PEKİ?
KARŞINDAKİ SANA İHANET EDENE DEK BENCE..
KARŞIMIZDAKİ BİZE NE ZAMAN İHANET EDER?
MENFAATLERİ,İSTEKLERİ,HAYALLERİ UĞRUNA...
PEKİ MENFAATLERİ(İYİVEYA KÖTÜ,MADDİ VEYA MANEVİ) SÖZ KONUSUYKEN BİLE İHANET ETMEYECEK BİRİLERİ VAR MI? OLABİLİR Mİ?
BUNU İDEAL İNSAN DİYE TANIMLADIM...AHLAK-DİN,AKIL-MANTIK,DUYGU-DÜRTÜ ÖRGÜSÜ MÜKEMMEL BİRİ....ASR-I SAADET...
CEVAP ARADIM O ZAMAN NE YAPMAK LAZIM DİYE....BİR GÜVENLİK ÇEMBERİ OLUŞTURMAK...GÜVENDE OLMASINI İSTEDİĞİN ŞEYLERİ EMANET EDECEK KADAR GÜVENİLİR BİRİ OLMADIĞINA GÖRE.... YA DA ÇOK AZ OLDUĞUNA GÖRE....YA DA DİĞER SEÇENEK GÜVENLİK ÇEMBERİNE KOYACAK HİÇBİŞEYİNİN OLMAMASI...
HERKES SANA İHANET EDEBİLİR..YETERİNCE YAŞARSAN TABİ...ANNEN ,BABAN,KARDEŞİN,ÇOCUĞUN,SEVGİLİN,KOCAN,ARKADAŞIN,PATRONUN,YARDIMCIN......
PEKİ HERKES SANA İHANET EDEBİLİRSE ASLA GÜVENDE HİSSETMEMEKLE NASIL BAŞA ÇIKACAKSIN?
CEVABIM: ÖNCE KENDİNE İHANET ETMEYEREK....OLDU..BİLMİYORUM SİZ NE DERSİNİZ...
ÖNCE DEDİM KENDİ KENDİME' SEN SEN OLKENDİNE İHANET ETME...' KENDİNİ TANI,BİL VE ONA GÖRE YAŞA..ÇÜNKÜ HER HÜSRAN SONRASIAYNI SORGUYU YAPMAN GEREKECEK TOPARLANMAK İÇİN...ZAMAN SENİN İÇİN DEĞERLİYSE VAKİT KAYBINA NE GEREK VAR DEDİM....MANTIKLI OL...AKILLI OL...ASLA KENDİNE İHANET ETME.......
başıma gelenlerden çıkardığım kendimce bir ders arayışıydı....yorumlarınızı bekliyorum...
Almuti
Almuti