- 506 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
MÜEBBETLİK HAYATIM - 28
Babamla aramızda soğuk rüzgârlar esmeye başlamıştı artık. Her fırsatta kızıyor, azarlıyordu. Ben de karşılık vermeye başlamıştım üstelik.
Aktör diye bir şey bilmezdik biz. Erkek oyuncuya da kadın oyuncuya da artist derdik sadece. Çok kişide vardı artist olma merakı. Herkes adeta keşfedilmeyi beklerdi. Kimi sesiyle, kimi güzelliği- yakışıklılığı ile kimi de oyuınculuğu ile. Evden artist olmak için kaçan çocuklar, delikanlılar ve genç kızlar çok olmuştur, özellikle o yıllarda. Çoğu harcanmıştır o yolda. Gerçekten artist olma şansına erenler de olmamış değildir tabii !
Gazetelerde boy boy ilânlar çıkar, böyle hevesi olanlar çeşitli yollarla sömürülür ya da çirkin tuzaklara düşürülürdü. Bu ilânlardan birine ben de mektup yazdım bir defasında. Para istediklerinde ise vaz geçtim.
Sinema, artistler deyince, Yeşilçam gelirdi akıllara. Film şirketlerinin ve tüm artistlerin bulunabileceği yer Yeşilçam’dı. Tugay Toksöz’ün de orada bulunduğu aklıma geldi ve kaçıp Yeşilçam’a gitmeye, Tugay Toksöz’ü buluıp, ondan artist olmak için yardım istemeye karar verdim.
Babamla yaşadığımız son tartışmayı bahane edip, kaçıp gideceğimi de söyleyip, atladım Pendik minibüsüne. Fakat yanıma fazla para almamıştım. Uzun süre sokaklarda dolaşıp, nasıl para bulacağımı, Yeşilçam’a nasıl gidebileceğimi düşünürken, kahvemizin sahibi İbrahim ağanın oğlu Hasan ağabey, Feka minibüsü ile (Pilâkası hala aklımda : 34 DV 181) yanımdan geçerken beni farketmiş. Kaçtığımdan da haberi olduğundan, yanımda durup, bir de tokat patlatıp arabaya aldı beni. Yolda sürekli nasihat etti bana. Babamın benim için ne fedakârlıklara katlandığını, yaptığımın nankörlük olduğunu söyledi ve getirip babam teslim etti beni. Artistlik hayalim başlarken bitmişti böylece.
O yaz Feridun ağabeyimin ilk ve son defa beni görmeye geldiğini hatırlıyorum. Babama çok soğuk davrandığı da aklımdan çıkmaz. Soğanlık’a gelin giden Nermin ablamın üç çocuğu olduktan sonra, eşi bir trafik kazasında ölmüştü. Bir iki defa o da geldi Kurtköy’e. Hatta ben de Soğanlık’a onları ziyarete gittim. Eşi ile birlikte, Almanya’ya çalışmaya giden Necla ablam da yaz tatilinde kahvemizin karşısındaki yolda durdurdukları arabanın içinden bana seslenirler, getirdikleri gömlek-gravat gibi hediyeleri bana verirlerdi. En çok aklımda kalan, eniştemin bana, arabadan ’’Berduuuş !’’ diye seslenmesidir.
Sonunda okullar açılmadan İlhan öğretmenim de köye geldi ve babamı beni tekrar okula göndermesi için razı etti. Babam ona o kadar saygı duyardı ki ; itiraz etmesi mümkün değildi. Canım öğretmenim , beni yine çok sevindirmişti.
Güzel günler yeniden başladı benim için. Tekrar sınıfın en çalışkan öğrencisi oldum. Dersimize gelmese de ilgisini benden esirgemedi yine Behice annem ! Yeniden adımı duyurmaya başladım çalışkanlığımla.
Sinemacılarla birlikte köylere gitmeye, kuru yemiş satmaya ve sinemacılığı öğrenmeye de devam ettim. İki yıllık olduğum için , dersler oldukça kolay geldi o yıl. Hiç zayıf falan getirmeden, başarılı bir şekilde geçtim üçüncü sınıfa.
Şeyhli köyünden ’’Maça ’’ lâkaplı, asıl mesleği minibüsçülük olan, kısa boylu, kel kafalı, benim gibi zayıf biri olan İsmail ağabey, ’’Yakacık’lı Turan’’ lâkaplı diğer bir sinemacıdan aldığı, Alman malı Tetra marka makineyle sinemacılığa başladı.(Muhtar’ın makinesi Ukrayna idi) İsmail ağabey, beni kendisine çıraklık etmeye ikna etti. Hem kuru yemiş satacak, hem de yevmiye alacaktım ondan.
Artık, köyler arası ,geceleri yol yürümek falan yoktu. Kurtköy’den alıp, yine Kurtköy’e bırakıyordu beni İsmail ağabey. Makinistliği tamamen bana bırakmaya başladı. Hatta İstanbul’a film almaya bile beraber gittik önceleri. Daha sonra da tek başıma gitmeye başladım . Ben daha iyi seçiyordum filmleri.
Yazın bahçelerde gösterdiğimiz filmleri, bir tarafta kadınlar, diğer tarafta oturan erkekler birlikte seyrediyorlardı. Kışın ise kahvelere kadınlar gelmiyor, onlara tatil
günlerinde okullarda, köy binalarında gündüz matineleri yapıyorduk. Yazın daha çok aile filmleri (Aşk- komedi-müzikal), kışın ise kavgalı, savaşlı ya da türkülü filmler oynatıyorduk.
Sonunda Yeşilçam’ı da öğrenmiştim işte. Filmcilerimizden biri - Nuş Film - tam da Yeşilçam sokağının içindeydi. Fakat hiç de hayâllerdeki gibi muhteşem falan deüğil, tam bir batakhane görünümündeydi. Ara sıra figuranları, baş rol oyuncularını gördüğümde, köylerde övünerek anlatıyordum. En çok Necdet Tosun’u gördüm. Beyoğlu emniyet amirliğinin yanındaki, Erler Film’in olduğu binanın altındaki köftecinin önünde oturur, iş için çağırılmayı beklerdi. Şimdi düşünüyorum da ; o kücük tabure, o koca vücudu nasıl çekerdi acaba ? Rahmetli, ne kadar sevimli idi ! Ayşecik’li, Ömercik’li, Yumurcak’lı filmleri halâ seyrediliyor ve de gülünüyor.
Bir süre sonra aynısından ikinci bir makine daha aldı İsmail ağabey. O bir köyde, ben başka köyde sinema oynatmaya başladık. Fakat sonradan aldığı makineyi pek beceremiyor, onu bana veriyordu. Bu defa diğerini de beceremeyince, öfkeden deliye dönüyordu. Bu öfkeli anlarından birinde ; ’’ Şunu sana vereyim! ’’ dedi. Tabii, o gün arıza yapanı, çalıştıramadığını. Şaka zennettim yine de. ’’ İstemez misin?’’ dedi. Nasıl istemezdim? Bozuk olduğu falan umurumda değildi. Ben nasılsa çalıştırabilirdim.
- Ağabey, bende para ne gezer ?
- Altı bin liraya aldım. Aynı fiata veririm sana !
- İyi ama ağabey !
- Ayda beş yüz ödeyemez misin ?
Birden havalara uçtum . Benim de bir makinem olacaktı. Sinemacı olacaktım.
- Ödemez olur muyum ağabey ?
- Öyleyse ,verdim gitti ! Al götür makineyi !
Allah’ım, bir ödül müydü bu, yoksa ceza mı ? Beş kuruş peşinat bile vermeden sinema makinesi sahibi olmuştum. Rüyamda görsem inanmazdım. Fakat, aslında bir rüya mıydı yoksa. Birazdan uyanacak mıydım ? Uyandığımda, yanımda makinem olmayacak ve ben üzülecek miydim ?
(Devam edecek)
Fikrety TEZAL