- 1367 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
UFUK ÇİZGİSİNDE DOLUNAYI YAKALAMIŞ GÖKKUŞAĞININ ALTINDAN GEÇMİŞTİK
Gök yüzünü örten kara bulutlar su damlalarını sağanak halinde toprağın ka-
ra bağrına boşalttıktan sonra,yarı aralanan bulutlardan sızan güneş ışınlarının su
damlalarına çarpmasıyla oluşan gök kuşağını,dolunayın ufuk çizgisinden doğuşunu
bir türlü unutamam.
Bu iki doğa olayı,çocukluğumuzda ilgimizi çekerdi.Ufuk çizgisinden doğan aya doğru koşar,yakalamak ve okşamak isterdik.Umutlarımızın gerçekleşmesi için gök kuşağına doğru koşar,,altından geçmeye çalışırdık.Biz yaklaştıkça dolunay ve gökkuşağı bizden uzaklaşırdı.Uzaklaşma nedenini çözümleyemezdik.Bizden büyüklere,niçin başaramadığımızı sorduğumuzda,doyurucu yanıt alamazdık.Çünkü köy halkının %99’u okur yazar değildi.
1939 yılının Eylül ayında,Avrupa’da büyük bir savaş başladığı duyuldu köyde.Kısa süre sonra,bu savaşın ateş çemberinin yurdumuzun etrafını sardığını konuşmalardan anlıyorduk.Babalarımız,dayılarımız,amcalarımız acele askerlik görevine çağrıldı.Bu durum,köyde kalan dedeler,ebeler,analar,bacılar ve tüm çocuklarda büyük korku yarattı.Yoksulluk çemberi her aileyi sarmıştı.Halk küspe yemeye başladı.Giysi alınamıyordu.Para kazanacaklar askere alınmıştı.Bu korkulu günlerdede,yine ufuk çizgisinden doğmakta olan dolunayı yakalamak,yağmurdan sonra gökyüzünde oluşan sarı,yeşil,kırmızı,mavi çizgili gökkuşağının altından geçmek çabasından geri durmazdık.
194O İlkbahar’ı başlamıştı.Tarlalara kavun,karpuz,susam,mısır ekiliyordu.Bağlar sürülüyor,asmaların dibi çapalanıyordu.Nisan ayının 17’si idi.Köyde;bazı adamların ufuk çizgisinde dolunayı yakaladıkları,gökkuşağının altından geçtikleri haberi duyuldu.Çocuklar olarak çok heyecanlandık.Biz başaramamıştık.Başaranlar kimlerdi?Çok önemsediğimiz bu iki olayı başaranları görüp tanımak tutkusu sardı tüm benliğimizi.
Yazın bütün güzelliklerini,doyumlarını yaşamıştık.Bitkilerin sararan yaprakları,kelebekler gibi uçuşarak diplerine dökülmeye başlamıştı.Sonbaharın ilk kırağısı düşmüş,tazeliğini koruyan bitkileri soğuk vurmuş,yapraklarının rengi kirli yeşile dönüşmüştü.Sobalar yakılmaya başlamıştı.Ekse Köyü’nde okul yoktu.Komşu köyün ilkokulunun 5.sınıfını bitirmiştik.Okulun açıldığı ilk gün,öğretmenimize ufuk çizgisinden dolunay doğmak üzere iken onu yakalayan gök
kuşağının altından geçenlerin kim olduğunu sorduk.Öğretmenimiz;”Çocuklar ufuk çizgisinde
dolunayı yakalayan,gök kuşağının altından geçmeyi başaranlardan Hasan Âli Yücel,İsmail Hakkı Tonguç Ankara’da.Diğerleri bazı köylerde toplandılar.Bize en yakın toplanma yeri Isparta’nın Gönen Köyü”yanıtını verdi.En kısa sürede,Gönen’dekileri görme coşkusu ve umuduyla,Başöğretmenden diplomalarımızı aldık ve koşarak köyümüze döndük.
Bir gün köyümüze üç adam geldi.Giydikleri urba,bizim köyde giyilen urbalara
benzemiyordu.Birinin başında silindir şapka vardı.Topuklarına inen büzme paçalı bir pantolon
ve ayağına kahverengi bir postal giymişti.Diğerleri ona”Osman Bey” diyordu.Osman Bey,Isparta’nın Gönen Köyü’nden söz ediyordu.Orada açtıkları okulu anlatıyordu..Bu okulun Tarım İş Öğretmeniymiş.Osman Bey’e Gönen’de;ufuk çizgisinden doğarken dolunayı yakalayan,gökkuşağının altından geçmeyi başaran adamları tanıyıp tanımadığını sorduk.”O adamlardan üçü biziz. Ötekileri de tanımak isterseniz sizi Gönen’e götürürüz” yanıtını verdi. Beş arkadaş Gönen’e gitmeyi kabul ettik.Üçü de gülümsedi ve ayağa kalktılar,kirli yüzümüzü
okşayıp yanaklarımızdan öptüler.
Yanımıza hiç bir şey almadık.Sırtımızda anamızın diktiği zifir denilen silik (gömlek),
(gök Zeyve bezinden elle dikilmiş pontur(pantolon) vardı.Gönen’e giderken pabuçlarımızın al-
tı delik,uçları yırtıktı.
Gönen Köyün kuzey çıkışındaki yolun giriş kapısının üstünde”Gönen Köy Enstitüsü”
yazısını gösteren Osman öğretmen”Çocuklar işte bizim altından geçmeyi başardığımız
gökkuşağı bu” dedi.Yazıya bakınca;köyde yağmurdan sonra oluşan gökkuşağındaki
sarı,yeşil,kırmızı,mavi renkleri gördüm.Hep birlikte Gönen Köy Enstitüsü yazısının altından geçtik.Gökkuşağının altından geçmeyi biz de başarmıştık yoksul köy çocukları olarak.İzinler dışında Gönen Köy Enstitüsü’nden mezun oluncaya kadar ayrılmadım.
Köy Enstitüsü’nde binlerce köy çocuğu aydınlanmaya kanat açmıştık.Her geçen yıl,Türk köylüsünü,cahilliğin dibi görünmez kuyusuna itenlerin,emeğini çok ucuza sömürüp semirenlerin,hurafe bilgileri onların beyinlerine enjekte edenlerin,topraklarına el koyanların kimler olduğunu öğrendik.İçine düştüğümüz kara delikten kurtulmanın,bilgi ve becerilerimizi artırmaktan geçtiğini anladık.
Okul Başkanlığı ve sınıf nöbeti sistemiyle ve enstitümüzün yöneticileri ile işbir-
liği yaparak okulu yönettik.Yaşadığımız ortamı kendimiz temizledik ve düzenledik.So
rumluluk almayı,dayanışmayı,Okul Başkanlığı seçiminde uygarca yarışmayı öğrendik.
.Hafta sonunda Cumartesi günü bayrak töreninden önce,okul yöneticileri,okul başkanı ve tüm öğrencilerin katılımı ile bir haftalık çalışmaların olumlu ve olumsuz yönlerini tartıştık.
Yeni haftada yapılması gereken işleri saptadık.Eleştiri yapmayı,eleştiriye katlanmayı,hoş gö-
rüyü uzlaşmayı öğrendik.Bu günün akşamında da,yönetici,öğretmen ve tüm öğrenciler olarak,nöbetçi sınıfın uyguladığı eğlence programını coşkuyla izledik.Kısacası,demokrasiyi ve
üretmeyi yaşayarak öğrendik.
Döner sermaye sistemi ile Köy Enstitüsü’nün temel giderleri karşılandı.Ürettiğimiz
artı değerler bizlere elbise,kitap,eğitim gereçleri,gıda maddesi olarak geri döndü.Gönen Köy Enstitüsü ve diğer Köy Enstitüleri,bünyesine aldığı binlerce köy çocuğunun ısınma,aydınlanma,beslenme,giysi,sağlık,eğitim ve barınma gereksinmelerini karşıladı.
İş içinde iş eğitimi aldık.Bahçede,ahırda,kümeste,demircilik,marangozluk güzel sanatlar atölyelerinde yaparak yaşayarak öğrendik.Eğitildik,ürettik.Bu arada kültür derslerinden de çok iyi yetiştik.
Ayrı ayrı tabaklarda,masada yemek yeme kültürünü edindik.Gerektiğinde banyo yapma,dişleri düzenli fırçalama,ütü yapma,temiz ve düzenli giyinme,gece yatmadan önce mutlaka ayakları yıkama,günlük sakal tıraşı olma,gıravat takma,el ve ayak tırnaklarını düzenli kesme,zamanı çok iyi kullanma vs.hususlarda alışkanlık ve beceriler kazandık.
Ürettiğimiz ve kullanmakta olduğumuz her şeyi tutumlu kullanma alışkanlığı edindik.Her öğrenci yeteneği ölçüsünde mutlaka bir enstrüman çalmayı öğrendi.
Köyümüzdeki pratik zekâya sahip insanlarımızın;Köy Enstitüsü’nde okuyan,düşünen
araştıran,sorgulayabilen uçları olduk.
Köy Enstitüsü’den mezun olup köyümüze öğretmen olarak döndüğümüzde oldukça
donanımlı idik.
Enstitüde okuduğumuz ve köyde öğretmenlik yaptığımız yıllarda Milli Eğitim Bakanımız Hasan Âli Yücel ve Tonguç babamız bizi yalnız bırakmadı.17300 Köy Enstitülü öğretmen kısa sürede köylüye;kendini karın tokluğuna çalıştırıp sömürenlerden,cahilliğe tutsak kalmaktan,korkudan,teslimiyetçilikten,hurafe bilgiler ve karanlıktan kurtulmanın yollarını öğ-
retti.Onlara özgür birey olarak akıllarının yatmadığı durumları sorgulayabileceklerini kavrattı.
Köy Enstitülü öğretmenlerin köyde başlattığı bu aydınlanma hareketi,toprak ağalarını,para babalarını korkuttu.Onlar; Türkiye yönetimini babadan oğula ya da sülâle birey-
leri arasında el değiştirmeye alışıktılar.Köy Enstitüleri’nde yetişen kuşağın özgür birey olma bilinciyle,Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetiminde yer alacağının farkına vardılar.Hazırladıkları senaryolar ve çıkardıkları söylentilerle Köy Enstitüleri’ni ve buradan mezun öğretmenleri kötülediler. Ne yazık ki;bazı enstitülü köy çocukları da onların emellerine çanak tuttular.Bu
gibiler köyün diğerlerine göre biraz varlıklı ailesinden olup,enstüye girenlerdi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen yasa ile Köy Enstitüleri 1954 Ocak ayında kapatıldı.Köy Enstitüsü öğretmenleri ve buradan mezun öğretmenler acımasızca hırapalandı.
Köy Enstitüsü ruhu cesarettir,kendine güvendir,çalışkanlıktır,üretkenliktir,dü-
rüstlüktür,dayanışmacılıktır,sağlam kararterliliktir,haksızlığa boyun eğmemektir,
Türkiye Cumhuriyeti ilkelerine ve Atatürk devrimlerine bağlılıktır,ulusçuluktur.Öz-
gürlükten,demokrasiden,halktan yana olmaktır.Ulusal kaynaklara sahip çıkmak,yer-
li malı kullanmaktır,doğurganlıktır.
İçinde bulunduğumuz 2000’li yıllarda halkımızın beynine,eğitimin özelleştiril-
mesi senaryosu enjekte ediliyor.Kısacası”Parayı veren düdüğü çalar”denilmek isteni-
yor.Memurun,işçinin,dar gelirli esnafın,emeklinin,köylünün çocuklarının okuma ola-
nakları daraltılıyor. Bu ülkede bir zamanlar binlerce çocuğu parasız yatılı olarak okutan,
Köy Enstitüleri vardı geçmişte.Burada okuyan köy çocukları nasırlı elleri ve dirençleri
ile bozkırı canlandırdılar.Günümüz gençleri,beton korunağa döndürülen okullarda okuyorlar.
Okulların iş atölyesi,uygulama bahçesi yok.Çocuklar doğayı tanıyamıyorlar.Üretim nedir
bilmiyorlar. Okuma alışkanlığı edinmiyorlar.Sadece bir kısmı ezbere dayanan bilgi depoluyor
lar.Kısa sürede de bilgilerinin büyük çoğunluğunu unutuyorlar.Doğaya iş olarak veremedik-
leri enerjilerini,cam şişeleri kırmak,duvarlara değişik yazılar yazmak gibi hoş olmayan dav-
ranışlara harcıyorlar.Hoş görüleri azalıyor.Sabırlı davranmaktan her geçen gün uzaklaşıyorlar.
Okulda,evde çatışmalar yaşıyorlar.Çocuklarımız kusurlu değil.Onlara uygun porogramı ve okul ortamını hazırlamayan kimseler sorumludur.
Bu yazının içeriği yalnız Ekse çocuklarını kapsamamaktadır.Köy Enstitülerinin
kurulduğu yıllardaki 13-14 yaşındaki kız ve erkek çocuklar ve onları izleyen tüm köy çocukları bu anlatımın kapsamındadır.
Köy Enstitüsü tutkusu bir sevgidir.Ömür boyu bu okullara olan özlemi sevgiyi yaşamaya değer.
Nazmi ÖREN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.