- 1001 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÖZÜRLÜMÜYÜZ YOKSA APTAL MI?
Bu günkü siyasi ve toplumsal kapasitemize baktığımızda 21. Yüz yılı şimdiden planlanmış dünya standartlarının çok gerisindeyiz. Tüketimde ilk sıralarda olmamıza rağmen, taklitçi kültürlerle ve çağdaşçılık oyunculuğu ile de medeni denilen dünya ile aynı kefeye girmeye çalıştığımız halde neden olmamız gereken yerde değiliz? Ne tıp doktoru ne de sosyal bilimciyim. Sadece herkes gibi yaşıyorum, okuyorum, düşünüyorum.
Planlanmış 21.yüz yıl. Planın merkezi bizimde içinde bulunduğumuz bölge. Orta doğu ve ön Asya. Dünyanın en çok ihtiyacı olan enerjinin bulunduğu merkez. Baş aktör ABD. 1908 deki “Chester projesi” ile ilk adımını atar bölgeye. 1940 lara gelindiğinde Orta doğu petrol piyasasının neredeyse tamamına yakınını eline geçirir. İkinci dünya savaşında İngiltere’nin zayıflaması 1971 de bölgeden tamamen çekildiğini açıklaması ile kesin hâkimiyetini kurar.
ABD’nin tüm gücü ve ekonomisi petrole dayalıdır. İkinci dünya savaşı sonrası Orta doğu, dünya petrol tüketiminin %40 nı karşılamak ve rezervlerin %72’i elinde bulundurması nedeniyle bütün dikkatlerin beynelmilel güçlerin ve siyasetin üzerine odaklanmasına sebep olur. 1948-1967 Arap-İsrail savaşlarında petrolün silah olarak kullanılması, 1956 da Süveyş bunalımı esnasında anlaşılır ki petrol her şeyden daha hayati öneme haizdir. ABD’nin ve batılıların işlerinin bozulmasına, fabrikalarının durmasına, üretimin düşmesine ve arabalarının yürümemesine daha doğrusu batı medeniyetinin iflas edeceği kuvvetli biçimde hissedilmişti. Bu nedenledir ki petrol ABD dış politikasının en başta gelen öncelikleridir. Daha 1970 li yıllarda Orta doğudaki petrol alanlarını elinde tutmak amacıyla gerekirse güç kullanabileceğini açıkça ilan etmişti. İngiliz istihbaratının 12 Aralık 1973 tarihli “UK Eyes Alpha” raporuna göre ABD 1973 petrol krizinde petrollerin kontrolünü ele geçirmek için Suudi Arabistan’ı, Kuveyt ve Abu Dabi’yi işgal etmeyi planladığı belirtilmiştir. Henry Kissinger “Petrol Araplara bırakılamayacak kadar önemlidir.” Diyerek her şeyi açıkça söylüyordu. Başkan baba Geroge Bush, 20 Ocak 1990 da Kongre’de yaptığı konuşmada “20. Yüz yıl bir Amerikan yüz yılı olarak tarihe geçti. 21.nci yüz yılında başka bir Amerikan yüz yılı olacaktır.” diye iddia ediyordu. 20. Yüz yılın sonunda petrolün pratik alternatifinin yakın gelecekte bulunmasının mümkün olmadığı anlaşılmış, nükleer enerjinin zararları da gösteriyordu ki petrole 100 yıl daha başka bir enerji kaynağı rakip olamayacaktı.
Bilim adamları, batılı ülkelerin rezervlerinin 25-30 yıl içerisinde tükeneceğini, buna karşılık Orta doğu nun %65 lik rezervinin 80 yıl daha yeteceğini ifade etmektedirler. Bu gün dünyanın günlük 75 milyon varillik petrol üretiminin 19,6 milyon varilini (%26) ABD, 13,5 milyon varilini (%18) AB ülkeleri tüketmektedir. Petrole bağımlı olan ve ihtiyacının %50’lik kısmını buradan karşılayan ABD ve Avrupalı devletler Orta doğuya yönelmişlerdir. BP tarafından hazırlanan 2001 yılı dünya enerji raporundaki verilere göre petrol, dünya enerji tüketiminde %40 ile ilk sırayı alıyor.Petrol rezervine sahip ilk beş ülke Orta doğuda bulunmakta. İlk sırada 261,8 milyar varil (%38,2) ile Suudi Arabistan, ikinci sırayı 112,5 milyar varil ile (%16,4) Irak alıyor. Irak’ın yaklaşık 250 milyar varillik (%20) potansiyele sahip olduğu tahmin ediliyor. Bu ABD’nin 20 yıllık petrol ihtiyacına denk düşüyor. Bölgenin toplam petrol rezervi 685 milyar varille Kuzey Amerika kıtasının 10 katından daha fazla.
Birinci dünya savaşının çıkmasına, bölgeyi cehenneme çevirmesine petrol neden olmuştu. Geoffrey Miller “Boğazlar Üçlemesi” adlı kitabında İngilizlerin Türkleri aptal yerine koyup Almanların kucağına ittiğini, Körfez ve Mezopotam’ya ya karşılık İstanbul ve boğazları Ruslara nasıl teslim ettiğini anlatır. Diğer taraftan Earl of Ronaldshay, Lord Curzon’un özel evraklarını incelediğinde İngilizlerin Lozan’da aslında nasıl çıkmaza girdiklerini, her türlü tavize hazır oldukları sırada Türk heyetindeki müşavirlerin kendilerine verilen vazifeleri yaparak heyete yardımcı olacakları yerde Lozan’a doluşan petrol şirketlerinin adamlarıymış gibi görünerek bizimkilerle imtiyaz pazarlığına girişen İngiliz ajanları, heyetimizin bakış tarzını ve niyetlerini anlamaya çalışırlar. Haberleşme kanallarıda onların elinde olduğundan Ankara konuşmalarını da çözerler. Curzon, Türk heyetinin zaaflarını ve bakışlarını öğrenmekte geç kalmaz. Tehditkâr tavır takınarak Türk heyetini pes ettirme yoluna gider. Ancak savaşı göze alamaz. Sulh yoluyla antlaşmayı Bükreş elçisi kanalı ile İnönü’ye bildirir. Kozlar ve şartlar bizim lehimize iken Curzon’un blöfüne boyun eğen İnönü, mesele çözümsüzlüğe doğru gidince İngilizlerin tam arzu ettiği gibi Musul konusunu Birleşmiş Milletlere taşımayı teklif eder. Eldeki fırsatlar da teslim edilir. Uluslar arası bir antlaşma komisyonu 1925 de Birleşmiş Milletlere verdiği raporda ”Türkiye Musul üzerindeki hukuki haklarından vaz geçmedikçe bir başka ülkeye verilmesi imkânsızdır.” Demişti. Ancak bu imkânlarda telef edildi. Sınırlar ABD ve batılı devletlerin istediği gibi çizildi. Türkiye güçsüz bir ülke olarak yoluna devam edecekti.
Sorborn Üniversitesi profesörü Dr. Gassan Salama “Lübnan dağlarından Afganistan dağlarına kadar havada belirgin bir koku hissedersiniz. Biraz kafanızı yorduğunuz zaman bunun ölüm kokusu olduğunu anlarsınız.” Der. ABD, ülkesinin, milletinin ve şirketlerinin yüz yıllık geleceğini garanti etmek adına ölüm kokusu ile bölgede her türlü yola baş vururken biz ne yapıyoruz?
Katı devlet anlayışı ile kendi vatandaşını sindiren, ezen bir yapı sistemi içerisinde kurumları güçlendirip krallık yönetim tarzına büründürmek. Demokrasiyi pasifleştirmek. Ekonomik plan yok. Adil paylaşım yok. Toplumun sosyal yaşam ve ülke içinde dengeli yerleşim planı yok. Kendi kaderine terk edilmiş. Tarım ülkesiyiz tarım bitirilmiş. Hayvancılığımız yok edilmiş. Sanayileşmeyi becerememişiz. Eğitim sistemi felç edilmiş, sağlık sistemi zaten hiç olmamış. Buna rağmen Toplumdaki uyanış altmışlı yetmişli yıllarda başlamış iken Türkiye’yi kaybedeceğini gören ABD, askeri darbeler yaptırarak en bilinçli nesli yok etmiştir. Uygulanan yöntemlerle okuyup bilinçlenmenin yanında sabır, hoş görü,saygı, sadakat gibi manevi kavramlar yok edilerek canilik ve şiddet aile içerisine sokulmuştur. ABD ve batılılar, BOP projesi uygulaması ile kendi geleceklerini garanti altına alma ve bölgemize tamamen yerleşme niyetindeler. Amaçları bu sefer krallık, emirlik ya da kabile devletleri kurmak değil tamamen yok etmektir. Yeniden güç olup rakip çıkma gayreti içinde olan Rusya ile ABD anlaşmıştır. Rusya’nın arka bahçelerine müdahale etmeme garantisi vererek yönünü ekonomisine ciddi rakip olmaya çalışan Çin’e çevirmiştir. Etrafını karıştırma işiyle uğraşırken, çevresini silah satarak silahlandırırken diğer taraftan da Mustafa Kemal’in kurmuş olduğu sistemi işlerine engel gördüğünden zafiyetleri olan liderleri bir birine çatıştırmak, güçlü olan orduyu yıpratmak, kendi yapay sorunlarıyla uğraşarak etrafında olanları görmemesini, sırası geldikçe de Türkiye’nin de gereğini yapma peşindedir. Bunun içinde daha önce olduğu gibi zayıf ve zaafa düştüğümüz en uygun anı beklemektedir.
Bize düşense varlığımızı sürdürmek ve onurlu bir şekilde yaşamak istiyorsak etnik kökenlerimizi bir tarafa bırakıp birlik içinde toplumun kendisinin belirleyip seçeceği idarecilerle toparlanıp güçlenmek durumundayız. Aşırı tüketimcilikten ve ithal kültürlerden kurtulmalı, kendi varlıklarımıza, kendi değerlerimize dört elle sarılıp sahip çıkmalıyız. Başka kurtuluş yolu yoktur
Suskunyolcu
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.