- 1258 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KARAKOÇ, ŞİİR VE BEN
1987 Haziran ayı, hayatımda sanat yönüyle bir dönüm noktasının başlangıcı sayılabilir. O günlerde, Kars’ta Türk dili ve edebiyatı öğretmeni olarak görev yapmaktaydım. Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nce düzenlenen üniversite hazırlık kurslarının da sözel bölüm öğretmeniydim. İl Kültür ve Turizm Müdürü Müslim Oğuz Bey, bir ders çıkışında beni odasında çay içmeye davet etti. Sohbet esnasında, şair Bahattin Karakoç’tan ve Dolunay Dergisi’nden bahis açıldı. “Kan Yolları Tıkadı” isimli ödüllü romanın da yazarı olan Müslim Bey, edebiyat ve kültüre meraklı olmaktan öte sevdalı biriydi. Bahattin Karakoç’un dağıtılması için Müslim Bey’e gönderdiği “Seyran, Bir Çift Beyaz Kartal isimli kitaplarını ve Dolunay Dergisi’nin üç farklı sayısını satın aldım. Dergileri inceleyip, kitapları okuduğum da ışıyan ve ışıtan bir güneşin etkilerini üzerimde hissettim.
1994 yılında Pamukkale Üniversitesi’nde Türk Dili Okutmanı olarak görev yapmaya başladığımda, şiire olan ilgim oldukça yoğunlaşmıştı. Türk dili derslerinin son dakikalarını öğrencilerin sanat zevklerinin gelişmesi ve edebi eserlere ilgilerinin yoğunlaşması yönüyle, Türk ve Dünya edebiyatından seçkin şiir örneklerini okumaya ayırıyordum. Bahattin Karakoç’un çeşitli kitaplarından seçtiğim şiirler de, bu etkinliğe dahildi.
1997 yılının Mart ayında, bir fakültedeki ders arasında telefonla Bahattin Karakoç’un Denizli’de olduğunu ve müsaitsem İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Feyzullah Eroğlu Bey’in odasında görüşmek istediğini bildirdiler. Bunun bir şaka olabileceğini düşünmekle beraber, çok şaşırdığımı dahası heyecanlandığımı söyleyebilirim.
Dersim biter bitmez, koşarak İ.İ.B.F binasına gittim. Bir şok yaşıyor gibiydim. Merdivenleri ikişer üçer çıktığımı, Dekan Bey’in sekreterine ismimi belirtip, gururla Bahattin Karakoç’un benimle görüşmek istediğini söylediğimi hatırlıyorum. İçeri girdiğimde, Dekan Bey’le sohbet etmekte olan Bahattin Karakoç; gülümseyerek bana bakınca, bütün samimiyetimle dizlerimin titrediğini hissettim. Yetmiş yaşlarında olan Bahattin Karakoç, ağırmış saçlarıyla bir sanat abidesi gibi karşımda duruyordu. Heyecandan dilim kurumuş, nutkum tutulmuştu. Ellerini öptüğümde, sırtımı sıvazladı ve bana: “Kalp, kalbe karşıdır evlat. Otur, biraz soluklan...” diyerek rahatlamamı sağladı.
Dekan Bey’in odasında iki saate yakın süre içerisinde sadece şiirden konuştuk. Bahattin Karakoç, 80’li yıllardan itibaren, yazdığım bütün şiir çalışmalarımı tek tek inceledi. Kendisine şiirlerimin sanat yönüyle bir değer taşıyıp taşımadığını sorduğumda: “Sen de o cevheri görmeseydim, bir iki şiirden sonra diğerlerine bakmazdım. Şiirler iyi fakat daha olgunlaşmamış. Yalnız zamanla pişecek daha iyi olacak.” dedi.
Şiirde anlam derinliği, gizemli söyleyiş ve özgün dolaylamayla ahenk ve biçim kusursuzluğu oluşturabilmek amacıyla gündüze ulaşan çoğu gecelerimin boşa geçmediğini görmek ayrı bir güzellikti. Uykusuzluktan yorgun düşen vücudumu ışıtan gün ışığının şiir adına verilen emeği selamlaması benzeri bir üstat tarafından kabul görülmek beni oldukça mutlu etmiş ve şiir kitabı çıkarmaya da umutlandırmıştı. Şiirle örülü bir hayatın sıkıntılarının bittiğini ve önümde yeni bir ufkun açıldığını görüyordum.
1999 yılının Mayıs ayında, yaklaşık 20 yıllık şiir birikimimin ürünü olan “Sevda İklimi” ismini taşıyan şiir kitabım, Dolunay Yayınları arasında çıkarak, kültür ve sanat dünyasına bir kazanç olarak katıldı. “Sevda İklimi” isimli eserimizin dağıtım yetersizliği ve kitlelerin sanata duyarsızlaştığı bir döneme rağmen iki yıl içerisinde üçüncü baskısının yapılması, bizde ayrı bir övünç sebebi oluşturdu.
Okurlarımızın şiir lezzetinde, şiir güzelliğinde, onurlu ve düzeyli bir hayat yaşamaları; yürek coşkularının ve ruh gülümsemelerinin sonsuza dek sürmesi temennisiyle...