- 1580 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ZAMAN TÜNELİ
Devletin resmi dairesi olan Diyanet İşleri Başkanlığının 11 sayılı dergisi elime geçince ilgi duyup not almışım :
“ 1947 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Ankara’da Posta caddesinde beş katlı Lozan Oteli’nin 4 ncü ve 5 inci katları idi. Zemin katta inşaat malzemeleri satan iki dükkan , bir ve ikinci katlardaki odalarda ise bar kadınları kalırlardı . Binanın alt katında inşaat demirleri boşaltılırken bina gümbür gümbür sallanırdı . Başkan , merhum Ahmet Hamdi Akseki ve heyet azaları hoca efendiler merdivenden çıkarken dekolte vaziyetteki bar kadınları ile karşılaşırlardı . Alt katta müzik çalışması yapan bu kadınların sesleri yukarı katlara kadar gelirdi . “ ( Nail Arslanpay , sahife 42 )
Diyanet İşleri Başkanlığı yapan Profesör Sait Yazıcıoğlu’nun sarık ve cübbeli olmayışının sebebi devlet protokolunda 50 nci sırada oluşuydu . Nitekim Mesut Yılmaz hükümeti çıkardığı bir kararname ile D.İşl.Bşk.lığını Başbakanlıktan ayırarak Devlet Bakanlığına bağlamıştı .
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı bir zamanlar Bakanlık iken daha sonra Genelkurmay’ın protokolda Başbakan’dan sonra geldiği ve Başbakanlığa bağlı olduğu , D.İşl.Bşk.lığının ise bir Devlet Bakanlığına bağlanarak protokolda bir çok Genel Müdürün ardında sıralamaya alındığı biliniyor .
Halbuki verimli ve yararlı çalışması arzu edilen bir çok devlet kurumu gibi Diyanet’in de RTÜK, HSYK , YÖK ve Tasarruf Fonu gibi kurumlar gibi bağımsız olması gerekliydi.. Diyanet İşleri Başkanı , mevcut Müftüler tarafından seçilecek 20 temsilci Müftü , eski D.İşl.Başkanları , İlahiyat Fakültelerinin seçecekleri ikişer profesörün de dahil olduğu bağımsız bir kurul ( DİYANET YÜKSEK KURULU ) tarafından seçilen üç adaydan birinin Cumhurbaşkanı tarafından onayıyla atanmalıydı .
Bu arada Diyanet İşleri eski başkanlarından sayın Yazıcıoğlu’nun 1989 yılında söylediği sözleri de defterime yazmışım : “ Türkiye’de 80 bini aşkın personelle Diyanet İşleri Başkanlığı , üniversiteler bünyesindeki 9 ilahiyat fakültesi, 380’in üzerinde İmam Hatip Lisesi ve 5 bin aşkın Kur’an Kursu ,65 bini aşkın camiye her yıl 1500-1600 ilave .. Her yıl Kur’an kurslarında 3 binin üzerinde hafız yetişmekte … Bu tablo ve yoğunluk hangi İslam ülkesinde vardır ? “
Türkiye’de din tamamiyle devletin kontrolu ve güdümündeydi. Diyanet bir devlet kurumuydu ve personeli ikinci sınıf devlet memuruydu .
Sayın Yazıcıoğlu bu tabloyu tasvir ederken “ hamd etmeyi “ ve “maşallah” demeyi unutmuş olacak ki aradan sekiz sene geçmeden aczimendiler.müslüm gündüz ve Fadimelerle “ İrtica var “ kampanyası açan 28 Şubat generaller cuntası , hükümeti güdümüne alarak sekiz yıllık kesintisiz eğitim yasasını gündeme soktu . ANAP ., DSP ve DTP (Doğru Yol Partisinden kopan bir grup ) milletvekilleri Kur’an Kurslarına yaş sınırlaması getiren ve İmam Hatip orta kısımlarını kapatan sekiz yıllık kesintisiz eğitim yasa tasarısını 16 Ağustos 1997 tarihinde Meclis’te görüşmeye başladı .
Siyasi hayatıma mal olsa da bu yasa çıkacak “ diyen zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz en önde yerini almıştı . Sık sık arkasına bakarak milletvekillerirnin tamam olup plmadığını kontrol ediyordu . Görüşmeler sabaha kadar devam etti. Milletvekilleri sıralarda uyukladılar .Sekiz yıllık eğitim tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 242’ye karşı 277 oy ile kabul edildi . 29 milletvekili oylamaya katılmadı . ANAP’tan Cemil Çiçek ve Ali Coşkun red oyu kullandı. Muhafazakar geçinen ANAP milletvekillerinden Agah Oktay Güner ,Eyüp Aşık ,Mehmet Keçeciler “kabul” dediler .
Yasa kabul edildiğinde takvimler 17 Ağustos 1997 ’i gösteriyordu . Aynı gün Hacı Bektaş’taki törenlere katılan Başbakan Mesut Yılmaz , alevi vatandaşlarımıza “size bir hediye getirdim” diyerek müjde veriyordu .
İmam Hatip Liselerinin orta kısımları kapatılmış , Kur’an kurslarına 15 yaşından önce kayıt olmak yasaklanmıştı .Böylece irticanın önüne büyük bir engel konulmuştu .
On beş yaşındaki bir çocuk nereye giderdi ?
Orası iyi biliniyordu .
Ya kız peşine , ya top peşine …
Büyük bir iş başarılmıştı .
Politik arenada şifreli adı “ irtica “ olan “ İslam” a karşı büyük bir zafer (!) kazanılmıştı .
Ağustos ayının 16’sını 17’sine bağlayan geceyi biz insanlar unutmuştuk ..
Fakat yine bir 17 Ağustos sabahı saat 03.02 ‘de aradan tam iki sene geçmişti ki yataklarımızdan korkuyla fırladığımızda Türkiye’nin altı üstüne geldi . Bu korkunç depremler karşısında , Başbakanlık koltuğunda oturan solcu Bülent Ecevit bile “ Bu ilahi bir uyarıdır” diyordu . Aynı sözü “Deprem ilahi ikazdır” şeklinde söyleyen Mehmet Kutlular isimli gazeteci ise hapsediliyordu .
Kandil Rasathanesinin ve devletin resmi tespitlerinde depremin merkez üssünün Gölcük Orduevinin altı olduğu belgeleniyordu .
Tesadüf (!) olsa gerek …
Ben bu zaman tünelinde tarihlere neden bu kadar takılıp kaldım bilmem ki ?