- 842 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yol Hikayesi
Yaşlandım artık. Eskisi gibi hareket etmekte zorlanıyorum. Nefesim kesiliyor. Ağzımın tadı da kalmadı artık. Ne yediklerimden ne de içtiklerimden bir tat alıyorum. Ağzım da bir kuruluk varı. Köşemde oturmakta beni harap ediyor ama yapacak bir şey bulamıyorum.
Geriye dönüp baktığımda hep pişmanlıklar içinde kıvranıyorum diyemem. Bir tarafım pişmanlığı yaşarken, bir yanım yaptıklarımın yanlış bile olsa bana keyif verdiğini hissediyorum değil. Yani anlayacağınız kötülük benden yüz çevirdi ama ben kötülük etmeyi bırakamadım. Bakmayın şimdiki halime. Dizimin dermanı olsa yine işime dönerim diye düşünüyorum zaman zaman. Ne yapayım huy, can çıkmadan beni terk etmeyeceğini biliyorum.
Biraz kayın bakalım dedi, kesik kesik öksürerek. Etrafını sarmıştık tek penceresi olan odanın içinde. Adı İbrahim’di. Kimse onu bu adı ile bilmezdi. Bulutunoğlu derlerdi ona. Orta boylu, şişman denecek kadar kilolu, konuşması bir köylüden daha çok şehirlilere benzerdi.
İkna kabiliyetine ise diyecek yoktu.
Çok güzel giyinirdim diye sürdürdü konuşmasını. Rahvan, doruya çalan bir atım vardı. Çok iyi bakardım ona. Benim can yoldaşımdı o. Yanımda çantam hiç eksik olmazdı. Planlı hareket ettiğim zaman yok sayılır. Her şey kendiliğinden oluyordu işte. Bu gün size anlatacağım olay ise yine kendiliğinden gelişti.
Hekimhan taraflarındayım. Sanıyorum temmuz ortaları idi. Yine atımın üzerinde aheste aheste ilerliyorum. Sıcaktan bir şey düşünecek halde değilim. Serin bir gölge, şöyle soğuk bol köpüklü bir ayran olsa diye düşünüyordum ki; şafak attı bende. Sağda solda günlük meşgalesi içinde bıkkın köylüleri nasıl da görmedim diye hayıflandım doğrusu. Atımı çalışmaktan bunalmış köylülerin rahatlıkla görebileceği şekilde bir ağacın gölgesine bağladım. Gemini ağzında çıkardım rahat şekilde otlansın diye. Kök boya ile boyanmış orijinal halı desenli heybemi indirdim. Zaten giyimim o biçim. Dikkat çekmemesi mümkün değildi bu yazının ortasında. Yavaş hareket ediyordum. Bir taraftan da göz ucuyla meraklı bakışlarla beni izleyen köylüleri kesiyordum. Heybeden daha önce ne için hazırladığımı bilmediğim yirmi civarında düzgün kesilmiş ve boyalı kazıkları çıkardım.
Şöyle bir nefeslendim ve kendime göre daha iyi durumda gördüğüm tarlaları kafamda tasarladım. Kimseye de bakmıyordum. Gittim bir tarlanın orta yeri sayılabilecek bir yerine kazığın birin çaktım. Yüz metre kadar ileriye bir tane daha, bir tane daha. On oniki kadar kazık çaktım ya da çakmadım meraklı bakışlarla ürkek ürkek köylülerin bana yaklaştıklarını da görüyordum bir taraftan. Ama oralı da olmuyordum güya. Ara da bir dönüp kazıkların aynı hizada olup olmadıklarını kontrol ediyor, bazen herhangi birini çıkarıp başka bir yere diktiğim de oluyordu. Mühendistim sonuçta.
Selamünaleyküm beyim dedi biri usulca. Sesi çok kısık çıkmıştı. Aleykümselam dedim ona bakmadan. İşim daha önemliydi tabi ki. Hayırdır beyim, bunlar ne ola ki dedi diğeri. Şöyle bir doğruldum, küçümseyerek baktım hepsine. Bir anda etrafımda çoluk çocuk, kadın, erkek onlarca insan toplanmıştı. Ne olacak dedim yüksek sesle. Ben dedim; mühendisim. Buradan Malatya karayolu geçecek. Onun geçeceği yerleri işaretliyorum. Vay.. diye bir çığlık attı kadının bir. Benim dedi tek bir tarlam var onun ortasından ha. Bir anda olduğu yere yığıldı. Hemen onu bir ağacın gölgesine taşıdılar.
Beğim dedi biri, şöyle bir soluklan hele, bize de anlat kurbanın olam. Zaten istediğim de bu değimliydi. Ama gönülsüz görünmeye çalışarak peki dedim. Vaktim çok az ama şurada biraz soluklanayım bari. Koyu gölgesi olan bir ağacın altına oturdum. Herkes ayakta ve karşımdalar. Meraklı meraklı beni süzüyorlar. Kimsede konuşmaya mecal yokmuş gibi geldi bana. Hafif öksürerek biraz da yüksek tondan söylenmeye başladım. Buradan dedim Malatya’ ya karayolu geçecek. Ben de yolun güzergahını belirliyorum.
Aman beğim, kurban olduğum buradan geçmesi mi gerek illa ki, buralar bizim gözbebeğimiz, en verimli tarlalarımız, hani demem o ki bunun aha şuradaki tepenin eteğinden geçse olmaz mı ki. He ya dedi ötekiler, onayladılar söyleyeni. Belli ki adam içlerinde ağzı laf yapan biri. Bu arada önüme süzme ayran koydular. Bir dikişte içtim koca tastaki ayranı. Bıyıklarımı silerken olmaz der gibi bir bakış fırlattım. Bu arada kalabalık da artarak devam ediyordu. Bir ara kanter içinde muhtar olduğunu sonradan öğrendiğim adamcağıza gözüm takıldı. Köylüler ona yer vermişti ön sıralardan. Hadi dağılın dedi muhtar. Biz mühendis beğle konuşup bir hal yol buluruz. Gönülsüz gönülsüz homurdanarak uzaklaştılar. Çok uzaklaşmadılar tabi, yan taraftaki ağaç altında kümelendiler, kendi aralarında hararetli bir konuşma yaptıklarını görüyordum.
Yanımda muhtar ve güya ağzı laf yapan üç dört kişi kalmıştı. Muhtar ağam dedi ocağına düştük, çoluk çocuğun hatırına bize mağdur etme dedi. Höst dedim yüksek sesle. Hökümet işi bu, çocuklarım katma. Tamam dedi kısık sesle. Ama bir yolu yordamı yok mu dedi usulca. Ha dedim kendi kendime yola gelin bakalım. Nasıl yani, ne istediğini açıkça söyle dedim. Ağam dedi, burası bizim çoluk çocuğun rızkını çıkardığımız topraklar. Ha şu yamaçtan geçse ne olur ki. Hökümete karşı boynumuz kıldan ince ama, bizi de düşün ağam dedi yalvaran sesle. Acır gibi baktım ama işi biraz daha uzatmak ister gibi; koskoca hökümet ne yapacağını size mi soracak diye bağırdım. İrkildiler tabi. Ama dedi muhtar bir yolu olmalı değil mi, yandakilerin bir göz işaretiyle yanımızdan ayrılmalarını sağladığını gördüm. İstediğim yavaş yavaş oluyordu. Baş başa kalınca muhtar dedim ağzındaki baklayı çıkart. Ağam dedi, hele şunu bir hala yola koyalım, biz de eşek değiliz ya gereğini yaparız. Nasıl dedim anlamazlıktan gelerek. Nasıl olacak ağam dedi, hele sen bu fakirlere büyüklüğünü göster elini ayağını öpem. Tamam dedim gönülsüzce, şurda dedim bir iki saat düşüneyim. Siz de dedim biliyorsun işte. Bu arada açıktım da dedim. Muhtar kendinden beklenmedik bir acarlıkla yerinden fırladı.
Az sonra Allah ne verdiyse yazının yüzünde iyi sayılacak bir sofra vardı önümde. Yavaş yavaş yiyordum, acelem yoktu nasıl olsa. Yemekten sonra ağacın gövdesine yaslandım. Ohh.. dünya varmış, gözlerimi hafifçe kapayarak kestiriyormuş gibi yaptım.
Yaklaşık iki saat sonra muhtar sine sine yanıma geldi. Ağam dedi biz kendi aramızda sana layık değil ama, azımızı çok kabul et, çam sakızı çoban armağanı, … daha bir şeyler söyledi ama benim onun söylediklerini merak ettiğim yoktu. Usulca heybemin gözüne bir çıkını sıkıştırdı.
Birden ayağa katlım fırlar gibi. Ne olduğunu şaşırdı muhtar. Boş bulunmuştu. Bana dedim bekçiyi çağır gelsin. Emrin olur ağam dedi, Arkasından ulan bekçi diye bir bağırdı ki irkildim doğrusu. Zaten yan taraftaki ağaç altında oturanların içinden birisi bir koşuda yanımızda bitiverdi. Esas duruşta bekliyor yamuk yamuk. Topla şu arkadaşlarınız dedim. Bekçi uçtu sanki. Bir dakika sonra etrafım sarılmıştı. Tık yok kimsede, ben de iyice suyunu çıkarıyorum bu işin diye düşündüm. Bir taraftan da keyif almadığımı söyleyemem. Muhtar dedim durumunuzu anlattı. Ben de düşündüm, kararımı verdim. Bunu da muhtarınızın hatırın yapıyorum unutmayın. Adamın kıymetini de bilin. Muhtar biraz diklenir gibi oldu. Bekçi dedim. Şu kazıkları yerlerinde çıkart, şu tepenin kenarlarından geçecek şekilde çakıver güzelcene. Sakın dedim kırmayasın onları. Ha şunları da al. Heybedeki diğer kazıkları da verdim bekçiye. Haftaya geleceğim yine, yakında da makineler çalışmaya başlar. Ama dedim sakın yol güzergahını değiştirdiğimi kendi aranızda da konuşmayın diye sıkı sıkı tembihledim.Atımı getirin diye çıkıştım. Birazdan atım geldi. O da neşelenmişti tabi, dinlendi güzelce. Yeni maceralar bizi bekliyor diye düşündüm atıma binerken. Hoşça kalın dedim yüksek sesle. Uğultu şeklinde güle güle ağam dediler. Yüzlerinde ki sevinci görmeliydiniz.
İşte böyle çocuklar. Sonradan ne oldu bilmiyorum. O gün hatırı sayılır bir para ile döndüm. Mühendislik maceram da böyle. Sesi kısıldı sanki. Yine kesik kesik öksürmeye başladı. Yorulmuştu anlaşılan. Ama gözlerindeki ışık hala parlıyordu. Anlaşılan hala kendisi kötülüğü terk etmeye niyetli değildi. Artık dağılma zamanı gelmişti. Yavaşça kalktık. Kapıdan en son ben çıktım, çıkarken sedire uzandığını gördüm. Gözleri kapanmak üzereydi.
Çanakkale 17/02/2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.