- 564 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
MÜEBBETLİK HAYATIM - 26
Sınıfın bir numarası Seher, ince, orta boylu, sarışın ve sevimliydi. Kendini tamamen ders çalışmaya vermişti. Tam aradığım tipte biriydi ama sanırım erişemeyeceğimi çok iyi bildiğim için âşık olmaya kalkmadım ona. Mahinur esmer, biraz daha dolgun vücutlu, Seher’e özenen ama onun kadar başarılı olamayan bir subay kızıydı. (Kanser hastası bir annesinin olduğunu, evde tedavi gördüğünü daha sonra öğrenmiştim.) Bir Figen vardı ; benim boylarımda, sarışın ,kısa saçlı ve ince. Galiba bana asılıyordu. Sınıfın çalışkanlarından değil de tembellerindendi. Rahatsız oldum onun hareketlerinden. O, bana olan ilgisini belli etmekten hiç çekinmedi. Fakat ben ona yüz vermemeye özen gösterdim.
Köydeki muhtarın kızından umudum yoktu, üstelik göremiyordum bile ama yine de aşksız geçecekti orta okuldaki ilk yılım.
İngilizce ilk sözlüden on alıp havalara uçtuktan sonra, yavaş yavaş diğer derslerin de yazılıları başlamıştı. Resim ve Beden derslerinde pek başarılı olamıyordum. El yazısını o yıl öğrenmeye başladık. Önceleri bocaladım fakat Nurdan hanımın anlayışlı yaklaşımı sayesinde onu da kavradım.
Behice hanımın yazılısı gelip çatmıştı. Korkusu günler öncesinden başlamıştı sınıfta. Ben diğer derslerim gibi çalıştım. Yazılı günü şaşırdım biraz. Sorular fazla kolay gelmişti. Kendimden şüphe ettim. Acaba yanılıyor muydum ?
Bir hafta sonra Behice hanım sınıfa girdiği andan itibaren korku filmi sessizliği sardı sınıfı. Yazılı notlarını okuyacaktı. Onu karşılamak için ayağa kalktığımızda, gözlüğünün üstünden bir bakış fırlattı bize. Kalplerimiz duracak gibi oldu o an.
- Nasılsınız bakalım ?
- Sağol !
- Oturun.
Masasına giderken, yazılılarımızı okuduğunu ve sonucun rezalet olduğunu söyleyince, az sonra infaz edilecek mahkûmlar gibi hissetmeye başladık kendimizi. En arka sıraya, başkanımız Gülten ablanın yanına oturup not defterini açtı. Spor toto oynamış gibi notları okumaya başladı. ’ Bir, iki, bir, üç, iki, bir....’
Benim de hiç bir umudum kalmadı. Öyle bir not da benim alacağıma inandım. Numaram iki bin yüz elli üç olduğundan, en sonlarda okunacaktım. Bana gelinceye kadar en yüksek notu Seher almıştı. O da yedi idi ve çok sevindi.
- İki bin yüz elli üç !
Oturduğum en ön sırada sessizce yerimden kalkıp ,
- Burdayım hocam, dedim.
- İki bin yüz elli üç, Fikret TEZEL ! ( Yirmi yaşıma kadar Tezel’di soy adım.)
Ben korkudan sesimi yükseltemeyerek ( Nasıl olduysa altıma kaçırmadan ) tekrar,
- Burdayım hocam ! diye cevap verdim.
- Yok mu bu çocuk ? diye sordu bu defa. Yanında oturan Gülten abla, beni işaret ederek ;
- Orada, en önde hocam, dediğinde,
- Çık bakalım şöyle ortaya doğru da, boyunu posunu bir görelim senin, dedi, alaylı bir ses tonu vardı. Çok korktum. Çok büyük bir suçlu gibi hissettim kendimi o an. Çok büyük bir ceza ve alay edilme, aşağılanma endişesi sardı beni. ( Yine de altıma kaçırmamış olmam mucize ). Yavaşça sıramdan çıkarak orta yere doğru yürürken, başımı kaldıramıyor, kimsenin yüzüne bakamıyordum.
- Vay, vay, vay ! Sen boyundan büyük numara almışsın ! Aferin sana ; sekiz..
Anlayamamıştım, inanamamıştım çünkü. Halâ alay edildiğimi sanıyordum. Yerime otururken çocukların şaşkınlıkları ve takdir eden sözleri sayesinde inanabildim ancak. En yüksek notu ben almıştım.Yavaş yavaş az önceki endişelerimin yerini sevinç, mutluluk ve gurur almaya başladı. Az önce ışığı sönen gözlerim yeniden aydınlandı ve parladı.
Teneffüs zili çaldığında kendimi bahçeye atmaya, kuşlarla uçma yarışı yapmaya niyetlenmiştim. Fakat Behice hanım, yanıma kadar gelip,
- Sen çıkma teneffüse. Biraz konuşalım bakalım, deyip oturdu.
- Anlat bakalım ; kimsin sen, neyin nesisin ?
Her şeyimi anlatmaya çalıştım ona.Annemle babamın ayrıldığını, annemin beni babamın yanına gönderdiğini, babamla birlikte kahvede yatıp kalktığımızı, okumam için bana İlhan öğretmenimin yardımcı olduğunu, her şeyi....
O hepimizi çok korkutan gözlüğünü çıkardı önce. Elini sırtıma götürdü. Sarıldı bana. O az önce herkes gibi benim de çok korktuğum insan, annem gibi sarılmıştı bana. Yüreğime kadar işlemişti sıcaklığı.
- Bundan sonra kimseye, annem yok demiyeceksin ! Ben, Behice hanımın oğluyum diyeceksin, derken ıslaktı gözleri. O kaskatı bildiğimiz kadın, basbayağı ağlıyordu şimdi benim yanımda. Utanır gibi oldu bir an. Çünkü gizli falan değil, ap açık akıyordu göz yaşları. Elini aldı sırtımdan. Ayağa kalkıp gözlüğünü taktı yine.
- Hadi bakalım, çık biraz hava al şimdi ! Sadece derslerini çalış sen. Hiç bir şeyi de kafana takma, tamam mı ? deyip uzaklaştı.
Dışarı çıktığımda, kuşlarla yarış etmeme gerek kalmamıştı. Behice annem beni elleriyle kaldırıp bulutların üzerine çoktan oturtmuştu bile !
Bir sonraki gün hediye kitaplar, kalemler getirdi bana. Öğretmenler odasına çağırıp ölçülerimi aldılar. İlk bayrama yetiştirildi ısmarlama takım elbisem, kumaş paltom ve ömrümde ilk defa giyeceğim kauçuk tabanlı iskarpin ayakkabılarım.
O günden itibaren adım okulda, ’Behice hanımın Fikret’i ’oldu. Diğer öğretmenlerim de çok sevdiler beni. Ben de elimden geldiğince lâyık olmaya çalıştım onlara.
Ezber yeteneğim çok iyi olmasına rağmen, ikinci devre Tarih dersinden başarısız olmaya başladım. Bütünlemeye bırakılmam gerektiği halde, kurul kararıyla geçtim. Tarih hocamız Nazmiye hanım kalmamdan yanaymış aslında.
İkinci sınıfın ilk günlerinde bizzat kendinden duyduğumda, başarısız bir yılın beni beklediği içime doğmuştu adeta....
(Devam edecek)
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Hatırat yazıların üstadı. Güzeldi.
Lakin serinin arasında güncele de dokunsanız diyorum. Güzel yazılarınızı ve fikir alışverişlerimizi özledik.
Selam ve saygılar.
Fikret TEZEL
O hepimizi çok korkutan gözlüğünü çıkardı önce. Elini sırtıma götürdü. Sarıldı bana. O az önce herkes gibi benim de çok korktuğum insan, annem gibi sarılmıştı bana. Yüreğime kadar işlemişti sıcaklığı.
Her yazıda kah tebessüm, kah duygu deryasında gezdiriyorsunuz bizi. Tebrikler çok etkili yazıyorsunuz.