- 840 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
GİTME ANNE GİTME !
İşte o gün gelmişti. Ayrılık günü. En sevdiği varlığından ayrılma günü… Nasıl katlanacaktı onunla ayrı kalmaya? Onun kokusunu duymadan, ona sarılmadan, onu bağrına basmadan, nasıl uykuya dalacaktı?
Onun doğumuyla, anneliğin ne kadar değerli bir duygu olduğunu anlamıştı. Nasıl onsuz yaşayacaktı. Bu ruh hali, kalbini sıkıştırıyordu sanki. Gözleri doluyor ve ağlamaya başlıyordu hemen. Fakat başka çaresi yoktu. Kendine kızıyordu. Kaderine isyan ediyordu. Allah’a isyan ediyordu.
“ Neden Allah’ ım neden kocamı aldın elimden “ Diyordu. İnançlı bir insandı aslında. Günahtan korkar, isyan asla etmezdi oysa.
Her şey çok güzel giderken, birden bire değişivermişti hayatı. Kocasının uzun yıllar süren hastalığının ardından, bir küçük çocukla kalakalmıştı hayatta. Kocasının ölümünün yası bitmeden, kocasının ailesi tarafından da istenilmeyen kişi durumuna düşmüştü nedense. Onlara saygısızlığı olmadığı halde istememişlerdi onu ve torunlarını. Ne olurdu sanki köşelerinde, sessizce otursa, onlardan artan bir kırık ekmeği paylaşsa…
Nankördü insanlar. Çiğ süt emdiklerinden olsa gerek diyordu kendi kendine. Sığamamıştı onca yılı geçirdiği o eve. Hizmet ettiği, tarlasında çalışırken ter döktüğü o eve. Kocasıyla geçirdiği günlerin anılarını bıraktığı o evi ağlayarak terk ederken, canı çok yanmıştı.
Baba evinde de istenmeyeceğini bile bile gidecekti. Başka çaresi yoktu. İnsan, evden bir kez çıkmaya görsün, yabancılaşıyordu oraya. Yabancılar girmişti aralarına. Aslında yabancı değil yengeleriydi.
İki boğaza girecek masraf da artmış olmalıydı. Çalışırdı fakat anlatamıyordu bir türlü. Maaşı da yoktu ki aybaşında aldığı paraları koysun ortaya. Kaderine boşuna kızmıyordu. Onun istediği güvenli bir yerde uyumak, çok sevdiği oğlunu da büyütmekti. Anlatamıyordu bu duygularını kimseye. Canından can kopararak onu doğuran anası anlıyordu fakat o da çaresizdi kendisi gibi. Huzursuzluklar iyice artmış, ağlamadığı gün kalmıyordu neredeyse.
Çaresizce kadere boğun eğecekti. Evlenecekti. Adamın tek şartı vardı. Çok sevdiği oğlunu istemiyordu. “ Asla evlenemem” diye haykırdı. Yine dinleyen olmadı onu. Kurbanlık koyun gibi verdiler. Çaresizdi. Belki de korkaktı. Korkmuştu. En sonunda kabul etmek zorunda kalmıştı ağlayarak. Başka bir şey de gelmiyordu elinden. Sadece ağlamak…
Davul sesleri en gür sesiyle çalmaya başlamıştı. Kimileri için düğün günü, kimileri için ise ölüm günüydü. Kimileri için ise nefret günü…
Yaşlı ve göbekli damat adayı için ise sevinç günüydü. Bıyıklarını bura bura, koynuna alacağı yeni karısının hayali geziyordu gözlerinde ve gülüşünde.
Kimileri ise bir boğazın eksileceği için rahatlama sevinciydi belki de.
Gelin alayı gelmiş ve kadere karşı koyamayan kadın dışarı çıkmıştı. Gözlerindeki yaşlar sel olmuş akıyordu yüreğine.
Kalabalığın arasından fırlayan bir erkek çocuğu haykırıyor fakat kimse duymuyordu ne hikmetse. Davulların sesinin arasında sivrisinek vızıltısına dönüşüyordu sanki. Onu da kimse duymuyordu. Tıpkı annesini duymadıkları gibi.
“ Anne ! Gitme. Beni bırakma. Ben de gelmek istiyorum seninle. Anne ! “
Arkasını döndü bir kez baktı ve yoluna devam etti.
Bir kez sarıldığı zaman bırakamayacağını biliyordu çünkü. Ondan nefret edeceğini bile bile…
SON !
YORUMLAR
GERÇEK YAŞAMDA DA DUYUYORUZ BÖYLE ACI YAŞAMLARI.çARESİZLİKLERİ VE İNSANLARIN NE KADAR KATILAŞACAKLARINI.OYSA Kİ BİR ANNE,ÇOCUĞUNDAN NASIL AYIRABİLİYORLAR.bUNA NASIL GÖNÜLLERİ RAZI GELİYOR,DÜŞÜNEMİYORUM.FAKAT GERÇEKTEN VAR BÖYLE DUYGUSUZ İNSANLAR.hEM EVLENDİREN AİLESİ,HEM YENİ EVLENECEĞİ EŞİ OLACAK KİŞİNİN DUYGUSUZLUKLARI,BİR ANNEYİ MAHVEDİYOR EVLADINDAN UZAKTA.TEBRİK EDERİM,HARİKA BİR YAZIYDI NERMİN HANIM.SELAMLARIMLA..
Ben hiç anlamadım zaten, tarafların birbirlerinin çocuklarını istememesinin sebebi ne olabilir. Çocuğunu bırakıp her ne şartta olursa olsun evlenen kadınları kınıyorum...Hiç bir baskı insanı evladından ayırmaya kadir olmamalı...
Uzun zamandan sonra öykünü okumak nasip oldu. Hüzünlüydü ama ben severim hüzünlü yazıları..Tebrik ederim seni. Sevgilerimle. Ayrıca sayın Fikret Tezal'a şunu söylemek isterim: Soru içeren her soru cümlesinin karşısına soru işareti konmaz. Bu cümleye göre değişir. Örneğin, cümleyi sarfeden kişinin birinden cevap beklemediği yani cevap gerektirmeyecek sorularda...O yüzden ilk paragraftaki cümleler soru işareti istemez, kişi kendiyle konuşmakta, kendine dert yanmakta çünkü. Dikkatli incelemeleri için teşekkür ediyoruz Fikret Beye...
Sana da selamlar yolluyorum...
Yazı kalıteli.
Öykü hüzünlü.
Toplumsal bir gerçek.
Ana baba niye istemez geri dönen kızlarını?
Elbette kaşık düşmanı olarak görülür. Malını bile vermezler kızların. Satar bir de başlık alırlar. Ya da berdel yaparlar.
Eskidi mi yenilerler eşya gibi.
Ne yazık.
Eğitim de kurtarmaz bazı kesimi. Nesil değişmeli inanın.
Tebrik ediyorum. selamlar.
Hüzünlü bir öykü, güzel bir anlatım.
Fakat bir şey dikkatimi çekti : Sevgili yazarımız galiba soru işaretlerini kullanmayı pek sevmiyor. Özellikle ilk paragrafta oldukça ihmal etmiş.
Nermin Kaçar
Beyin kürtajı mümkün olsaydı keşke....Nasıl istenmeyen masum ceninlere kıyılıyor ya hani, bizde kadınlar olarak mağdur kaldığımızda, karşımızdakilerin tenha düşünceli beyinlerine bunu yaptırabilsek keşke...Önce aldığım anafikre katılımcı olduğumu bildirmek istedim ve sonrasındada keşkelerimi ekledim. Her satırının reelliğine inanıyorum ve tebrik ediyorum yazımınızı...