AŞK DEDİĞİN...
“Aşk, adından geçmek demek değil mi ?”
Cümle Kapısı Nazan Bekiroğlu
Aşk …
Fırtınayı bile meltem diye sevdiren bazen de günü geceye çeviren…
Çirkini güzeller güzeli diye baş tacı ettirirken, dünyanın bakmaya kıyamadığını, ayaklar altında pespayelik makamıyla onurlandıran…Aşk=Büyü…
Şimdi lafın tam da buralarında, bir mevsim tarifi ve bir zaman bildirimi lazımdır, bilirim. Bu defa hiç beklemeyin, affedin beni ne olur. Söz aşk’ken vakit ölür, ins ölür. Zanlar zamanıdır artık.
Hangi şarkı, makamı hüzzam iken, hayata döndürebilir vurgun yemiş bir aşığı.
Uzaklardaki dalgaların sesi, ruhun en sert kayalıklarına vurmaz mı acımadan “âşıksın, âşıksın” sözlerini. Hangi kum fırtınası, giden sevgilinin arkasından payımıza düşen kederleri, gözlerimizin içine serpmez? Kum taneciklerinde “yalnızlık” gözyaşlarını.
Hiç buselik yaşanmaz mı? Hiç mi tutturamaz doğru olan zamanı.
Ansızın geliveren, kalabilir miyim diye bile sormayan, arsız misafir. Yerli yersiz, vakitsiz vakitlerin konuğu: Aşk.
Kör gözlerinle yolunu bulamazken yürüdüğün hayatta, ille de körlüğüne inat “ben geldim” diyen, kırk yamalı bohça aşk zamanları.
Deliliğin de, akl-ı selim hallerinde yegâne sebebi.
Aşk… Gelişiyle delirten… Gidişiyle uslandıran. Yahut belki de tam tersi. Edebin kaynağı…Tevbe’lerin ilk adresi.
“Bir daha mı, evlerden ırak…” denilip yaka silkeleyip, edilen yeminler. Arkası sıra yemin bozan sahiplerinin , sadaka dağıtışları. Gönlün ızdırabında tutulan üç günlük ceza oruçlarının sebebi hikmeti, Aşk…
Aşk… Kaçımız kıymetini bildik.
Ne istedi sanki gelişinde. Nohut odanın bakla sofayla yan yanalığından başka.
Hangimiz aramadık tıka basa okul servislerinde, boynumuza iliştirilen yaftasıyla sevdiğini. Bir defacık daha görebilmenin deliliğinde. Günlerce, haftalarca, deliliği yettiğince yıllarca beklemedi mi çoklarımız. Tutulası dillerimizin olmadık zamanlarda lâl kesilmesinden, kaçımız şikâyetçi olmadık…
Aşk…kaç aşık vurulduğu ilk anda “sevdim arkadaş” diyebildi çekinmeden. Kaçımız gönlümüzün sultanına, “bir sabah da biz erken kalkalım, bir kahvaltı da biz hazırlayalım” diyebildik. Yahut bir defa da “altın günü” dönüşü, hangimiz yemek hazır gülüm diyerek kapıyı açan, bekleyen olabildik.
Gidenlerin arkasından “bittim, ölürüm, kaldıramam” derken yaşamaya mecbur olup, üstelik kaç defa daha aşık olmadık mı? Yalancı mıydık, yaşadıklarımız yalan mıydı?
Ne yalan söyledik ne yalandı yaşadıklarımız. Yaşanması gerekenler, yaşandı. Kıymetini bildik yahut bilmedik. Ama sevdik. Hep sevdik. Mesele sevilmeyi beklemeden sevebilmekteydi.
Mümkünse sevilmeyi beklemeden sevmeye taliptik…Bu beklentisizliğe rağmen sevilmek mi? Tadını çıkararak sevmenin, tam adresi buydu muhakkak. Lütfu olurdu sadece sevilenin. Bu hal üzere, Aşk=Baş tacı…
**************
Eşyanın bile incitilmediği iklimlerde büyümemiş olsa idik, harcıâlemcilerden olacağımız muhakkaktı elbet. Çekilen sıkıntılarımıza şükür diyoruz şimdi…
Canını çıkarmaktansa tadını çıkarmayı tercih ettiğimizdir artık Aşk…
20.08.2007, Ankara
YORUMLAR
Tebrik ederim. "Harikulade yazım tarzınız, güzel Türkçeniz, imlalarınızla gönlümde taht kuran yazılar zincirinizi keyifle okuyor, adeta; feyz alıyorum" dersem yeridir, sanırım.
Yüreğinize sağlık olsun, siz daima yazınız, efendim. Yazmaya devam ediniz, lütfen. Arşivim, sayenizde zenginleşiyor çünkü.
Saygılarımla...