- 4891 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
AİDİYET DUYGUSU
Yıllarınızı verirsiniz bir memlekete. Çalışır, çabalar, meslek sahibi olursunuz. Sonunda iş de kurarsınız. Faydalı şeyler yaparsınız. Vatan ve milletiniz için. Askerlik yaparsınız. Vergi verirsiniz. Evlenirsiniz. Çoluk çocuk yetiştirirsiniz burada. İnsanlarınızı seversiniz. Etrafınızdakilerin de sizi sevdiğinden emin yaşarsınız.
Gün gelir, bir yol ayrımında bulursunuz kendinizi. Memleketinizle ilgili bir tercih yapmak durumunda bırakılırsınız.Ve “bir başkadır benim memleketim” dersiniz, ama,…
Ama’sı farklıdır işin.“Hayır, buralı değildir” derler sizin için. “Bizim akrabadan falan da değildir, hemşerimiz de. İyidir, has’tır, severiz. Ama, kendi akrabalarımız varken O’na oyumuzu da veremeyiz, hemşeriliğimizi de”, derler.
Şaşırır kalırsınız, bu dost ayrımına. Sizi kendilerinden saymazlar artık. Adınıza, soyadınıza bakarlar. Nereden geldiğinize göre, nereli olabileceğinize dairde kararlarını verirler, sizin yerinize. Sizin ne hissettiğinize bakmazlar bile.”Yabancı” laştırırlar, kendilerince adeta.
Kendinize de yabancılaşırsınız o an. Havanıza, suyunuza, içinde yaşadığınız toprağınıza bile yabancılaşırsınız. Bir hüzün çöker üzerinize. Gitmek istersiniz bir an önce, buralardan gitmek. Memur olmanız esnaf olmanız, ya da asker- sivil olmanız, yazar -çizer takımından olmanız bile, hiç fark etmez. Bu memleket Türkiye’dir, Almanya’dır, Akçaabat’tır, Sürmene’dir, fark etmez.
Yıllarınızı verip, yeşerttiğiniz çiçeğiniz, gözünüzün önünde kurumaya başlamıştır artık. Yaprakların kopup, birer birer ellerinizden kaydığını hissedersiniz, ama engel olamazsınız. Çaresizsiniz.
Kural bu. Kümese düşen “yabancı civcivin”, burada yaşama hakkı olamaz. Kendisi gibi küçük ve sevimli civcivler bile, aslan kesilirler karşısında. Yaralarlar onu, o küçücük gagalarıyla. Açtığı yaralar da önemsizdir aslında. Asıl öldürücü yaralar, yüreklerde açılanlardır.
Kendinizi kümesten dışarı atmaktan başka çareniz yoktur. Dışarıda kol gezen kurtlar, çakallar, tilkiler vardır. Bilirsiniz ama başka seçeneğiniz de kalmamıştır işte. Bu yolu yürümek zorundasınız. Ve yürümeye başlarsınız.
Yürüdükçe ferahladığınızı hissedersiniz. Çisil çisil yağan bir yağmur içinizi serinletir. Dokunan damlalar, adeta bir dostun eli gibidir. Dokundukça ferahlarsınız. Ardından gelen güneşte umutlandırır sizi. Etrafınızdaki çehreler daha tanıdık, sesler daha aşinadır sanki. Kendi çehrenize benzer simalar görmeye başlar, sevinirsiniz içten içe.
“İşte, benim asıl memleketim burası galiba. Baksanıza, tüm çehreler bana benziyor. Yüzler daha tanıdık. Hep güleç. Bakışları dost”
Her gördüğünüz çehreden yeni bir şeyler almaya çalışırsınız. Kendinizi her geçen dakika daha yakın hissedersiniz etrafınızdakilere. Ruhunuz güzel duygulara yönelir. Sonunda ata yadigârı, “baba, dede topraklarına” geldiniz işte. Öz akrabalarınızın arasındasınız. Ait olduğunuz topraklardasınız. ne mutlu.” Diye düşünürsünüz kendi kendinize.
Ama birileri yine uzaktan seyretmektedirler sizi. Karanlık gölgelerde gizlenen gövdeler vardır. Hasetlikten çatlayan gözler taşırlar, üzerlerinde.
”Burada sürekli kalacaklar mı acaba? Yoksa günübirlik gelip giden misafirler gibi, akşam olmadan geldikleri yerlere geri dönecekler mi acaba ?” diye merak ederler.
Belli ki burada da yabancı sayılıyorsunuz artık. Can ciğer akrabalarda sizi çoktan defterden silmişler. Gelişinizden bunlarda rahatsız oldular, hissediyorsunuz. Nüfus kayıtları aksini ispat etse, ne yazar? Bu saatten sonra, gidebileceğiniz başka bir yer de yoktur artık, gireceğiniz başka gönülde. Kala kalırsınız boynu bükük. Elleriniz böğrünüzde. Ve isyan etmek istersiniz bir şeylere. Talihinize küsersiniz. Kelimeler boğazınızda düğümlenir. Bir türlü dışarı çıkamazlar.
“İnsanlık bu kadar mı ucuz?”. “Bir yere aidiyet bu kadar mı önem’li?”, diye sorarsınız kendi kendinize.”Hemşeriliğin yanında, insan kalitesinin de önemi yok mudur acaba?”.
Ve cevabını da yine kendiniz bulmak zorundasınız.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.