AYŞE' YE NUR EKLEMİŞLER
“Boğazlarım" ağrır bazen, Türkçe öğretmenim bu yazılımı ve söylemi anlatım bozukluğu olarak değerlendirsede ben çoğul ekiyle yazmayı seviyorum boğazı, hiç değilse o bir parça çoğunluk bulsun, tek olma halinden kurtulsun diye. Bu yanılsamayı ne kadar kaldırır ruhum bilmiyorum, kalbimin haykırdığını dilim söylemesin diye kulaklarımı tıkıyorum, bak kulaklarda çoğullar:)
Bir “yazar” arkadaşım dedi ki, “görücüye çıkardım yazılarımı, kimse almadı, evde kaldılar benim gibi” Zira eserlerindeki nur da sonradan gark olmuştu ismindeki nur eki gibi…Ben onları çok sevdim yarim oldular, aldım sakladım gecenin karanlığında, içimi ısıtma yarışına girdiler battaniyeyle... Ne yazık ısıtmak için tenimi battaniye kullanıyor olmak...
Bu “yazar” arkadaşımın bir de arkadaşı varmış zamanın birinde adı Neriman...Neriman olmak nasıl bir his bilemezsin sil dudağından tebessümünü…Neriman intihar etmeden önce hayaller kurmuşlar geleceğe dair bizim “yazar” la, yarın ne giysem diye bile sormuş olabilir…Avuçları çok kanamış, sabah ıslatmış yatağı…Kanayan sadece avuçları değilmiş belli ki, fark etmemiş o gece yatağına sızan kanları yarına dair kurulan hayallerin kesiğinden…
Şu çözülemez hale gelen hayat denklemleri de aşağıdaki ifadelerle uğraşsa keşke, “a” nın tanımlı olduğu aralık misali, sorunların da aralıkları olsa da iki yandan sıkıştırıp öldürsek…Zıkkımın kökünün karesini alsam bir halt olmaz artık ondan biliyor musun?
Her yağmurda pencereye çıkıp Arap kızını görmeye çalışırdım çocukken ve uslu olursam ormanda şirinleri göreceğime de inanırdım sanki bozkır şehrimde orman varmış gibi...Sahi ne işi var o kızın buralarda, ait olduğu topraklarda mutlu değil miymiş? Bir yere ait olmanın koşulu orda doğmuş olmak mıdır? Doğduğun, doyduğun, aşık olduğun yer midir memleket yoksa başın, bakışların, başkalaşımların neredeyse orası mı?
“Yazar” dedi ki yine bir gün, alışveriş yapmış Tayfun Bakkal’ dan elinde poşetler Emek Bakkal’ ın önünden geçerken utanmış, buna en çok poşetleri şaşırmış…Gülmüş ona Emek Bakkal ama o hiç görmemiş tezgahların arkasını, neden böyle yapmış? Sevmedim ben Emek Bakkal’ ı bana Hulusi Kentmen i hatırlattı ki, o çorbasını içerken içine bıyık düşecek korkuma engel olamıyorum filmlerini izlerken...Hiç dedem olmadı benim Noel Baba gibi gülen belki de ondan gizli nefretim...
Tezgahın ardındaki son kullanma tarihi geçmiş bütün aşkları ver sen bana, onlar ki içinde bütün yaralarımı barındırıyorlar…Ben onları kaynatıp sürüyorum yüreğime aşı niyetine…İyi geliyorlar gözyaşlarıma...Karnımı ağrıttı bu yeni nesil sevmeler, taş gibi oturdu içime, kayısı suyu mu içmemi önerirsin ya da parmağımı saplayıp “boğazlarıma” “ içimdeki dışımda” tezimi mi ispatlamalıyım?
Çok mu soru sordum sana? Bunu bile yanıtlamaya sevk ediyorum seni hayat misali…Bulmaca, bilmece oyunu adı altına gizlenen hayatı sobeledim ben. Meydan yere fırlattım herkesin şen kahkahaları arasında savruldu…Duydum ki değiştirmiş adını “bulamamaca, bilememece” olarak…
Son bir sır vereceğim sana…En yakar top O’ nun gülüşü ve ben her kurada en kısa çöpü seçiyorum, ortada oluyorum bin bir sevinç beraberimde…
YORUMLAR
Çok güzel bir yazı teşekkürler ve başarılar
HarunOzbek tarafından 2/13/2010 2:48:50 PM zamanında düzenlenmiştir.