- 2410 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YOLCU
Bir boşluğa yaptırdım kaydımı kesintisiz yoklukta. Gün batımı yabancılaştırdı, ezeli kabrimin beyhude bekleyişini. Kaybolma dürtüsüydü isyanımın gizli suçlusu, güç verdi varlığı meçhule uzanan yollarımda. Azığıma zaman koydum yoktur başka sermayem. Bir sürüye karıştım sessiz sedasız gidiyorum.
Bir şehre güneş doğarken fark ettim, varlığını saklamış gece kusursuz gerçeğinin. Bir dağın zirvesinden bakar gibi baktım. Küçülttüm bir mesafeye sıkıştırdığım şehri. Arzın merkezinde, sessiz sulak bir arazi… Rengârenk çiçeklerinde renk renk kelebekler… Sabah rüzgârının ağaç yapraklarını okşadıkça, ruhumu alıp gökyüzünün o uçsuz bucaksız mavisiyle sarıp sarmalayan sesi ve peşimi bırakmayan fesleğen kokusu. Dere kenarını mesken tutmuş suyla boğuşan yavru ceylan, sazlıklardan yükselen eşsiz nağmeler. Bestelerini seslendirmek için sırasını bekliyor ağustos böceği. Mışıl mışıl uyur gibi küçük dere. Beni çağırıyor gel diyor gel, camdan saraylar yapayım sana, güneşin doğuşunu seyret kristal odalarımda. Bahçelerinde umut yetişiyor şehrin, huzur dağıtıyor sihirli değneğiyle. Sert bir rüzgâr silkeliyor, büyüyen gölgeler tamamlamış vaktimi. Kararlı kararsız hareketleniyor bedenim. Sessiz sedasız yürüyorum.
Toprak çekiyor kendine ağır ağır, eğildikçe büyüyor her şey…
Bir şehre güneş doğarken fark ettim, varlığını saklamış gece, karanlık gerçeğinin… Saklamaya çalıştığı yükü var sırtında, gizlemeye çalışıyor kasveti, sineye çekiyor gibi ızdırabını… Ürküten gizemi var daralan yollarında. Hep bilinen şekiller, seher vakti sıraya giren bilindik her şey. Eğildikçe görebilirsin infiali; kalabalıklar toplanmış meydanlara, uçsuz bucaksız merdivenlerinde işaret bekliyor gibi... Küçük girift yollar yapılmış, köprüler kurulmuş, gökdelenler dikilmiş bir ağacın gölgesine. Kapıları tutulmuş şehrin. Eğildikçe görebilirsin hezeyanı… İsyanı bastırılmış sözlerin, kumdan kuleler yapılırken fark ettim. Karmakarışık doğrularını gördüm patika yollarında, uzayıp giden kayboluşlarını… Nereye gittiğini bilmeden yürüyenlerini gördüm şehrin, durmadan koşanlarını bitmek bilmeyen yokuşlarında…
Bir soru sorsan nereye bu yolculuk diye öylece bakan gözler görürsün “atalarımızdan böyle gördük bir ritme uyduk ve öylece çoğaldık... Bir sürüye karıştık sessiz sedasız gidiyoruz”. Feryat figandır her zerre, amaçtan uzaklaştıkça alışılmışlığı görürsün. Hazzın doruğunda zifiri karanlık ediplerini görürsün. Derin yaraları vardır şehrin, derin yaralarda suretler görürsün. Başkalaşan halleri vardır ifadesiz yüzlerinde, anlaşılmaz duyuşlar saklıdır gerilmiş tenlerinde, karanlık ayinlerle hazırlanırlar geceye…
Ve sislerin ardından belirir saltanatın şürekâsı kibrinin azametiyle. Yalnızlığın duygulu şiddeti titretirken asaleti, boyun eğen cesaretin onursuz esaretini gördüm. Toz rengi çehrelerin bir düğüm daha dileyen yalvarışlarını duydum. Dokundum, dokunduğum yerde durdum. Yürüdüm, yürüdükçe aynı yerde oldum.
Gün batarken terk ettim bir şehri. Yokluğumu saklasın gece, varoluş gerçeğimi. Hapsedilmiş benliğim, hürriyetimi anmasın kimse…
Harun Özbek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.