Kök Salmış Delilik-4
Duvara dayalı bir kürek, iki üç ağaç kütüğü, bir kara kazan, bir teneşir, dört beş erkek, bir de kapının eşiğinde cıvımış sığır pisliklerinin üstünde yırtık, pırtık elbiseli, çelimsiz ve küt kafalı çocuklar. Sahne bunlardan ibaret. Burak’ı yeniden tabuta koyup evin önüne getirdik, birden tabutu okşamak istedim., ölüyü kirletirim diye utandım. Beş on erkek saf tutup namaza başladık, taksiciden farları yakmasını istedik. Dizime kadar boyu dev dikenlerin içindeyim. Hoca dua okudu, cemaat bir yaranın kabuğunu söker gibi ‘’ amin ‘’ dedi. Bitse de gitsek. Kırçın ve çirkin sakallı genç imam; ‘’ Kısa keseceğim, cemaat...’’ diye başladı... Boynumu büktüm kurşun gibi yere bakıyorum.vücudum titriyor, kasılıp kaldım. Genç imam insanoğluna Tanrı’nın ne kadar şantajı, ne kadar tehdidi var, sıraladı. Sanki cesedin ve bizim boynumuza kara bir bıçak dayar gibi konuşmaya başladı; ‘’ Hepimiz bu dünyada misafiriz, sordunuz mu kendinize farzlarını yerine getirdik mi? ‘’ günlerimizi duayla, namazla geçirdik mi? ‘’ Burak’ın cesedine çok acıdım. Beynim uğuldadı, gözlerim fokurdadı, içimden hocaya küfürü bastım!... ‘’ Utan ulan, Allah’tan utan hoca, altı yaşında çalışmaya başlamış, askerden dönerken ölmüş çocukçağız. Kime çalışacağını şaşırmış, Allah’a mı, orduya mı, devlete mi, patrona mı? Daha neyin hesabını soruyorsun…! Kucaklasam şu cesedi koşarak gidip çukuruna bıraksam. Burak’ım hiç tanımadığım bu çocuk, bu diyarda hiç şansımız yok Burak’ım desem. Genç imam konuşmaya doymuyor ‘’ Şimdi öbür tarafta Allah soracak, mezarına karaböcekler, çıyanlar, yılanlar girecek! ‘’ Ulan neyi soracak rezil herif, senden berbat çıyan mı olur, İşte kara bir yılan gibi cesedin başındasın, daha büyük bela mı olur…
Hoca ne derse içimden tersini söylüyorum, bir şeytan gibi hissediyorum kendimi ne olur sanki Allah verdi, Allah alıyor deyip kısa kesse benim de dua eden,şükreden bir ruhum olsa?... Toprağımızda değil sanki yabancı bir esir kampındayız, sadist ruhlu yaratıkların kölesi olmuşuz. Şimdi burada, ilk defa şimdi ağlıyorum. Yanımdaki adamların ayak çamuruna diktim gözümü. Hiçbir şey düşünmemeliyim. Cesedin yüzünü çiğnemiş gibi ayak çamurları. Bin bir genç oğlanın suratını ezmiş gibi ayak çamurları.. Başımı hocadan, çamurdan kaçırıp yanda ki evin camından içeri bakıyorum. Bir oda dolusu kadın bize bakıyor. Evin camından çeyiz gibi örtüler görülüyor. Yatak çarşafları, karyola örtüleri, yastık yüzleri, masa örtüleri, dantelalar! Bu ne kudret ey dantela! Bu ne güç ey dantela! Ey kanaviçe! Bu rüzgarı, bu soğuğu, bu ceset buharından korkunç kadavra yüzleri sizler mi doğurdunuz. Bu vahşi iblis çamuru, bu demirden ağaçları, bu ölüm kampı şefi gibi paslı hocaları siz mi doğurdunuz, ey dantela! Ey tığ örtükleri! Konuşun! Bu zalim zindan yoksulluğu bu acımasız sinsi işkenceci cahilliği hangi ateş temizleyebilir?
Karanlık beni de kirli hesabına katıyor, karanlık ve hocanın sözleri kara bir yılan gibi sarılıyor boynuma. Bu kadar başı boş korku. Bu kadar kirli dualar, bu kocaman kara kazan! Nohut gibi haşlanıyor gözlerim. Dondum, kütük gibi oldum, tabuttan önce ben düşeceğim çukura, hoca yavaş, yavaş mıy mıy mıy duasını okuyor. Allah’ıma bin şükür rüzgarın sesi hocanın çivi gibi dişlerinden sızılan duaları yırtıp, yırtıp buruşturup uzaklara atıyor!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.