- 1027 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
2090 AĞUSTOSU
2090 YILININ AĞUSTOSU
2090 yılının Ağustos’uydu…
İkinci Avrupa Birliği ve Demokratik İslam birliği (dib) süper devletti. Çin takip eden güç, Rusya tehditkâr ama etkisiz güçtü.
ABD’nin 2071 de iç savaşla parçalanması yeni devletçikler doğurmuştu. Orta Doğuda tutunamayan İsrail (büyük İsrail) olarak ABD’nin topraklarında kurulmuştu. 1990 da ki Filistin gibiydi Amerika toprakları.
AB bütün Avrupa’yı Hindistan’a kadar birliğe davet edip bütün dinlere eşit mesafeli devasa bir devlet olmuştu. Türk Cumhuriyetleri DİB’e üye olmuşlardı. Türkiye ve KKTC hem AB hem de DİB’e üyeydiler. AB ve DİB yapı olarak çok farklı değildiler. Dini ağırlıktan eser yoktu hiçbirinde. Aslında bütün İslam ülkeleri 2090’da İslami değerlerden gayet uzak yaşar olmuştu. Her şey lafta ve kâğıtlarda kalmıştı. Bütün dinler aynı durumdaydı. Ateistlik ve para geçer güçtü.
Bilimsel çalışmalar mucizevî bir tempoda ilerliyordu. Artık laboratuarlar yüksek nesil bilgisayarlı fabrikalara dönüşmüştü. Her dakika yüzlerce buluş yapılıyordu. Tığ ve gen teknolojileri ürkütücü ilerlemeler kaydetmişti. Genlerle oynanıyor hastalanmaz ve özel meziyetleri olan canlılar elde ediliyordu. Siparişe göre HİZMET çağı başlamıştı. Az düşünen, çok oturup robotlaşan insan nesilleri türemişti, aile parçalanmıştı, bireysellik hâkim olmuştu. Kendine özgün din ve ahlak kuralları geliştirmişti fertler.
AB’ye savaş açmak hazırlıklarında olan ÇİN Genelkurmay’ında buz gibi bir hava esiyordu. Bütün planlar tamamdı ama nereden geldiği bilinmeyen bir adam generalin karşısına dikilmişti.
- Yanlış olur, AB ile savaşmayın binlerce yıldır savaşıyorsunuz neyi çözdünüz? Ya da ne kazandınız? Oysa dünyanın yararı için dünya meseleleri ile savaşmalıydınız. Ahlaksızlık ve fakirlikle savaşsanız dünya daha güzel olurdu. Hele siz! Dünyanın yarısı oldunuz. Biten dünyada en büyük zararı göreceksiniz. Sizi uyarıyorum bu savaşı engelleyeceğim. Beni dinlemeyip kıyametinizi öne çekmeyin.
Diyen adamın üzerine apar topar atılsalar da askerler, sadece havayı dövüyorlardı. Çok boyutlu bir görüntüyle karşı karşıyaydılar konuşmayı bile kesemiyordular.
Çin generali; ‘kimsin sen? Bu ilizyonlar la bizi ürkütebileceğini mi sanıyorsun? Çok kuvvetliyiz yüksek silah ve teknoloji üstünlüğümüz var. Bizi kim durdurabilir? Dünyadan sonra uzaya da hükmedeceğiz anladın mı ?’ diye haykırıyordu.
- Ben sizi anlamıyorum ama bilin ki durduracağım. Yaratıcının emri üzerine bir süre daha yaşayacaksınız. Bana, Mehti ve Hz. İsa’ya işgalsiz bir dünya vermem emredildi. Rabbimizin hâkim olduğu bir şeye hakim olamazsınız. Siz daha evinizin düzenine hâkim değilsiniz hiçbir değer yargınız kalmamış. Lut kavminden de azgın Livatacılar olmuşsunuz ey süslü elbiseli adam! Kızın etini satıyor ruhunu yitirmiş, bitmiş, seni tanımaz halde. Eşin evine bir gün seni bir gün dostunu alıyor. İki gündür nerede olduğunu biliyor musun? Ben söyleyeyim.
- ‘Bana yüz yıl önce ki safsataları mı satıyorsun? Biz kişisel ve toplumsal gelişimimizi tamamlamış insanlarız. Öyle tasalarımız olmaz ben süslü elbiseli adam değil Çin ordusunun şerefli bir generaliyim. Oğlum orduda Bin Başı, kızım Dış İşlerinde Bakan sekreteridir. Şu gördüğün duvarlarda dünyada hiçbir roketin delemeyeceği kadar güçlendirilmiştir. Bu duvarlardan senin de ancak ses ve görüntün geçebilir onu da yakında tespit edip yok ederiz.’
Generalin sözleri bitmişti ama hırsından yerinde duramıyordu. Durmadan yeni emirler yağdırıyordu meçhul şahıs alay edercesine yine söze başladı: ‘General siz insan değil misiniz? Katilliğiniz bir yana hayvanlar sizin yaşantınızı görünce Rablerinden utanıp af diliyor. ‘O’ Kahhar’dır. Mahvedebilir sizi. İnsanları bile kendinize benzettiniz bırakalım onlar da dilediğince yaşasın demediniz. Oğlunun babası eşinin büyük kuzenidir. Kızın fahişedir. Karında iki gündür salman ayinindedir.
Generalin utancı kızarmasından anlaşıyordu çünkü salman ayini onların bile midesinin kaldıramadığı çarpık, yok yok sapık bir eğlenceydi. Bu utanç verici ayinde erkekler ve bayanlar çırılçıplak el ele daire oluşturup bir izbe alanda yavaş yavaş dönerek dans ederdi. Halkalar iç içe iki veya üçe çıkarılır dans müzik ve içkiyle zenginleştikçe her halka önde ki halkaya yaklaşır ve bebe yağı ile önündeki vücudu yağlardı. Yağlamalar, okşamalar, aleni ayaküstü cinsel birleşmelerle tamamlanırdı. Ana birkaç kuralı dışında kural yoktu. Erkek erkeğe, ana oğla , bacı kardeşe düşmüş umursanmazdı. En uç en aşağılık fantezilerin mubah görüldüğü bir arenaydı bu ayinler. Bunu bile normal görenler vardı. Sadece ulu orta söylenmese istiyorlardı. Sert ve kendinden emin adam devam ediyordu.
‘Şu duvarlara mı güvenciniz? Allah’ın sizin kullanımınıza müsaade ettiği kadar olan ilminize mi güvenciniz? Bizim haberdar olmadığımız bir şeyiniz mi var sanıyorsunuz? Kümesinizi kafanıza geçirmeden evvel son defa uyarıyorum bana şartsız teslim olun ve her dediğimi kabul edin her şartım menfaatinize olacaktır.’
General engellenemez görüntü ile artık alay etmek istiyordu.
- sen kimsin?
- Cibril ya da Cebrail
- oda kim?
- kime çalışıyorsan on katını veririm. Rütbe ve mevlide veririm casusluk edersen.
- haberci meleğim yaratıcıya çalışıyorum. Ben sana canını kurtarma imkânı veriyorum ama sen bende olmayan hiçbir şeye sahip değilsin.
Konuşması biten Cibril ellerini hafifçe yana kaldırıp ‘Ey Mikail dokunduğum ve harabiyetini istediğim kuvvetli şeylerin gücünü yenebileceğim hale getir Rabbimin adıyla’ diye konuştu.
Kendi görüntüsünün yanında bir görüntü daha belirdi. Yeni gelen adam ellerini bütün heybetiyle yana açtı. Yaratan Rabbimin adıyla, bütün maddeler Cibril’in arzusuna uyun! Diye etrafa emretti.
General, kendisiyle matrak geçildiğini düşünmeye başladı. ‘Sende kimsin’ dedi alaylı alaylı.
- Mikail’im maddeye güç veren melek.
General bir kahkaha patlattı diğer subaylarda sırıtıyordu.
‘ nereden çattık bu delilere’ dedi ve tabancasına sarıldı. İki görüntünün üzerine tüm mermileri boşalttı.
Cebrail’in sırtında yanlara iki kanat peydahlandı. Uzayıp açılmaya başladı metal gibi parlıyordu ama tamamen metal ede benzemiyordu. Kartal kanadı gibi ikişer metre açıldı. Sol kanadının en ucunda ki tüy beton duvara değdi duvardan ses ve kıvılcımlar çıktı müthiş güçlü duvarlarında ciğeri yaran jilet gibi yarıklar oluşturuyordu tüy dokundukça. Buda bir iliz yon olmalıydı. Gaz, lav ve değişik silahlarla saldırı emri verdi general. Kanadından çektiği bir tüyü havada kılıç gibi sallayan Cebrail Çin’li askerlerin kanlar içindeki cesetlerini gösteriyor ve buda mı iliz yon diye soruyordu. Aynı tüyü duvarlara çala çala beton, demir, çelik ne varsa kâğıt gibi parçalayıp karargâhı yavaş yavaş harabeye çeviriyordu. Yer yer yıkılmalar başlamıştı. Bütün elektronik malzeme tahrip edilmiş enerji kaynakları lime lime doğranıp imha edilmişti. Büyük Çin ordusu bir görüntü ile savaşıyor ve durduramıyordu. Mekik ve uydu yayınları kesilmişti. Her şey manüel’e çevrilmişti. Çin orduları tek tek imha ediliyordu. Kimsede bu hazin sonu engelleyemiyordu. En güvendikleri özel birlikler bile çatışma alanına geldiklerinde oraya önce hiçbir şekilde aydınlatılamayan her ışığı yutan ama karanlık duran zifiri bir örtü geliyordu. Bu karanlığın içinde hazin sonda geliyordu şiddetli karanlık çekildiğinde felaketin boyutları görülebiliyordu.
Dünya hâkimiyetinde kararlı büyük Çin orduları üç günde ağır ama kesin bir hezimete uğruyorlardı. Teslim olacak merci ve yetkili arıyorlardı artık. Ancak ve ancak silahsızlaştırılan ve dağıtılan Çin birlileri bu imhadan kurtulabilmişti.
Çinli yetkililerin toplandığı bir odada o görüntü yine geldi;
- Uyardım dinlemediniz, anlattım anlamadınız, hak ettiniz. Siz önce nefsinize sonra evinize hâkim olun. Pislikten çıkın diye gönderildi onca peygamber, hepsine direnip savaş açtınız. Rabbiniz sizin için onlar kördür göremez, sağırdır duyamaz, kalpleri mühürlüdür yumuşamaz diyor. Şahadet getirip kendinizi ve ahretinizi kurtarın desem, Mehdi’ye ve Hz İsa’ya karşı gelmeyin desem biliyorum yine dinlemeyeceksiniz. Tarihin her devrinde çok katliamlar yaptınız. Körelterek en büyük kötülüğü de halkınıza yaptınız. Kafanızı değiştirmezseniz Allah’ın vadi olan elim azabı tadacaksınız iki dünyada da.
Konuşmacı susmuştu ki heyetteki Çinli bir yetkili söz istedi.
- Teslim oluyoruz. Tazminat ne isterseniz kabul ediyoruz.
- Sizler, asırlardır katliam yaptıklarınız milletler için bir şeyler yaparsanız ne ala. Sizden şunları istiyorum: Aşırı olmayacak, zülüm ve katliam yapmayacaksınız. İnsanlarınıza tüm dinleri öğretip, seçme hakkı vereceksiniz. Harp sanayine harcadığınız parayı açlıkla savaşa ve ahlaki eğitime ayıracaksınız. Halkınızın geçim standardını yükseltip aile yapılanmasını güçlendireceksiniz
- Kendiniz için neler istiyorsunuz? Zarar ziyan tazmini falan.
- Siz bana ne zarar verdiniz ki? Allah ise asla Kardan kar, Zarardan zarar etmez. Sizden ve insanların hiç birinden kendimiz için bir şey istemeyiz. Allah içinde istemeyiz. Kulluğunuzu ve ibadetlerinizi bile kendi iyiliğiniz için isteriz. Eğer düşünseydiniz Allah’ın yapmanızı ve yapmamanızı istediği her şeyin sizin kazancınıza olduğunu görürdünüz. Bu emir ve yasakları yapsanız da yapmasanız da Allah’ın ne karı ne zararı olur.
- Sizden kim imzalayacak?
- Anlaşma ya da imza yok. Allah vadinden dönmez. Son bir öğüt daha vereceğim âlemlerin son peygamberi Hz Muhammed’in son Veda Hutbesini ve söylediklerimi okullarınızda ders olarak öğretin.
Yeni ve son anayasa olan Kuran’a uyun. Hz İsa’ya ve Mehdi’ye savaş açmayın. Düşmanınız İslam değil, dinsizlik ve ahlaksızlıktır. Allah İslam’ı âlemlere gönderdi, Hz İsa gibi sahiplenin yeni anayasayı. Çünkü o anayasaya göre yargılanacaksınız. Çok şükredip çok af dileyin Allahtan. Ağlayarak samimi olarak af dileyin ve kimseyi ağlatmayın. Sakın kirlenmeyin. Sevgi neredeyse Allah oradadır. Aynı zamanda Allah her yerdedir ve Kahhardır. Sapıtmayın, beni tekrar getirmeyin.
Konuşma bitmişti. Konuşmacıda yok olmuştu. Uzun süre sessizlik oldu. Daha sonra, izah edilebilir açıklamalarla gündelik çarpık yaşantılarına geri döndü Çinliler.
2090 yılı da olsa 3090 yılı da olsa insanlar, pek farklı davranmıyorlardı. Güçlü her zaman haklı oluyordu ve zor adaleti bozuyordu. İbret alınmıyordu. Zekâsı sayesinde yinede en rahat yaşayan canlı insandı. Zaten o kadar çok canlı türü yok olmuştu ki besin zinciri köprülerle işliyordu. İnsanın mutluluğu azalırken refahı artıyordu. Lakin bereket yoktu.
Beyinlerde düşüncenin izi yok,
Yüreklerde korku, şefkat, sızı yok.
Yüz adamdan doksanının gözü yok,
Gövdemiz, başımız bir garip oldu.
Böyle sızlanıyordu görebilen üç beş insan. İnsanlar yaşıyordu ama bir garip olmuştu. Elbiselerin içinde başsız cesetler gibiydiler. Çipli robotlar gibi iradesiz ve itaatkâr sürü olmuştular. Ama koyundan üstün, hayvandan alçak.
Nereden mi biliyorum?
Bir otel odasında intihar eden Deli savaşın artık yırtılıp parçalanmaya yüz tutan öykü defterindeki son öyküsüydü 2090 Ağustos’u. Ben biliyorum ki Savaş böyle diyordu. Eğer Savaş, dostu Mahmut Bey’in yerine kendi parası ile kendi öykülerini ve kitabını yayınlatsaydı, bütün zamanların en büyük yazarı olacaktı. Oysa Savaş en büyük olayı değil en candan olmayı tercih etmişti.
YORUMLAR
ENGİNCİM YAZIN ÇOK İLGİNÇ TEBRİKLER.YALNIZ HEM KÜÇÜK HARFLARLE YAZDIĞIN İÇİN HEMDE BİRBİRİNE ÇOK YAKIN YAZDIĞIN İÇİN İNAN BÜYÜTEÇLE OKUDUM.EVET DİN KONUSU ÇOK HASSAS BİR KONU.HER İKİ UÇ NOKTAYADA KARŞIYIM.YANİ ATEİSTLEREDE KARŞIYIM.AMA AŞIRI DİNCİ VE YOBAZLARADA KARŞIYIM.SEVGİYLE KAL HOŞÇAKAL.SAYFANA GÖNÜL BAHÇEMDEN BİR KUCAK DOLUSU CENNET KOKULU KIRMIZI GÜLLERİ SEVGİMİDE İLAVE EDEREK GÖNDERİYORUM.GÜLHAN KESKİN.
2090 yılı da olsa 3090 yılı da olsa insanlar, pek farklı davranmıyorlardı. Güçlü her zaman haklı oluyordu ve zor adaleti bozuyordu. İbret alınmıyordu.
evet hic bir seyden ibrette alinmiyor
dine ragmen ahlaksizlik dolu bilimi de insanligi yok etmek icin kullaniyorlar bir yerde.
Beyinlerde düşüncenin izi yok,
Yüreklerde korku, şefkat, sızı yok.
bu sözler cok güzel
evet cünkü iman zayif inanc zayif nasil sevkat olsun nasil merhamet sizi olabilir.
ilgincti bu yazi
yüregine saglik sonsuz saygimla
Sevgili Engin
2090 biraz geç değilmi tarih olarak. Şu an bile saydığın arsızlık, azgınlık, sapkınlık vs her türlü ultra gayri ahlaki ilişkiler, eylemler yaşanmaktadır. Buradan şunu anlıyoruz ki insanoğlunun akıl sınırları bile daha iğrencini düşünemiyor, 80 sene sonrası için bile aynı örnekleri verbiliyor işte. Yani tam manası ile dibe vurmuş durumdayız. Ayrıyetten o kadar uzağa Çin"distanlara kadar gitmene de luzum yok, heleki küffar ellerine. İn şöyle Ortadoğudan az aşşağı, Kızıldeniz civarlarına hah tam orası. Abu dabi, Dubai, El baraka.
Ne diyordu Peygamberimiz bir hadisinde kıyametin belirtisi olarak "zina ve bina yükselecek, çoğalacak". Sahi Arap kardeşlerimizin bu yüksek ve yıldızı bol bina merakı nerden gelir, bir türlü çözememişimdir. Düşünür dururum o binalarda iki kişilik tek yataklı odalarda sabahlar nasıl olur. Kestanemi çizilir, fındıkmı kırılır, yoksa döt döte verilip sabah ezanımı beklenir. Kul azmazsa hak bela yazmaşmış derler.
Hani diyorsunya "Güçlü her zaman haklı oluyordu ve zor adaleti bozuyordu" diye. Bu bağlamda sorsam sana "öküzler" hayvanlar aleminin orta siklet grubu içinde güç sıralamasında ilk beşi zorlarken aslanın yanında niçin sadrazamın sol aktaş'ı kadar kıymeti harbiyeleri yoktur. Hııı neden!
Hani bir şarkı vardı eskilerden, rahmetli Esengül söylerdi "uzaklarda aramaaaaa". Uzaklarda arama dostum uzaklarda arama. kafir zaten kafir, sen müminin kafirinden kork.
Gözlerinden obdum :)
Not: Kurgu bir öküzün altında bile buzağı arayan "Fikret bey"in yorumuna takılmadım dersem yalan söylemiş olurum . Hiç olmazsa biz öküz möküz aramadık ;)
Öncelikle eğer bir yazı her yönüyle kaliteliyse okuyucusunu asla sıkmaz. Sizin de yazınız bu anlamda kaliteli ve okunur.
AB çoğu insana göre bir ekonomik topluluk olsa da; bana göre bir çıkarlar topluluğu. Bu görüş belki de benim bencilliğim bilemiyorum. Dolayısyla yine benim görüşüme göre çıkarlar üzerine kurulu bu topluluğun sonu yaklaşmaktadır. Neyse fazla siyasete girmek ve yorumum ile daha fazla sizi sıkmak istemiyorum.
Günümüzde bile düşünmeyen ve üretmeyen sadece tüketen beyinler çoğunluktayken bundan on yıl sonra neler olur bilemiyorum.
Yazınız üzerinde durulması gereken ne çok nokta var, fakat zaman yok.
Tebriklerimle...
Romanımdan bir bölündü. Birlik, kardeşlik ve emniyet içinde, müreffeh bir yaşam arzu etmekteyim.
Testi içindekini sızdırır.
Allah şahidim ki; Ümmet-i Muhammed için hep güzel şeyler barındırıyorum içimde.
Okuyan ve eleştiren bütün kardeşlerime ayrı ayrı teşekkür ederim.
Bu uzun yazıya zaman ayırmak yürek işi.
Saygı, sevgi ve selamlar.
Başka yönden bakalım öyküye : Türkiye'nin ve KKTC'nin AB'nin yanı sıra DİB'ne üye oluşu var işin içinde. Çözülmeyen bir de muamma var. Acaba o güne kadar Türkiye ve KKTC, birer din devleti mi olacaklar, yoksa tüm İslâm ülkelerine demokrasiyi mi aşılamış olacaklar ?
Bu konuda yazarın da fikrini öğrenmek isterim...
Engin Tatlıtürk
Tarih öle bir tarih ki; İnançlı insanlar ve diğerleri kalmış. Yani Hiristiyan yada diğer dinlerin mensupları da esaret ve baskı altında. Kimlerce Mİ?
İtikattan iyice uzaklaşmış Lut kavmini aratmayacak kadar fena olmuş her milletten insan kitlelerince.
Zaten Demokratik İbaresi olunca Tolaliter( Din endeskli ) bir yönetim olamaz. İslamda meclis ve demokrasi kavramları da vardır.
Sadece İslam devletlerinin tek çatı altında toplanıp ezilmeden mutlu ve müreffeh yaşamaları birinci idealimdir.
Benin için hak meshepler arasında da fark yoktur. Hanifi olmama rağmen
Hak meshaplerin birleşmesinden yanayım.
HZ. Mehdi'nin ilk icraatı da bu birleşmeyi sağlamak olacaktır.
Fikrim bu kardeşim.
Saygılarımla.
Beyinlerde düşüncenin izi yok,
Yüreklerde korku, şefkat, sızı yok.
Yüz adamdan doksanının gözü yok,
Gövdemiz, başımız bir garip oldu.
Böyle sızlanıyordu görebilen üç beş insan. İnsanlar yaşıyordu ama bir garip olmuştu. Elbiselerin içinde başsız cesetler gibiydiler. Çipli robotlar gibi iradesiz ve itaatkâr sürü olmuştular. Ama koyundan üstün, hayvandan alçak.
Nereden mi biliyorum?
Bir otel odasında intihar eden Deli savaşın artık yırtılıp parçalanmaya yüz tutan öykü defterindeki son öyküsüydü 2090 Ağustos’u. Ben biliyorum ki Savaş böyle diyordu. Eğer Savaş, dostu Mahmut Bey’in yerine kendi parası ile kendi öykülerini ve kitabını yayınlatsaydı, bütün zamanların en büyük yazarı olacaktı. Oysa Savaş en büyük olayı değil en candan olmayı tercih etmişti.
YAZAN YÜREĞİNİZ DERT GÖRMESİN YAZINIZ SONDECE MUHTEŞEM VE DERS VERİCİ .BEN SİZİN YAZILARINIZI OKURKEN HİÇ SIKILMIYORUM ÇÜNKÜ SÜRÜKLEYİCİ YAZIYORSUNUZ CANİ GÖNÜLDEN KUTLUYORUM SAYGILARIMLA ENGİN BEY