- 3527 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KUMRU KUŞLARI VE AŞKIM
Birkaç günden beri, mutfak camımın önüne, bir çift kumru kuşu geliyor. Ürkek, çekingen gözlerle bana bakıp kaçışıyorlar. Birbirlerinden ayrılmadan dip dibe uçuyorlar, fazla uzağa gitmeden, defne ağacı ile cam arasında gidip geliyorlar. Yerimden kalkıyorum, camın kenarına gidip, bir avuç bulguru bırakıyorum. Önce, ürküp kaçıyorlar, daha sonra birkaç tur atıp, gelip yemeğe başlıyorlar. Onları ilgiyle izlemeğe başlıyorum. "Ne güzel! Birbirlerinden hiç ayrılmıyorlar " diye düşünürken, aklıma, bizim için de "Kumru Kuşları gibi bir çift, birbirleri için yaratılmışlar" denilen günleri anımsıyorum.
Biz de, eşimle, kumru kuşları gibiydik. O da, ben de, üvey anneyle büyümüş, oldukça eziyetli çocukluk günleri, geçirmiştik. Birbirimizi bulduğumuzda, büyük bir aşkla kenetlenmiştik. Bana hep "Sen, benim nefes alma sebebimsin" derdi. Onun varlığı, benim içinse" çölde bir bardak su, deniz dibinde oksijen, uzayda yerçekimi kuvveti " idi.
Günler geçtikçe, kumru kuşları ile, birbirimize alıştık. Artık, yemeklerimi yalnız yemiyorum. Ben, mutfakta isem, hemen cama geliyorlar. Ben de, boş bir saksıya, toprak doldurup bırakıyorum. Bazen, yüzleri cama doğru, saksının üstüne oturup, beni seyrediyorlar.
Eşim de, ben, mutfakta yemek hazırlarken, " En sevdiğim şey, seni, yemek yaparken, seyretmek" derdi. Bana, mutfakta hem yardım eder, hem de içerden gelen müzik sesiyle, ellerimin yağlı oluşuna aldırmadan, dans ettirirdi. Müzik ve dans, bizim hayatımızdı. Evlendiğimiz zaman, ilk eşyamız, pikaptı. İlk bir ay, masamız olmadığı için, bavulun üzerinde yemek yedik, ama pikabımız, müziğimiz, şarabımız ve aşkımız vardı.
Birkaç gündür, kumru kuşlarında, bir telaş var. Ağızlarında, dal parçaları ile geliyorlar, toprak koyduğum saksının üzerine, bırakıp gidiyorlar. Bütün bir gün, dalları taşıyıp duruyorlar. Ertesi gün de, çalı çırpı getirdiler, böyle, bir kaç gün, devam etti. Anladım ki, saksıya taşınıyorlar.
Aklıma, oturduğumuz evlerden, sıkça taşınmalarımız geldi. Görevi nedeniyle, Anadolu’da bir çok yer dolaştık. Gittiğimiz yerlerde de, en az iki ev değiştirirdik, çünkü, güzel ev merakı vardı. Ona göre, insanın yaşadığı yer, güzel ve ferah olmalıydı. Aşkını yaşadığın yerin önemi büyük derdi. Önce bir ev bulur, taşınırız, daha sonra "Yeni bir ev buldum, süper!"Sen, hiç bir şeye karışmayacaksın, söz" diyerek beni ikna ederdi. Gençlik ve aşk işte!
Bugün, dişi kumru, yerinden, hiç kalkmıyor. Kuru dalların üstünde oturmuş, bana bakıyor, eşi ise ortalarda yok. Telaşlanıyorum..Yoksa, eşinin başına bir şey mi geldi? Akşama doğru, erkek kumru, nihayet görünüyor. Eşinin oturduğu yere, hala dal parçaları getiriyor. Diş kumru, aşağı yukarı, bir ay, arada sırada kalkarak, orada öylece oturdu. Anladım ki, yavru kumru geliyor...
Hamile olduğumu anladığım zaman, ben çok sevinemedim. Annemi, çok erken yaşta kanserden kaybettiğim zaman, ondört yaşındaydım ve biri dört diğeri altı yaşında iki erkek kardeşime ben bakmıştım. Çocukluk ve gençlik hayellerim, sadece, çocuklara annelik etmekle sona ermiş, büyük bir mesuliyetin, altında ezilmiştim. Ama, eşim, haberi duyar duymaz, çok sevinmiş, hemen lokalde, bir parti vermişti. O gün, hayatının, en mutlu haberini, verdiğimi söylerdi. Hamileliğim boyunca, bana, en güzel aşk şiirlerini okudu, eve en romantik plakları getirdi. Kızım, Doris Day’in "Que Sera Sera", Jimmy Dorsey’in " Besamme Mucho" adlı şarkılarıyla karnımda büyüdü. Daha sonra bir kızım ve bir oğlum daha dünyaya geldi. Seviniyorum ki, çocuklarım, aşk çocukları, onun için, üçünün de hayat taşları sevgi üzerine kurulmuştur. Bir evde, sevgi varsa, üzerine gelen her dalgayı,her zorluğu, karşılama gücü vardır. Maalesef şimdi, sevgi sözcüğü, yerini başka şeylere bıraktı.
Uzun süren bekleyişin ardından, yumurta, çatladı. Islak tüylü, cılız, bir baş, göründü. İnanılmaz büyüleyici bir gündü, benim için. Camdan, anneyle, göz göze, bakıştık, sanki, onun, duygularını anlıyordum. Baba, kıpır kıpır, daha heyecanlı, anne sakin, yavrunun üzerinde oturuyor. Baba, annenin ağzına, bir şeyler getiriyor, anne ise, yavrunun ağzına
akıtıyordu. Gagasıyla, bir taraftan yavruyu, temizliyor, bir taraftan onun, yumurtadan, kendi kendine çıkmasına, olanak tanıyordu.
Biz insanoğlu, ne yazık ki, çacuklarımıza, kendi başlarına kalmalarına, izin vermiyoruz.
Pamuktan bir kıllıfa sokup, onların, hata yapmalarına, meydan vermemek için, azami gayret gösteriyoruz. Koruyucu kanatlarımız, şu, kumru kuşları kadar esnek olamıyor.
Halbuki, biz hayatta iken, onların, hata yapmasına izin verip, kendi başlarına nasıl kalabildiklerini görmemiz gerekiyor. Bunu yapmak yerine, hataların, önünü kestirip, onların ham kalmasına sebep oluyoruz.
Yavru, artık, yumurtadan çıktı, ama, hala annenin kanatları arasında. Baba ile, uçmayı öğreniyor. Camdaki saksı ile, defne ağacı arasında, kısa uçuş talimi yapıyorlar.
Ben de, çocuklarımın, babaları ile hayat dersinde pişmelerini, bu dünyayı, sadece benimle değil, onunla da öğrenmelerini isterdim. Çünkü, ondan, öğrenecekleri çok şey vardı. Ama, ne yazık ki, karlı bir Aralık ayında, Ankara’ya toplantıya gittiği sırada, gece kalp krizi geçirerek, bizi yapayalnız bırakarak gitti. Bana, önemlli bir şey olmadığını, sadece hastaneye yatırdıklarını, söylediler. Ama, acı gerçeği öğrendiğmde, kuru bakışlarla bir robat gibi söylenenleri yapıyor,yaşamak istemiyordum. O günden sonra, hiçbirşey artık eskisi gibi olmayacaktı. İçim boşalmış, hayalet gibi oradan oraya savruluyor, görmüyor, işitmiyor, yemiyor, içmiyor sadece onu düşünüyor ve özlüyordum. Ama kısa süre sonra, çocuklara baktığımda, üçünün de gözlerinin pırıltılarının sönmüş olduğunu farkettim. Onlar için hayata geri dönmek zorundaydım ve zor da olsa hayata onlarla için,tutundum.
Yavru, artık yuvadan uçtu....
Benim de çocuklarım, birer birer, yuvalarını kurdular ve ben, hayallerimle baş başa, kaldım. Ama, şunu öğrendim ki, insan, etrafındaki herşeyle, ilgilendiği sürece yanlız kalmıyor. Beni, kimi zaman, sararmış bir fotoğraf, kimi zaman bir çift kumru kuşu, kimi zaman, oğlumun bir gülüşü, kimi zaman dinlediğim bir melodi,kimi zaman da kızlarımın bana içten bir sarılışları, yaşadığım aşka götürür. ..Tanrı’ya teşekkürler, bana bu aşkı tattırdığı için......
Feray Soydan
YORUMLAR
Canım arkadaşım aynı benim hayatım gibi bir hayat yaşamışsınız o kadar benziyor ki yaşamımız! Allah rahmet etsin nur içinde yatsın eşiniz mekanı cennet olsun dilerim. Fakat şunu da söylemek isterim yine de çok şanslı bir kadınmışsınız benim eşimde aynı şekilde bana davranırdı herkes mutluluğumuza hayret eder çocuklarım da çok sevinirdi hatta oğlumuzu kaybettiğimiz trafik kazasını ben yaptığımda ..ALLAHIM YA SANA DA BİR ŞEY OLSAYDI BEN ÇILDIRIRIM derdi....evet çıldırdı en kötü anımda başka kadınlarla beni aldatarak çünkü Ayten evlat acısıyla ondan daha çok yıkılmış desteğe ihtiyacı vardı eski cıvıl cıvıl kadın olamıyordu....ayrıldık ...keşke ölseydi canım arkadaşım bende öldü diye yanardım...sevgilerimle
feray soydan
Bu hikaye benim annemle babamın hikayesi idi....
Sevgi ve saygılarımla,