- 4569 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
HÜZÜNLÜ PRENSES
Bir varmış, bir yokmuş. Allah’ın kulu çokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellâl iken, pireler berber iken; eşek mühürdar, katır silahtar iken; ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, yani çok ama çok eskiden, Kafdağı yamaçlarına kurulu bir memleket varmış. Adına da Rüyalar ülkesi deniliyormuş. Burada, dünyaya dair hiç bir şey konuşulmazmış. Çünkü, dünyanın meşakkatli olduğu, çileli olduğu bilinirmiş ve bunun içindir ki, rüyalar ülkesinde acılara, çilelere, mutsuzluklara yer verilmezmiş. Her şey tozpembe görülür, herkes mutlu bir şekilde yaşarmış.
Bu rüyalar ülkesinde, görenlerin gözlerinin kamaştığı, güzel mi güzel, tatlı mı tatlı, alımlı mı alımlı bir prenses yaşarmış. Güzelliği dillere destanmış. Bir gören, bir daha gözünü ondan ayıramaz, yanar tutuşurmuş. Bir yürürse, sanki bahar da peşinden yürürmüş. Güzelliği yedi düvele yayılmış. Prensesin ise kıskanç bir babası varmış. Kızını ne prensler ne krallar istemiş. Ama prenses, evlenmeyi düşünmüyormuş. Çünkü, mutluluğun zorla elde edilmeyeceğini biliyormuş. Gönlünün, ruhunun prensine bir gün, bir yerlerde mutlaka rastlayacağına inanıyor ve gelen taliplerini nazik bir dille geri çeviriyormuş.
Prenses mutlu gibi görünse de, aslında çok mutsuzmuş. Çünkü babası kıskanç olduğundan, hiç bir yere gitmesine müsaade etmiyormuş. Sarayda her türlü imkân olsa da, bir dediği iki edilmese de, prenses yine de çok ama pek çok mutsuzmuş. Aradığı sevgiymiş, ilgiymiş. Rüyalar ülkesinde istediği her şey gerçek oluyor, bir isteğine ulaşması için hayal alemine dalması veya rüya görmesi yeterli oluyormuş. Ama, yaşantısında ve rüyasında ruhuna hitap edecek, gönlünü alacak, kendisini içten sevecek birisine rastlayamadığından mutsuzluğu gün geçtikçe artarak devam ediyormuş. Çünkü biliyormuş ki, önemli olan ruh güzelliğidir ve asıl olan gönül zenginliğidir.
Çok çok uzak diyarların birinde ise, Gerçekler Ülkesi adı verilen bir yer varmış. Burada yoksul bir genç yaşarmış. Babası ne kral, ne de padişahmış. Küçücük dünyalarında kendi hallerinde yaşayıp giderlermiş. Gerçekler ülkesinde hep gerçekler konuşulurmuş. Yalana, riyaya yer olmadığı gibi, hayal kurmak ve rüya görmek de yasakmış. Bu ülkede kralın sağ kolu büyücübaşıymış. Büyücübaşı, gerçekler ülkesinin kralından aldığı emirle, tüm ülke halkını gözetim altına aldığından, rüya görenlere veya hayal alemine dalanlara çok ağır cezalar verdirirmiş. Çünkü kral, gerçeğe hayal veya rüyanın karışması halinde, tüm ülke insanlarının tembelleştiğini düşünür ve böylece fakir halktan toplanan vergiler azalacağından, komşu ülkelere karşı ekonomik güç ve otoritesinin sarsılacağına inanırmış. Ülkenin ormanları, dağları, taşları, arazileri kralın malı sayılır, halk bir köle gibi çalıştırılırmış.
Gerçekler ülkesinde yaşayan yoksul genç, her gün ormana odun kesmeye gider, günlük nafakasını çıkartırmış. Yine böyle bir gün, çok yorulduğu için, bir ağacın gölgesinde uyuyakalmış. Uykusunda alımlı mı alımlı, güzel mi güzel, tatlı mı tatlı rüyalarının prensesini görmüş. İkisi de göz göze gelmişler. Onlar için o an zaman durmuş sanki. İkisi de birbirlerinden çok etkilenmiş. Oduncu genç, prensesi çok beğendiğini söylemiş durmuş dakikalarca. Prenses de kendisini tanıtmış ve demiş ki, “Ben rüyalar ülkesinin prensesiyim. Çok yalnızım ve mutsuzum. Lütfen benim yalnızlığımı paylaşır mısın? Benimle dost olur musun? “ “Dost olduk bile! ” demiş oduncu genç. Zaman öylesine ilerliyormuş ki, bu tatlı rüyadan uyanmak istemiyormuş. Dakikalarca, saatlerce bu rüyayı görmeye devam etmiş. Bir de bakmış ki, karşısında büyücübaşı. Genci apar topar kralın huzuruna çıkarmışlar.Kral sorgusuz sualsiz, gence ceza vermiş. Genç bundan sonraki hayatını minik bir serçe olarak devam ettirecek ve Gerçekler Ülkesi’ni hiçbir şekilde terk edemeyecekmiş. Büyücübaşı, bu cezayı çok ağır bulmuş ve kraldan, cezanın hafifletilmesini istemiş. Kral ise, bir tek şartla bu cezayı hafifletmiş. Rüyalar Ülkesi’nde bulunan güzeller güzeli prensesi, Gerçekler Ülkesi’ne getirmesi ve kralla evlenmesi koşuluyla ormancı genci affedecekmiş ve böylece ormancı genç, yine eski haline döndürülecekmiş.Verilen süre içinde prensesi krala getiremezse minik serçe oracıkta ölecekmiş.
Çaresiz, “Tamam.” demiş genç, yola koyulmuş. Dağlar, denizler, ormanlar aşmış. Sonunda, prensesin yaşadığı Rüyalar Ülkesi’ni bulmuş. Prensesin bulunduğu sarayın penceresine konmuş. Camdan içeriye bakmış. Bir de ne görsün, ayın on dördü gibi güzel mi güzel, tatlı mı tatlı bir melek. Gözleri kamaşmış bu güzellik karşısında ve şöyle demiş kendi kendine. “Ahhhh! Keşke minik bir serçe olmasaydım. Belki prensesle ben evlenirdim." Sonra da, kralla yaptığı anlaşma gelmiş aklına. Küçücük gagasıyla, cama vurmuş.
Prenses, görkemli güzelliğiyle cama doğru yönelmiş ve penceredeki minik serçeyi görmüş. Onu hemen içeri almış. “Ne kadar şirin şeysin sen böyle. Yoksa sen de mi yalnızsın benim gibi. “ demiş. Avuçlarının içine almış ve bir de buse kondurmuş minik serçenin yanağına. Minik serçe, prensesin tüm konuşmalarını anlayabiliyormuş. Minik serçe ile prenses çok iyi dost olmuşlar. Prenses, kendi elleriyle besliyor, yediriyor, içiriyormuş minik serçeyi. “Daha önce nerelerdeydin sen? O kadar yalnızım ki, hiç gitme ne olursun.” demiş prenses. Minik serçe ise çok sevinmiş. Hiç gitmek istemezmiş ama krala verdiği söz aklına geliyormuş. Düşünmüş, taşınmış, prensesi kendi elleriyle krala götürmektense prensesin yanında kalmayı tercih etmiş. Ama, bu durumda kendisi ölecekmiş. Ne pahasına olursa olsun, krala götürmeyecekmiş prensesi. Nasıl olsa bir gün ölmeyecek miymiş. Prensesin yanında ölmenin bile mutluluk olacağını düşünmüş ve hiç prensesten ayrılmamış. Prensesin yüzüne kan gelmiş, can gelmiş. Gülüp oynamaya başlamış. Çünkü bir arkadaşı, bir can dostu varmış. İkisi de birbirlerine o kadar sevgi dolu bakıyorlarmış ki, birbirlerini görmeden yapamıyorlarmış. Sonunda kralın verdiği müddet dolmuş. Ağır ağır can çekişmeye başlamış minik serçe. Son bir gayretle, prensesin avuçlarına konmuş ve oracıkta son nefesini vermiş. Prenses, geceler boyu hep ağlamış minik serçenin ardından. Ve o zamandan beridir prensesin adı HÜZÜNLÜ PRENSES olarak kalmış.
*******. ******* *******
Not: Yaşamımız sürprizlerle doludur ve sevilen kişi aslında bizler için birer prensestir. Çünkü, özel kişiler her zaman bu unvana layıktırlar.
Rüya ve gerçek, nasıl ki, hiç bir zaman bir araya gelemez ise, imkânsız aşklar da yan yana gelemez. Zira, hiç bir zaman yaşayamaz gerçekte. Sadece bir şekilde yaşatırız bu büyük aşkımızı: Ruhumuzda, gönlümüzde. Bunu yaparken hiç bir engelle karşılaşmayız. Çünkü ruhlarımız özgürdür ve gönül gözüyle sevmek, sevmelerin en güzelidir.
Hiçbir masal böylesine hüzünlü bir sonla bitmemiştir. Masallar hep mutlu sonlarla biter. Bu masalın farkı buradadır. Çünkü, hiçbir zaman gerçeklerle rüyalar birbirleriyle buluşamaz. Burada önemli olan sevginin gücüdür. Minik serçe canı pahasına prensesin yanında kalmaya razı olmuş ve sevgisini canı ile ödemiştir. Sevginin gerçek gücü işte budur.
Sevginin kıymetini bilelim ve birbirimizi koşulsuz sevelim.Birbirimizden ilgimizi, sevgimizi, muhabbetimizi kesmeyelim. Sevgi, öylesine değerli ve öylesine büyülü bir kelimedir ki, isteseniz de zorla kimseyi sevemezsiniz. Sevmek, içten gelen samimi duyguların bir ayna misali yansımasıdır.
Sağlıcakla ve mutlulukla kalınız.
Vecdi Murat SOYDAN
12/05/2009-Isparta
YORUMLAR
gaybana geceler tarafından 5/27/2013 1:19:32 PM zamanında düzenlenmiştir.
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Hüzünlü ama çok güzel bir hikaye anlatım tarzı ve yorum bence harika.Sevgiyi karşılıksız ve nedensiz verebiliyorsanız sevgidir.cünkü,ama ile başlayan sevgiler gerçek değildir bir nedeni vardır.gerçek olan herşeyi olduğu gibi kabul edip öyle sevmek o olduğu için sevmek..........Gönlünüz sevgiden yana hep atsın.
Yaşanmamış Aşkların Şairi
merhaba efendim çok güzel bir hikaye okudum güzel sayfanızdan hayatın ta gerçeği insan ne olursa olsun sevdiğinin yanında kalmayı ve gerekirse ölmeyi göze almak değilmidir sevgi en yüce duygu hele seni seviyorum demek kadar güzel bir kelime aklıma bile gelmiyor ve dediğiniz gibi sevdiğimiz yüreğimizin prensi yada prensesi haklısınız yalnız bu bazen ters tepkide yapa biliyor ne demiş büyüklerimiz kişiye olduğundan fazla değer veririsen ne oldum delisi olur derler ve bu gerek inan bana gerçek herkes bunu kaldıramıyor ve şaşkın oluyor hikayeyi zevkle okudum kutlarım yüreğin güzel sesini sevgi ile kal hoşçakal
Yaşanmamış Aşkların Şairi
hüzünlü, bir o kadar da inanılmak istenen bir masal... asıl etkileyici olan, masalın sonundaki yorumunuzdu. öyküye daha fazla zaman ayırmalısınız bence. çünkü iyi bir üsluba sahipsiniz... şiirleriniz de başarılı ancak her şiir bir öyküyle doğar ve asıl merak edilen öyküleridir. dolayısıyla şiirlerinizdeki "hikayesi" kısmını daha da detaylandırmalısınız diye düşünüyorum... sağlıcakla....
pervinarsln tarafından 6/19/2010 9:58:59 AM zamanında düzenlenmiştir.
pervinarsln tarafından 6/19/2010 10:02:06 AM zamanında düzenlenmiştir.
pervinarsln tarafından 6/19/2010 10:02:50 AM zamanında düzenlenmiştir.
güzel bir masal, hüzünlü prenses ne kadar yalnızlıgınına bir seçeyle çare bulmuş olsada bakın işte sonunda ,hüzün, sonunda yalnızlık var.insanlar masallarda değilde gerçek hayatta yaşamalı. prensesler ruyalarının dışındada mutluluğu hakederler .prensesleri mutlu edecek olanlarda gerçek dostlarıdır sözde değil özde dost olanları kasdettim.güzel bir masaldı ama hüzünlüydü.sevgidamlalarımı bırakıyorum sevgiler...
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Minik serçe, sevgisi uğruna canı pahasına hayatını vermiştir. İşte gerçek sevgi budur. Vefa budur. Prensesler şatafat içinde yaşasalar da, bir dedikleri iki edilmese de sonuçta bir ruh ve gönül taşırlar. duyguları vardır. İster ünlü olunuz, ister yıldız.. Fark etmez. demekki, bir prensesin gönlüne girmek hiç de görüldüğü kadar zor değildir. yıldızlar, bizlere çok uzakta olsayar da, gönül gözümüzle baktığımızda, yanımızdadırlar aslında.
Sevgiyle kalınız. Değerli yorumunuz beni çok mutlu etti.